Süleyman Doğru’yla Mario Vargas Llosa üzerine... Feridun Andaç’ın söyleşisi

Süleyman Doğru’yla Mario Vargas Llosa üzerine... Feridun Andaç’ın söyleşisi

8.05.2025 12:36:00
Güncellenme: 8.05.2025 12:36:09
Süleyman Doğru’yla Mario Vargas Llosa üzerine... Feridun Andaç’ın söyleşisi

Mario Vargas Llosa’nın (28 Mart 1936 / 13 Nisan 2025) ölüm haberini aldığımda, Zor Zamanlar romanını okurken tuttuğum notlara dönmüştüm. Çok önceleri okuduğum Gabo ile Mario kitabına dair notlarım da elimin altındaydı. Bu kitapları İspanyolca’dan dilimize kazandıran Süleyman Doğru’yu andım. Onu da, Llosa gibi, bir yakınım olarak görüyordum. Evet, edebi yakınlıklar öyledir, iyi zamanlarda kötü zamanlarda birbirinize açılır gidersiniz de. Merak ettim Süleyman Doğru’nun kitaplarını severek çevirdiği Llosa için neler söyleyebileceğini. Oturup onunla bu söyleşiyi yapmaya karar verdim.

Sağdaki fotoğraf: PHILIPPE MARCOU

- Perulu romancı Mario Vargas Llosa’yı yitirdik. Siz en son onun Zor Zamanlar romanını İspanyolcadan Türkçeye kazandırdınız. Bu kaybın sizin için anlamı nedir, o anda ne hissetiniz?

Zor Zamanlar çevirmenliğini üstlendiğim yayımlanmış dördüncü Mario Vargas Llosa romanı, yakınlarda yayımlanacak başkaları da var ve aynı yazardan 6-7 kitap çevirdiğinizde aranızda illaki yakın bir ilişki oluşuyor.

Yazarın ölüm haberini duyunca ilk aklıma gelen onunla tanışma, yüz yüze sohbet etme, metinlerinden aklıma takılan satır arası unsurları ona sorma imkânını sonsuza dek yitirmiş olduğumdu. Aynı duyguyu Eduardo Galeano’nun ölüm haberini alınca da hissetmiştim.

Yapıtlarını çevirdiğim yazarların bazılarıyla tanıştım, bazılarıyla dost oldum ve yazar-çevirmen ilişkisini çok önemsiyorum. Bu yüzden büyük ustanın ölüm haberi beni bir yakınımı kaybetmiş kadar üzdü.

- Bunun öncesinde, Llosa’nın adeta başyapıtları olarak görülen iki romanını da Türkçeye kazandırdınız: Dünya Sonu Savaşı (2021), Katedral’de Sohbet (2022). Öncesinde bir de Hınzır Kız (2015). Bir çevirmen ve edebiyat insanı olarak sizin gözünüzde nasıl bir romancıdır Llosa?

Evet, şu ana kadar yayımlanmış 4 Vargas Llosa çevirim var, yakında yayımlanacaklarla birlikte yazarın yedi kitabını çevirmiş olacağım. Muhtemelen bu yıl içinde yayımlanacak üç kitabın ikisi roman, biri deneme/söyleşi tarzında bir metin.

Vargas Llosa bana göre gelmiş geçmiş en büyük romancılardan biri. Bunu çevirdiğim ya da okuduğum her kitabında derinden hissettim. Onun bayıldığım, en sevdiğim, daha az sevdiğim, çok sevmediğim kitapları var, ama kötü yazılmış bir kitabına rastlamadım. O ne anlatırsa anlatsın hep kusursuz bir kurgu ve düzen içinde anlattı. Özellikle yukarıda başyapıt olarak belirttiğiniz iki kitabın bunca yıldır çevrilmeyip bana nasip olmasını çok büyük bir şans olarak görüyorum.

Türkçeye kazandırdığım bu iki şaheserden Dünya Sonu Savaşı 2021 yılında Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’ne layık görüldü. Katedral’de Sohbet’i okumak için uzun yıllar bekleyen Türk okuru, yazarın, “Yangında tek bir eserimi kurtaracak olsam bu olurdu”, diyerek kayırdığı bu romandaki muhteşem anlatımın keyfini çıkardı.

Mario Vargas Llosa’nın ne kadar büyük bir yazar olduğunu anlamak için Kent ve Köpekler’i okumak yeterlidir. Yirmi bir yaşında başlayıp yirmi üç yaşında (evet, yirmi üç yaşında) tamamladığı bu ilk romanda yarattığı yapboz tekniğini daha sonraki eserlerinin neredeyse tamamında büyük bir ustalıkla kullandı.

Genç Bir Romancıya Mektuplar adlı yapıtında bir romanın nasıl olması gerektiğini ne güzel özetler, bu kitabını defalarca okudum. Mario Vargas Llosa yazarlığının yanı sıra çok nitelikli bir okur, çok iyi bir eleştirmen ve edebiyat yorumcusuydu. Çok yönlü, çok kıymetli bir edebiyatçıyı kaybettik.

- Çeviri süreçlerinde kendisiyle bir iletişiminiz oldu mu? Ya da böyle bir şeye gereksinme duydunuz mu?

Mario Vargas Llosa’yla doğrudan bir görüşmem olmadı. Sadece bir keresinde, yakın zaman önce, bir metnini çevirirken gözüme çarpan küçük bir tutarsızlığı ajansına ilettim ve onların aracılığıyla konuyu çözdük. Son yıllarında Peru-İspanya ve diğer ülkeler arasında çok yoğun bir tempoda sürekli seyahat ediyordu. Vargas Llosa’nın eserleri her zaman duru bir dille, Flaubert titizliğiyle yazılmış kolay anlaşılır metinlerden oluştuğu için çevirirken çok fazla zorlanmadım.

- Onun edebi varoluşunu Latin Amerikan Edebiyatı’nda nereye koymak gerekir?

Çağdaş Latin Amerika Edebiyatı’nın başlangıç noktası olarak Juan Rulfo’yu gören eleştirmenlerin sayısı çok fazla; 1953’te öykü kitabı Ova Alev Alev ve hemen ardından 1955’te büyük edebiyat olayı Pedro Páramo adlı romanın yayımlanmasıyla birlikte gözler bir anda Latin Amerika’ya çevrilmişti.

Ama esas büyük patlama, ya da bilinen tabirle Latin Amerika Boom’u 1960’ların ilk yıllarından itibaren yaşanmaya başladı ve Latin Amerikalı yazarlar, hepsi birbirinden güzel başyapıtlarla bütün dünyayı büyülediler.

Edebiyat dünyasında daha önce eşi benzeri görülmemiş, Meksika’dan Arjantin’e kadar bütün o coğrafyayı bir edebiyat cennetine çeviren Latin Amerika Boom’u çok yoğun bir biçimde 70’lerin ortasına kadar devam etti.

Bu patlamanın bir parçası kabul edilen yazarların sayısı kimi edebiyat tarihçilerine göre yirmiyi geçse de, başı çeken dört yazarın –onlara Mahşerin Dört Atlısı deniyor– Fuentes, García Márquez, Cortázar ve Vargas Llosa olduğu konusunda herkes hemfikir. Bu açıdan bakınca onu Çağdaş Latin Amerika Edebiyatı’nın kurucularından ve en önemli unsurlarından biri olarak nitelemek çok abartılı olmaz.

Benim gelmiş geçmiş en büyük romancılar panteonumda Cervantes, Balzac, Victor Hugo, Dostoyevski, Tolstoy, Proust, Faulkner, Juan Rulfo, García Márquez, Fuentes’le birlikte yer alıyor. En az on başyapıt barındıran külliyatıyla sonsuza dek yaşayacak ve insanlığın ezici çoğunluğu için bir cehennemden başka bir şey olmayan bu hayat denkleminde çıkmaza düşen okurlara feyz vermeye, yol göstermeye devam edecek.

- Julio Cortazar, G.G.Marquez, Carlos Fuentes adlarını yan yana getirdiğimizde, Mario Vargas Llosa burada nerede duruyor sizce? Her biri için “Latin Amerika Edebiyatı”nın belleği diyebiliriz miyiz? Neden?

Yukarıda belirttiğim gibi bu dört yazar Çağdaş Latin Amerika Edebiyatı’nın temel taşlarını oluşturuyor. 50’li yıllara kadar bir taşra edebiyatı olarak görülen Latin Amerika Edebiyatı’na Juan Rulfo öncüllüğünde sınıf atlatan ve dünya edebiyatları arasında en tepeye yerleştiren yazarlar ordusunun önde gelen isimleri ve hepsinin beslendiği damarı takip ettiğimizde çok daha kuzeyde William Faulkner’a ulaşıyoruz.

Hepsi Faulkner’ın anlatım tekniğinden etkilendi ve kendi tarzını ondan beslenerek oluşturdu. Küba Devrimi’yle birlikte 1959’dan itibaren dünyanın ezilen kitleleri için bir umut kaynağına dönüşen o coğrafyanın aynı zamanda edebiyat tarihinin en verimli topraklarına sahip olduğunu kanıtladılar.

Mahşerin Dört Atlısı’nın üçü daha önce bu dünyadan göçmüştü, şimdi Vargas Llosa’nın da onlara katılmasıyla bir dönem resmen sona ermiş oldu. Geride bıraktıkları o muazzam külliyat için elbette Latin Amerika Edebiyatı’nın, hatta Latin Amerika’nın belleği diyebiliriz.

- Sizi Llosa çevirmene yapan en baskın duygu neydi? Onun romancılığında en çok ilginize çeken ne oldu?

Bir okur olarak onunla tanışmam Kent ve Köpekler ile Yeşil Ev romanlarıyla olmuştu ve bu iki kitaptan çok etkilenmeme rağmen eğer Can Yayınları bir gün bana, “Elimizde 3 Vargas Llosa kitabı var, onlardan biriyle ilgilenir misiniz?” diye sormamış olsaydı, belki de bu büyük yazarın çevirmeni olma gururunu hiçbir zaman yaşamayacaktım.

Önerdikleri 3 kitap Hınzır Kız, Katedral’de Sohbet ve Dünya Sonu Savaşı’ydı. Ben cevap vermek için birkaç günlük bir süre isteyip o sürenin sonunda hâlâ kararsız kalınca, yayınevinin ikinci önerisi, “Üçünü de çevirmek ister misiniz?” olmuştu. Anında kabul ettim, çünkü seçim yapmak için internette özetlerini okurken üçüne de bayılmıştım ve kararsızlığımın sebebi buydu.

Onun romanlarını çevirirken beni en çok etkileyen yapboz şeklindeki anlatım tarzı oldu; ayrıca Vargas Llosa’nın zaman çizgisinin kronolojik ilerlememesi, geçmiş ve bugün arasında sürekli mekik dokuması, farklı diyalogların iç içe geçmesi gibi unsurlar çevirmenin işini zorlaştırsa da metne inanılmaz bir derinlik ve hareket katar.

Mario Vargas Llosa anlatma sanatını ve okuru daha ilk satırdan itibaren sımsıkı yakalayıp son satıra kadar bırakmamayı çok iyi bilir. Mesela Dünya Sonu Savaşı ve Katedral’de Sobet dokuz yüzer sayfalık romanlar olmalarına rağmen çevirirken hiçbir zaman sıkılmadım ve ikisinin de her satırından çok büyük keyif aldım.

Ne mutlu bana ki özgün metindeki akıcılığı Türkçelerine de yansıtmışım, zira birçok okurdan kitapların kalınlığını görünce gözlerinin korktuğu ama hikâyelerin harikuladeliği ve anlatımın akıcılığından ötürü nasıl bittiğini anlamadıkları yönünde çok sayıda mesaj aldım, izlenim dinledim.

- Onun, Peru’daki siyasal hayal kırıklığı için ne diyebilirsiniz; sizce, bir yazar olarak bir dönem neden siyasi bir aktör olmayı tercih etti?

Katedral’de Sohbet’in ilk satırlarında o unutulmaz soruyu sorar: Peru tam olarak ne zaman çuvallamıştı? Bir dönem siyasetle yakından ilgilenen, ülkesinin durumuna çok üzülen ve bunu düzeltmek için bir şeyler yapmak isteyen Mario Vargas Llosa muhalefetin ortak adayı olarak Fujimori’nin rakibi olmayı kabul ederken seçimi kaybedebileceğini hiç düşünmemişti, çünkü sağduyulu(!) Peru halkının, adı her türlü yolsuzluğa bulaşmış, ülkeyi yoksulluk ve terör batağına sürüklemiş, diktatörlük heveslisi Fujimori karşısında dünya çapında saygıdeğer bir şahsiyet ve dürüst bir aydın olan kendisine teveccüh göstereceğinden son derece emindi.

Seçimi büyük bir farkla kaybetmek onun için ciddi bir yıkım oldu. O günden sonra siyasete de, Peru halkına da küstü. Ama benim Mario Vargas Llosa’da anlayamadığım nokta şu: Gençlik yıllarında, Küba Devrimi’ni canı gönülden desteklerken sol yelpazenin en solunda konumlanan politik fikirleri sonunda nasıl olup da baskıcı hükümetlere hatta ceberut otokrasilere sempati duyacak noktaya geldi?

Bu konuda yazar tarafından ortaya konan gerekçelerin hiçbiri beni tatmin etmedi. Kendimce kimi tahminlerde bulunabilecek durumda olsam da, bu soru benim için genel itibarıyla her zaman bir muamma olarak kalacak.