İlhan Tarus’un Anadolu kasabası… M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
İlhan Tarus, romanlarında Türkiye’yi “kasaba” dokusunda bir yurt bağlamında alırken cumhuriyetin kentleşmedeki rolüne odaklanıyor görece aslında. Onun bu konudaki işlevsel rolü üzerine araştırma yapmış düşünce üreten bir sosyal psikolog konumunda sergiliyor yazarlığı bana göre. Ne ki çizgisellikle vazederek değil de yazınsal olanla uyum içinde başarıyor bunu.
Her ne kadar siyasal iktidar, başka “kutlama” hayallerinde görünüyorsa da cumhuriyetin yüzüncü yılını yaşamaya koyulduğumuz, üstelik kutlama gününe gitgide yaklaştığımız olgusunu değiştirmiyor durum; gerçeklik, kendisini bu yönde dayatıyor çünkü. İşte bu süreçte, ben de kendi payıma bir değişiklik yapıp “Kitaplar Adası”nda yüzyıllık dilimin başlangıç aşamasından yazarları, yapıtları alarak işleyeyim dedim. En azından kimilerine bugüne dek hiç değinemediğim bu yazarların yaşamları, yapıtları aracılığıyla yuvarlama yüzyıl öncesine gidilip cumhuriyetimizin o günlerinden kimi izdüşümleri yakalamak olanaklı hale gelir.
Çocukluktan erişkinliğe Anadolu’nun hemen her yöresindeki kasabalarda enikonu oyalanma, uzun ya da kısa süre yaşama olanağı yakaladığı bilinen İlhan Tarus’un bu yaşam deneyimini içselleştirip dönüştürdüğü yanlarıyla yapıtlarında işlediği söylenebilir.
Onu, ilk olarak Var Olmak (Varlık, 1957) adlı romanıyla 1960 başlarında tanımış, romanı büyük heyecanla okumuştum. Değerbilir tutumla Peride Celal, Naim Tirali, Mehmed Kemal gibi artık aramızda olmayan yazarların yapıtlarını da gündeme taşıyan h2O Kitap, yayımladığı bir sıra romanıyla İlhan Tarus’u da 2019’da yeniden okunurluk düzlemine kavuşturdu diyebilirim, böylece yıllar sonra onun romanlarını, kimisini ilk kez yeniden okuma fırsatı yakaladım.
İLHAN TARUS ROMANLARINDA CUMHURİYETE GİDEN YOL…
İlkin “Kurtuluş Savaşı Üçlüsü” başlığıyla yayımlanan üç roman: Var Olmak (I), Hükümet Meydanı (II), Vatan Tutkusu (III).
Bu okuyuşumda Var Olmak, dikkat çekici düzey sergileyen olgun bir roman olarak göründü yine bana. Çanakkale’yi geçemeyen emperyalist ordular, el kol sallayıp İstanbul’a demir atmış, bu arada İzmir işgali yaşanmıştır. Bütün bunlar, Biga kasabasıyla onun uzantısı Karabiga ölçeğinde, sınıfsal temel göz önüne alınarak yerleştirilir. Romanın ana karakterleri olarak Ankara’dan yana reji müdürü Hamdi Bey, padişahtan yana Anzavur Ahmet Paşa öne çekilerek işlenir. Paşa’nın kibriyle ceberut saldırganlığı, Hamdi’nin snop görüntüsüne karşın modern kişiliği, başlangıçta karşıtlık gereği böyle yapılandırılmalarının gerekçesiymiş gibi görünse de Tarus, doğrusu ya çizgiselliğe düşmez romanda.
Hükümet Konağı’nda, “İlhan Tarus Kimdir?” başlığıyla kendisinin kaleme aldığı sunuşta romanlarındaki Kurtuluş Savaşına yönelik yaklaşımının da altını çizmiş görüyor: “Bu toplumun gidişinde önemli bir geçit noktası sayılan Kurtuluş Savaşları, hiç değilse içten içe ve anlam olarak, doğru anlatılmamıştır. Hayır (…) tam tamamına yazılıp çizilmiştir ama, koskoca bir milletin akla sığmaz kertede kısa ve dar bir zaman parçası içinde, dupduru kalkınıp belli bir doğrultuya yönelmesi, anlam olarak açıklanmamıştır.”
Yokluk, kıtlık koşulları altında süren bir varoluş kavgası bağlamında yürütülen Ulusal Kurtuluş Savaşı, bu açıdan kendi fiziki çerçevesini de kurmuş görünüyor bir biçimde.
Tarus, bu doğrultuda, kentle olduğunca köylükleriyle de bağlantı içinde kasabanın tüm insanlarını tam da buna dayalı kavrayışla bir portreler galerisi eşliğinde okurun önüne seriyor. Aynı şekilde, yapıtın “gerçek bir kasaba plânına oturtul(duğu)”nu, “olup bitenin tek sözcüğü(nün) dahi düşsel (olmadığı)”nı vurguluyor aynı zamanda. (viii, ix)
KURULUŞTAKİ CUMHURİYETTEN KASABANIN KENTLİLEŞMESİNE…
1956-57 yıllarında Yeni Sabah gazetesinde tefrika edildikten sonra bu tefrika dizisinden Bahanur Garan Gökşen’in bir sunuşla birlikte yayına hazırladığı Kasabanın Ruhu, ötekilerin önüne geçerek okuru, doğrudan kasaba gerçekliğiyle yüzleştiriyor denebilir. Bahanur da nitekim Tarus’un, “Yazdığı romanlarla taşraya yakın bir gözle bakmamızı sağla(dığı)”nı (viii) dile getiriyor.
Gerçekten de 1950’lerde Marshall yardımıyla tarım alanına dağılıp yayılan makineleşme bu bağlamda kasaba insanlarını da etkilemiştir. İnsanlar, “makine malı bez arıyor(dur)” (7) artık. Bunun yanında makineleşmeyle birlikte el tezgâhlarında çalışan insan görüntüsü de değişir, “Şehirlere amele yazılmaya giderler.” (11) Yeni bir insan da doğmaktadır bu arada. Romandaki Sekili kasabasının Ayşe’si, kadıncı yazar Tarus için örnektir yalnız. Bunlar gibi “zeki, kavrayışlı ve centilmen”, “Ne yaptığını ve ne istediğini iyice bilen memleket aydınları”, “önüne çıkan engelleri, tırnağını dişine takarak, aş(maya hazır)” nicesi bu yoldadır artık. (Uzun Atlama / Bir Endüstrileşmenin Romanı, 60)
“Cumhuriyetin şeker fabrikaları”nı konu edindiği, Uzun Atlama / Bir Endüstrileşmenin Romanı adlı yapıtında roman kurgusu içinde işte tam da bu olguyu anlatıyor, ülkemizin cumhuriyetle çağ atladığını, kasabadaki fabrikaların “modern bir(er) Avrupa köyü” olduğunu (165):
“Vatanımız, bütün övgüye lâyık manalarına, maddesine rağmen, Cumhuriyet devriyle beraber ele alınmış bir Vatan sayılabilir. (…) Her şeyin Vatan toprakları uğrunda feda edilmesi veya kurban sayılması tezini, büyük ölçüde değiştirip onararak, her şeyin vatan ve millet hedefine çevrilmesi ilkesini benimseyen çağ, Cumhuriyet çağıdır.”
Sonra sözü cumhuriyetle yaşanan “altın babası makineler”e getirir Tarus:
Fabrika, hele bizim memleketimizde, geç kalmış zenginliğin, kayıplara karışmış teknik medeniyetin, öğrenilmemiş rahatlık ve refahın, bilinmeyen modern hayatın, tadılmayan dünya nimetlerinin kaynağı olacak.” (xiii, xiv, xxii)
BİR ANLATICI OLARAK İLHAN TARUS…
Geleneksel anlatı yapısıyla kuruyor romanlarını yazar, tamam, öyle ki roman bölümlerinin bile oylumca aynı nicellikte görünür oluşu, yazarın hemen hemen aynı biçimsel yaklaşıma dayalı olarak bunları verimlediğini sezdiriyor.
Gündelik dili, metinlerinde palazlandırıp uçuran bir edayla yansıtıyor Tarus sürekli. Bu çağıltılı zenginliği coşkuyla kaydırıyor hep. Nitekim kimi yerel deyişleri, kendine özgü bir yaratıcılıkla kullanıyor. Bu arada kasaba insanlarının, o küçük dünyalarını içerden bakışla verirken Tarus, onların at gözlüklü bakışlarının kendi takıntıları doğrultusunda nasıl yaratıcı olabileceğini de gösteriyor aynı zamanda. Bu çerçevede romanlarına yerleştirdiği söyleşimleri, onun oyun metinlerinde kullandığı dili de ustalıkla değerlendirmiş olabileceğini düşündürüyor insana.
Edebiyatımızdaki soy işçiliği zamanında kavranıp gereken ilgi gösterilebilseydi eğer, İlhan Tarus, kanımca çok daha belirgin bir gelişmişlikle yer edinecekti yazınımızda.
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!