Barış Terkoğlu yazdı: “28 Şubat darbesi” diyenlere yanıt
Gazetemiz yazarı Barış Terkoğlu, 28 Şubat davasındaki tutanakları ve tanıklıkları hatırlattı. Terkoğlu, 80 yaşın üzerinde tutuklu bulunan emekli generallerin yaşadıklarını anlattı.
Gazetemiz yazarı Barış Tekroğlu, "İşsiz celladın mezar taşı" başlıklı dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.
Terkoğlu bugünkü yazısında, 28 Şubat davasındaki tutanakları ve tanıklıkları hatırlatarak 80 yaşın üzerinde tutuklu bulunan emekli generallerin yaşadıklarını anlattı.
Terkoğlu, dönemin adalet bakanı Şevket Kazan'ın dönemin başbakanı Necmettin Erbakan'ın 28 Şubat'tan 4 ay sonra istifa etmesiyle ilgili olarak, “Refah Gerçeği” adlı kitabında “Erbakan’ın istifası herhangi bir baskı ve dayatma sonucu değil, tamamen iki parti arasında önceden imzalanan bir protokol gereğiydi. (...) Bu istifa, üç ay içinde seçime gidilmesi şartını ihtiva ediyordu. Bu istifa, ortağımız DYP’deki çözülmeyi önlemek gibi, bir vefa duygusuna da dayanıyordu. Bu istifa, ‘Erbakan, başbakan olursa görevi bırakmaz’ diye bas bas bağıranlara, medenice ve asil bir cevap oluyordu" ifadelerine yer verdiğini hatırlattı.
Terkoğlu'nun yazısı şöyle:
Tarih zor ile yazılıyordu. Cellatlar işsiz kalmıştı. Çünkü ölüm için artık kalem ve kâğıt yetiyordu. Öyle yaptılar. Bir dosya açtılar. Yıllar önceyi yargıladılar. Kendilerinin günahlarını silmeleri yetmedi, 14 kişinin omzuna bir devri yüklediler. Hüküm resmen idamdı, “müebbet” dediler. 80’leri aşmış generallerin önce rütbelerini söktüler, sonra hücreye kapattılar. Yetmedi, otobüste görseniz yer vereceğiniz yaşlı komutanlara, birkaç gün önce, “hapishanede kalabilir” raporu aldırdılar.
Yargıladıkları 406 sayılı MGK toplantısı 28 Şubat 1997’de yapıldı. 13 Mart 1997’de Bakanlar Kurulu’nda onaylandı. 18 Haziran 1997’de, Başbakan Necmettin Erbakan, DYP ile yaptığı koalisyon protokolü gereği istifa etti. Bakıyorum, açılması için Erbakan’ın ölümünün beklendiği davayı konuşurken “28 Şubat darbesi” diyorlar.
Yanlış okudum sandım. Arşivleri, tutanakları, tanıklıkları karıştırdım. “Emin misiniz” dedim.
CUMHURBAŞKANI, ‘DARBE YOK’ DEDİ
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, yani MGK’nin ve devletin 1 numarası, 7 Kasım 2011’de TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na konuşmuştu. Komisyon başkanı sordu: “Affedersiniz ‘postmodern darbe’ tanımlamasına katılır mısınız?”
Demirel yanıt verdi:
“(...) Kesinlikle katılmam. Çünkü ‘darbe’ diyorsun, nereyi darp etmiş bu? Nereyi? Meclis’i. Meclis duruyor. Öyle duruyor ki daha sonra seçime gitme imkânı oluyor. Nereyi darp etmiş? Hükümeti. Hükümet de duruyor. Nereyi darp etmiş? Anayasa... O da duruyor. Ben şunu söyleyeyim: O Meclis’in kalabilmesinde, o anayasanın kalabilmesinde ve o hükümetin kalabilmesinde benim rolüm var.”
Cumhurbaşkanı’nın partisiz olduğu, gerçekten devleti temsil ettiği günlerin Cumhurbaşkanı’nın sözleri bu.
Demek devlete göre ortada darbe yok!
AKP iktidarının desteklediği Fethullahçı savcı ve hâkimlerin, 28 Şubat davasını açmak için, Erbakan’ın ölümünü beklediğini defalarca anlattım. Çünkü Erbakan bu davalara karşıydı.
28 Şubat davasının 89. celsesine, başbakan yardımcısı ve doğal olarak MGK üyesi olan eski DYP lideri Tansu Çiller katıldı.
Avukat Ümit Kara sordu: “MGK toplantısına katılan Genelkurmay Başkanı veya kuvvet komutanlarından kararınıza etki edecek doğrudan cebir, şiddet, tehdit gördünüz mü?”
Tansu Çiller, “ne münasebet” diye özetlenecek bir tepki gösterdi: “Kimin haddine! Bir bürokrat, bir başbakana kimin haddine şiddet gösterecek! Siz bunu nasıl soruyorsunuz! Devam edelim.”
Ümit Kara devam etti:
“Aynı sorum Bakanlar Kurulu kararı için de geçerli?”
Çiller ona da cevap verdi:
“Ne diyorsunuz? Yani MGK kararlarında bir şiddet gördüm mü, kimin haddine! Bunun sürecinde gidip de bizim Bakanlar Kurulumuza gelecekler de şiddet mi gösterecekler!”
ERBAKAN TERLEDİ Mİ, TERLEMEDİ Mİ?
Sır değil, Çiller’in askerlerle ilgili rahatsızlığı vardı. Çiller, bunu şöyle ifade etti:
“(...) Vücut diliyle zaman zaman; başbakan gelirken ayağa kalkmamaktan başlayarak koltukta kaykılmalar, el hareketleri, müstehzi gülüşler, Cumhurbaşkanına verilen bakışlar, el hareketleriyle işte bu mudur gibi duruşlar, yüzlerdeki alaycı ifadeler, Başbakan’ın zaman zaman üzülerek ifade ediyorum boncuk boncuk terleyişleri...”
Belki, buradan darbe değil ama nezaketsizlik çıkar, diyebilirsiniz. Çiller bunları söyledi ama kendi partisinden Milli Savunma Bakanı, doğal olarak MGK üyesi de olan Turhan Tayan, aynı fikirde değildi. 76. celse tutanağından aktarayım:
“Bu konuların görüşülmesi sırasında, gayet medeni, gayet beşeri, gayet saygın, aşağı yukarı 9.5 - 10 saat müzakere cereyan etmiştir. Bu müzakereler sırasında, Cumhuriyet hükümetinin üyeleri olarak, bendeniz herhangi bir ima yolu dahi olsa, herhangi bir eleştiri, tenkit, tehdit herhangi bir davranışla karşılaşmış değilim.”
Aynı celsede, Çiller’in sözünü ettiği “terleme konusu”, avukat Hüsnü Tuna tarafından Tayan’a soruldu. Tayan, bu tuhaf olaya şöyle yanıt verdi:
“Benim, sayın merhum Başbakan’ın terlediğini veya sıkıntıya düşerek terinin arttığına dair bir gözlemim söz konusu değil. Ben burada oturuyorum, beş sıra ötede sayın Başbakan oturuyor. Başbakanımızı terletecek, onu sıkıntıya sokacak hoş olmayan bir ortam söz konusu değil. Onun terlemesini, rahmetlinin terlemesini gerektirecek herhangi bir durum gözlemlemedim.”
Çiller’in basın müşaviri Mehmet Bican da 79. celse tanık olup Çiller’in MGK sırasında dışarı çıktığında, aralarında geçen konuşmayı şöyle aktardı:
“ ‘Nasıl oluyor efendim, içerideki toplantı’ dedim. ‘Çok iyi gidiyor Sayın Bican’ dedi. ‘Toplantıda bizim düşüncelerimizin dışında hiçbir şey tartışılmıyor. Sadece ve sadece bizim parti tüzüğümüzde, bizim programımızda, bizim ilkelerimizde ne varsa onları konuşuyoruz ve sonuçlandırdık’ dedi .”
MİLLİ GÖRÜŞ DE AYNI FİKİRDE
Erbakan öldü, peki Erbakan’ın dava arkadaşları? Daha önce, dönemin adalet bakanı Şevket Kazan’ın duruşmaya gelip sanıklardan şikâyetçi olmadığını söylemiştim.
Kazan’a, 75. celsede, mahkeme başkanı, şu soruyu sordu:
“Şevket Bey, doğrudan bu yargılanan sanıklarla ilgili, herhangi bir, size yönelik, hükümetin istifası konusunda, tehdit içeren söz veya davranış veya dolaylı yoldan size geldi mi? Yani muhatap olma durumunuz oldu mu?”
Kazan net bir yanıt verdi: “Hayır, maruzatım bundan ibaret!”
Mahkemede şaşmak değil. Şevket Kazan’ın yıllar önce yazdığı “Refah Gerçeği” adlı kitabının 3. cildinin 502. sayfasında, hükümetin görevi, 28 Şubat’tan dört ay sonra, haziran ayında bırakması şöyle anlatılıyordu:
“Erbakan’ın istifası herhangi bir baskı ve dayatma sonucu değil, tamamen iki parti arasında önceden imzalanan bir protokol gereğiydi. (...) Bu istifa, üç ay içinde seçime gidilmesi şartını ihtiva ediyordu. Bu istifa, ortağımız DYP’deki çözülmeyi önlemek gibi, bir vefa duygusuna da dayanıyordu. Bu istifa, ‘Erbakan, başbakan olursa görevi bırakmaz’ diye bas bas bağıranlara, medenice ve asil bir cevap oluyordu.”
Bakanlar, milletvekilleri duruşmaya gelip benzer beyanlarda bulundular. Örnek olsun, sonradan AKP’nin kurucu kadroları içinde yer alan, eski DYP milletvekili Köksal Toptan’ın beyanı, 84. duruşmanın tutanakları arasında duruyor:
“O tarihlerde, Doğru Yol Partisi üzerinde, yahut bizim üzerimizde, 28 Şubat sürecinde olduğu iddia edilen, telkin-baskı hiç yoktu, hiç olmamıştı.”
28 ŞUBAT’IN SUSKUNLARI
Kendisine “darbe” yapıldığı söylenenlerin beyanlarına rağmen, AKP destekli Fethullahçıların başlattığı davada, mahkeme “darbe var” dedi. Yargıtay fahiş uydurmalarla ona uydu. Adli Tıp, “kendisine verilen görevi” yaptı. Emekli generaller, 80’li yaşlarında, betondan mezarlığa yollandı.
Unutmadan...
Günah listesini çıkarmak istesek, çok uzağa gitmemize gerek yok. Bir zamanlar FETÖ kumpaslarına uğrayıp da bugün “bana dokunmayan savcı”yı oynayarak susanları mı analım? Yoksa 28 Şubat davasının, aslında yaşı kemale ermiş 14 askeri değil, dinin siyasallaşmasından beslenmeyen herkesi hedef aldığını anlatacak tek bir yayın organının bile olmamasını mı?
İstanbul’un bir tepesinde, üzerinde hiçbir şey yazmayan mezar taşları görürsünüz. İşte onlar, bir devrin cellatlarının ebedi yatağıdır. Toprağı ayrı, başından su içen kuşu bile ayrı. Elleri ölüm dağıtırken alkışlananlarla, kimse yan yana yatmak istememiştir. Duasız mezarlık bedduasız da olsun diye boş bırakılmıştır taşları. Oysa biraz ileride, canını aldıklarının mezarlarında, onlara da gelip geçene de ders vardır:
“Neysen, ben de oydum; neysem, sen de o olacaksın!”
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu