‘Püsküllü’ değil tatlı ‘bela’

Doğan Gündüz; yalın, sakin, gülümseyen anlatımıyla Türkçenin tadını baştan sona sevinçle duyumsadığım, bir sonraki bölüm için sayfaları merakla çevirdiğim Püsküllü Bela’yla (Can Çocuk), çocukların sahasında top çevirmekten vazgeçmeye çağırıyor hepimizi...

Yayınlanma: 04.12.2021 - 00:01
Abone Ol google-news

Ne zaman çocuklar için kaleme alınmış iyi bir kitabın başına geçsem okullar düşer aklıma; yeni “binyıl”la birlikte hepten sahipsiz kalan, kaderine terk edilmiş bizim okullarımızdan çok, okul gerçeğinin kendisini düşünürüm.

Satırları arasında sevinçli yolculuklara çıktığım; yazarına, çizerine, yayımcısına teşekkürümü fısıldadığım kitap doğrudan okulla ilgili olmasa da böyledir bu.

Aslında çocuklar için yazılmış kitaplar dönüp dolaşır bir şekilde okula da götürür bizi. Ne ki ben sanırım erkenciyim; elimden bırakamadığım kitabımı okumaya durduğumda kendimi bir ilkokulun - çoğunlukla kendi ilkokulumun - bahçe duvarına yaslanmış bulurum.

Artık bir salıncakta gibiyimdir; bir öykünün zamanı-mekânı, bir kendi düşsel mekânım...

KULAK VERELİM ÇOCUKLARA!

Püsküllü Bela’yı da aynı duygular içinde okudum. Okullarımız düştü aklıma, kendileri olmalarının önünde kocaman engeller gibi dikildiğimiz çocuklarımız, onları - bırakın anlamayı - dinlemeye vakit bulamayışlarımız...

İlk öyküde, tavan arasında kendi halinde bir yalnızlık içinde küskün mızıkamı bulup kattım hayatıma yeniden. “Fen Dersi Ödevi”nde öğretmenin asıl “değerli” olanı vurgularken izlediği yol, Selin’in babasının şemsiyeyle ve yağmurla sınavı... Ve final!

“Git Bir Yüzünü Yıka” bölümünün çağrısı öylesine güçlü ki! Dinlemeyi denesek ya bir; bu çocuğun nesi var, niye üzgün, niye ağlıyor? Kendisi anlatsa ya...

Öğretmen okurların, görevleri sırasında bu tümceyi kaç kez kurduklarının şöyle ince bir muhasebesini yapacaklarından hiç kuşkum yok.

Sonra “okul” olgusu, kocaman bir soru imine dönüştü, gelip dikildi karşıma. Yaparak yaşayarak, deneye yanıla bir sürece dönüştüremediğimiz okullar. Bu doğrultuda işe koyulan Köy Enstitüleri’ne de on yıl olsun tahammül edemeyişimiz...

Çizim: Nuray Çiftçi

PÜSKÜLLÜ BELA DERKEN...

Doğan Gündüz; yalın, sakin, gülümseyen anlatımıyla Türkçenin tadını baştan sona sevinçle duyumsadığım, bir sonraki bölüm için sayfaları merakla çevirdiğim Püsküllü Bela’yla, yukarıda sıraladıklarımın çok daha fazlasını getirip yanı başımıza bırakıveriyor.

Püsküllü Bela on iki bölümlü bir roman aslında. Ancak her bölüm, size, harika bir öyküde olduğunuzu duyumsatıyor.

Her bölümde kendi çocukluğunuza, okullarınıza, dersliklerinize gidiyor; bulduğunuz ders aralarında bahçede tam da yeni bir oyun kurmuşken bir bakıyorsunuz Selin de yanınızda. Arada sizin oyununuza katılsa da daha çok sizi alıp kendi hikâyesine götürüyor, yeniden.

“Selin de kim?” dediğinizi duyar gibiyim. Kitabın, Püsküllü Bela’nın kahramanı. Püskülü bir yana, sandığınız gibi “bela” falan da değil Selincik!

Doğan Gündüz, sorularından vazgeçmeyen, sırada durmaktan hoşlanmayan, kendisi olmak hevesini hiç yitirmeyen, hayatı kendi sınayıp öğrenme hevesinin atından inmek istemeyen çocuklarımıza bu unvanı nasıl da kolayca yakıştırdığımızın (“yapıştırdığımızın” mı demeli yoksa) altını inceden çiziyor kitaba bu adı verirken.

Bu zevkli okuma ve düşünme yolculuğumuzu Nuray Çiftçi’nin de desenleriyle hoş kıldığını ekleyerek koyalım noktayı.

Püsküllü Bela / Doğan Gündüz / Resimleyen: Nuray Çiftçi / Can Çocuk / 120 s. / 9+ / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler