Héctor Abad Faciolince’den ‘Angosta’
Gazeteci ve yazar Héctor Abad Faciolince’nin dördüncü ve çok satan romanı Angosta (Çeviren: Banu Karakaş / Livera Yayınları) tipik bir fütürist distopya sunuyor. Angosta hepimizin tanıdığı bir çağdaş metropol. Zengin gitgide daha da zenginleşirken yoksulun daha da yoksullaştığı, bu ayrımın görünmez sınırlarının pratikte elle tutulur sınırlar çizmeye vardırıldığı bir üçüncü dünya kenti. Bohem bir yaşam süren sahaf Jacobo Lince’nin başından geçen olayları anlatan Faciolince, aile, aşk, cinsellik, erotizm, siyaset, toplumsal eşitsizlik gibi konuları bir dayanışma öyküsüne dönüştürürken, metni bir yandan da edebiyat tartışmalarıyla harmanlıyor. Günümüz Latin Amerika edebiyatına, toplumuna, siyasetine gelecekten bakarak küreselleşen toplumlardan farklı kesimlerin açmazlarının, öfkelerinin ve özlemlerinin bir panoramasını sunuyor.
Fotoğraf: DANIELA ABAD
KİTAP İÇİNDE BİR KİTAP!
Gazeteci ve yazar Héctor Abad Faciolince’nin dördüncü ve çok satan romanı Angosta (Çeviren: Banu Karakaş / Livera Yayınları) adlı romanı burnunu kitaba gömmüş bir erkek okur görüntüsüyle açılıyor. Kitap içinde bir kitaba, hikâye içinde bir hikâyeye davet ediyor bizi yazar.
Angosta, Güney Amerika’nın kuzeydoğu bölgesinde bir kentmiş, okuduklarımızdan bunu anlıyoruz. Fakat belli ki eski görkemini yitirmiş, tarihine, kendine başkalaşmış. Halkı, değme kast sistemlerine taş çıkaracak bir düzenle üç farklı sınıfa ayrılmış.
Okurumuz Jacobo ise kırkına merdiven dayamış, avare bir bohem. O da kendinin pek farkında değil sanki. Bu üçlü ayrımın tam ortasına yerleşmiş, kendine kitaplardan, edebiyattan, kadınlardan, lezzetli yemeklerden, içkili sofralardan bir hayat kurmuş, yaşayıp gidiyor. Ta ki bu pervasızlığı başına çoraplar örüp onu birtakım zorlu kararlar almaya itene kadar.
HOP DEDİK!
Angosta tam anlamıyla tipik bir fütürist distopya sunuyor. Angosta hepimizin tanıdığı bir çağdaş metropol. Zengin gitgide daha da zenginleşirken yoksulun daha da yoksullaştığı, bu ayrımın görünmez sınırlarının pratikte elle tutulur sınırlar çizmeye vardırıldığı bir üçüncü dünya kenti burası.
Alt sektör sakinlerinin üst sektörlere geçebilmek için pasaport misali izin kâğıdı almaları gerekiyor, öyle herkes elini kolunu sallaya sallaya gezemiyor yani. Sınırda durduruyorlar, “Hop dedik, öyle kafana göre geçemezsin. Belli ki paran pulun yok, üstün başın da dökülüyor ayrıca. Evrakların nerede?”
JACOBO’YLA KENTİN SOKAKLARINDA!
Kitabın baş kahramanı Jacobo Lince sefasının peşinde kentin sokaklarını arşınlaya dursun, okur olarak bize de bu sokaklardaki hayatı gözlemlemek kalıyor. Toplumun farklı kesimlerinden çok çeşitli karakterlerin bir araya geldiği, Dante’ye göz kırpan ismiyle La Comedia otelinde hikâyeler, hayatlar kesişiyor ve bir ülkenin adaletsizliklerle, eşitsizliklerle, kanla, ölümle bezeli tarihi dökülüyor ortaya.
ÖZGÜN BİR LATİN AMERİKA HİKÂYESİ!
Distopya dedik ya, Latin Amerika’dan okumaya alışkın olduğumuz bir tür değil bu. Ne var ki Angosta tam bir Latin Amerika hikâyesi ve onu özgün kılan yanı da bu. Aldous Huxley’nin, George Orwell’in o karanlık, gri distopik evrenlerine benzemiyor.
Tersine rengârenk sofraların kurulduğu, o sofralarda muhabbetin gecenin ilerleyen saatlerine dek koyultulduğu, dostların birbirlerine teklifsizce sataştığı, çiftlerin gece gündüz tutkuyla seviştiği, yani hayatın bir taraftan cıvıl cıvıl aktığı bir dünya çiziyor yazar.
Kesişen hayatlardan dışarıya da pek çok tartışma, pek çok fikir sızıyor ve böylelikle Latin Amerika’da siyasete, sanata, edebiyata, cinselliğe, yalnızlığa, evliliğe, eşliğe ve çok eşliliğe dair pek çok perspektif açılıyor önümüze. Fakat bu tartışmaların altında hep örtük bir politik tınının duyulduğu kesin.
PARAMİLİTERLERİN SALDIRISINDA ÖLDÜRÜLEN İNSAN HAKLARI SAVUNUCUSU BABASI ESİN KAYNAĞI!
Burada bir parantez açıp Héctor Abad Faciolince’nin kişisel tarihine de kısaca değinmekte fayda var. Kolombiya’nın ileri gelen doktorlarından olan babası Héctor Abad Gómez, aynı zamanda üniversitede halk sağlığı profesörü ve öncü bir insan hakları savunucusudur.
Kolombiya’nın ikinci büyük şehri Medellín’de sağlık reformları yapılması için büyük çabalar vermiş, Ulusal Halk Sağlığı Okulu’nun kurulması da dahil olmak üzere pek çok toplumsal kazanımın elde edilmesinde lider bir rol üstlenmiştir.
1987’de paramiliter grupların suikast saldırısı sonucunda gerçekleşen ölümü çocukluğundan beri babasıyla son derece yakın ve duygusal bir ilişki içinde bulunmuş olan ve o zaman henüz 29 yaşındaki oğlu Héctor’u derinden etkilemiş ve gazeteci-yazarlık kimliğinin daha da politik bir ton kazanmasına sebep olmuştur.
İşte Faciolince’yi Angosta’nın hikâyesini yazdırmaya iten arka plan panoraması aşağı yukarı böyle bir tarihten beslenir ve bunun izleri anlatının alt metninde duyumsanır.
EŞİTSİZLİĞİN OLDUĞU BİR DÜNYADA TARAFSIZ KALMAK BATIL BİR KORUNMADIR!
Öyküye dönecek olursak, Faciolince roman boyunca Jacobo karakterini öyle çetrefille örülmüş bir ilişkiler ağının ortasına atıyor ki sonunda “adamcağız” büyük bir ikilemle karşı karşıya kalıyor. Jacobo yakından tanık olduğu bunca sınıfsal adaletsizliğin karşısında hâlâ kendini sağlama alıp yaşananlara seyirci mi kalacak, yoksa taraf olup siyasi bir karar mı alacaktır?
Roman bunu açık açık ifade etmese de bize sonunda şunu söyler: Eşitliğin olmadığı bir dünyada tarafsız kalmak batıl bir konumlanmadır, gerçek değildir. Zira hepimizin hayatı birbirine ama ince ama kalın, birtakım bağlarla bağlıdır ve mesele bu bağlarla nasıl ilişki kurduğumuz meselesidir.
CİNSİYETE DAYALI ADALETSİZLİK
Peki Jacobo’nun seçimi ne olursa olsun kayıpların yaşanması kaçınılmazsa alacağı kararın önemi nereye düşer? Yazar her bir karakteri başka bir köşeye savurduktan sonra bizi bu soruyla baş başa bırakırken bir kadın okur olarak ben de şu soruyu sormadan edemiyorum:
Jacobo gibi tuzu kuru adamların kendilerini feda ederek kendilerinden alt sınıfa mensup kadınları “kurtarmalarıyla” bu devran dönecek midir? Latin Amerika’da sınıfların ötesinde, cinsiyete dayalı bir adaletsizlik yok mudur ve daha da önemlisi, kahraman erkekler yaratıp hikâyeyi katartik bir sona bağlamak bir sanat dalı olarak edebiyatın hedef tahtasına sığar mı?
Hikâyenin zenginliği ve özgünlüğü ortada. Birbiri içinden yaprak yaprak açılan bu soruların daha nicelerini sorduracağı ve düşünce tarihimize katkı sunacak pek çok tartışmayı besleyeceğine kuşku yok.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!