Yaşamı Sürdürebilmek
Kalkınmanın sınır tanımaz sürecinde, “Dünya insanlar için yaratıldı, insanlar dünya için değil” ifadesi ile bilgi ve teknolojinin doğal ve çevresel tüm problemleri halledebileceğini düşünen Bacon’ın yaklaşımı; sanayi devrimi, modern bilim ve kapitalizmin gelişimiyle paralellik göstermiştir. 1970’li yıllara kadar da önce gelişmenin bir gereği olduğu iddia edilen kirliliğin yaratılması, daha sonra sorunların teşhis edilerek tedavi yoluna gidilmesi yaklaşımı ile hareket edilmiştir. Bugün ise insanın dünya üzerindeki olumsuz etkilerinin hız kazanması nedeniyle, giderek yükselen bir sesle doğal dengenin bozulmakta olduğu konuşulmaya başlanmıştır.
Sanayileşme, ormansızlaşma, atıklar, hızlı nüfus artışı, yoksulluk, işsizlik, çarpık kentleşme gibi nedenlerle ortaya çıkan asit yağmurları, ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma, radyoaktif serpintiler, su kıtlığı gibi sorunlar çevre ile kalkınma arasında yaşamsal bir köprü kurulması zorunluluğunu getirmiştir. Sonuçta; insanların büyük kısmının yoksullaşması hatta yok olması ve doğanın geri dönülmez biçimde tahrip edilmesi pahasına devam ettirilen kalkınma sürecinde, bu tahribat ile artan yatırım maliyetlerini azaltabilmek için sürdürülebilir kalkınma kavramı ortaya atılmıştır.
Bu kavram, bugünkü tüketim gerçekleştirilirken, gelecekteki tüketimin tehlikeye atılmaması, bunun için de doğal çevrenin ihmal edilmemesi olarak tanımlanabilir. Bu süreçle birlikte başlayan “kalkınma ve ekonomik büyüme temiz bir çevre ile sağlanabilir mi, yoksa çevrenin zarar görmesi kaçınılmaz mıdır?” sorusu halen tartışılmaktadır. Günümüzde gelinen noktada ise bilim ve teknolojinin bütün sorunları halletmediği, doğal kaynakların bir kısmının geri dönülmez ölçüde tahrip olduğu ve geri kalanın da temizlenmesi için aslında düşünülenden daha fazla emek ve para harcanması gerektiği açıkça ortadadır.
Bu tahribatın nedeni, ekonominin ekosisteme bağımlı olmasına karşın onunla uyum ve eşzamanlılık gözeten bir gelişme sürecinde ilerlemesidir. Ekonominin dünyanın doğal sistemleri ile çatışma içinde olduğunun kanıtları; yok olan balık yatakları, azalan ormanlar, tahrip olan topraklar, bozulan meralar, genişleyen çöller, artan karbondioksit düzeyleri, azalan su kaynakları, artan sıcaklıklar, daha şiddetli fırtınalar, eriyen buzullar, yükselen deniz seviyesi, yok olan mercan kayalıkları ve nesli tükenen canlılardır. Aslında, doğal kaynaklar aynı zamanda ekonomik kaynaklar olduğuna göre ekonomiyi devam ettirebilmek, ekolojiyi korumakla mümkündür.
Doğal kaynaklardan yararlanmak bütün canlıların hakkıdır ve yaşam ortamının bozulmasına neden olan insanlar, kaynakların kendilerini yenileme kapasitelerini yitirmeden gelecek kuşaklara aktarılması bilinciyle hareket etmelidir.
Bugünkü boyutlarda bir üretimin, alışılagelen kaynak kullanımı ve yöntemlerle gerçekleştirilmeye devam edilmesi durumunda, ne dünyamızın hammadde kaynakları yeterli olacak ne de ekolojik sistemlerimiz bu üretim ve tüketimden çıkacak artıkları önemli zararlar görmeden asimile edebilecektir.
Dünya nüfusunun yüzde 20’si kaynakların yüzde 80’ini tüketmekte, kirliliğin yüzde 80’ini üretmektedir. Bu dengesizlik için çözüm üretmeden çevrenin ve ekonominin problemlerinin halledilmesi mümkün görünmemektedir.
Sürdürülebilir bir nüfus düzeyini garantiye almak, gıda, enerji, su ve sağlık konularındaki temel ihtiyaçları karşılamak, kaynak tabanını korumak ve zenginleştirmek, teknolojiyi yeniden yönlendirmek, krizleri değil riski yönetmek, karar vermede çevre ve ekonomiyi birleştirmek, sürdürülebilir kalkınmanın hedefleri olmakla birlikte aslında yaşamı sürdürebilmenin mutlak gereklilikleridir. Bugün hâkim ekonomik sistemin iflas etmesinin ve yaşanan krizin sebeplerinden biri de bu gereklilikleri yerine getirmemiş olmamızdır. Bu durumda, yaşamın sürdürülebilirliği için bütün canlıların yaşam hakkına saygı duymak, kaynakların tüketimini en aza indirmek, yeryüzünün taşıma kapasitesinin üzerine çıkmamak, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek, yenilenebilir enerji kaynaklarını ve temiz üretimi benimsemek, insanlığa hizmet eden ama doğaya zarar vermeyen teknolojiler üretmek, doğayla barışık bir yaşamı hedeflemek, ekoloji ve ekonomiyi bütüncül politikalar çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Bunun için, daha güçlü siyasi irade ve vizyon, etkin ulusal ve uluslararası çevre politikaları ve artan bölgesel ve küresel işbirliği şarttır.
Bugün insanlığın önünde iki seçenek vardır: Sadece kalkınma için üretim ve tüketimi sürekli arttırmak ve böylece doğal kaynakları daha fazla tüketmek ya da yeni bir dünya düzeninde temiz üretimi ve bilinçli tüketimi benimseyen yeni insan modeli ile “yaşamı sürdürebilmek”. Seçim bizim elimizde.
Yrd. Doç. Dr. Mahnaz Gümrükçüoğlu
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi