Aslı Aydıntaşbaş

Dünya karıştıkça biz geriliyoruz

05 Temmuz 2018 Perşembe

Seçim bitti, her zamanki kısır kavgalarımıza geri döndük. Her mevsim olduğu gibi CHP’de yeniden bir liderlik tartışması; her yaz olduğu gibi memlekette ‘idam’ gündemi var.
Bu, tam anlamıyla bir gerileme. Zihinsel gerileme. CHP yirmi yıldır aynı tartışmayı yapıyor; idam deseniz, gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasındaki en temel farklardan biri. Bunu tartışıyor olmamız bile Türkiye’nin nerelere geldiğini gösteriyor.
Tabii biz geriliyoruz da, dünya ileri mi gidiyor? Maalesef ki hayır. Dünya da tuhaf bir dalgalanma sürecine girdi. Avrupa’dan Filipinlere kadar otoriter ve aşırı sağ rejimler yükseliyor. Irkçılık, artık toplumları kemiren bir hastalık olarak yavaş yavaş hükümetlere sirayet ediyor. Mülteci karşıtı dalga, Batı’da yabancı nefretine dönüştü. ‘Batı’ dışında kalan ülkeler ise hızla dikta rejimlerine evriliyor.
Sanki bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de ABD Başkanı Donald Trump’ın pompaladığı ‘ticaret savaşları’ var. Eskiden siyaset bilimciler kabaca, ‘İçinde McDonalds şubesi barındıran ülkeler birbirleriyle savaşa girmez’ derlerdi. Anlıyoruz ki artık bu İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeninin kalıpları çoktan yıkılmakta.
Her tarafı McDonalds, Starbucks olsa ne yazar! Tüm ülkeler savaşın eşiğine gelebilir.
‘Batı’ kendi içinde ciddi bir bölünmenin ilk evrelerinde. Avrupa ve ABD arasındaki gerilim, yavaş yavaş İran, Paris çevre anlaşması, Türkiye gibi temel noktalarda politik ayrışmaya doğru gidiyor.
Bakın bizler harala gürele seçimlerle ilgilenirken, ABD’de Trump yönetimi kaçak mülteci aileleri sınırdışı etmeye başladı. Yıllardır ABD’de yaşam kurmuş aileler, çocuklarından ayrılarak sınırdışı ediliyor; çocuklara ise ABD’de kalma hakkı veriliyor. Kaçak aileler için kamplar kuruluyor. Şimdilik 2 bin kişi söz konusu, ancak ileride 20 bin, 200 bin olmayacak demek değil. Medya ve sol ayaklansa da, göçmen karşıtı politikalar dünyanın her yerinde popüler. Bu hafta Angela Merkel bile Almanya’nın güneyinde ‘mülteci kampları’ kurulmasına onay vermek zorunda kaldı.
Toplumlarda, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan demokratik düzene isyan dalgası var.
Yine biz seçimleri tartışırken İtalya’da aşırı sağ ve aşırı sol, göçmen karşıtlığı üzerinden seçim kazanarak hükümet kurdu. Avrupa Birliği’nde ‘otoriter’ olmakla suçlanan Macaristan’da Viktor Orban, yeniden seçildi. Polonya’da sağcı hükümet, ‘milli iradeyi yansıtmıyor’ diye anayasa mahkemesindeki 72 hâkimin 27’sini erken emekliliğe zorluyor. Polonyalılar sokağa dökülse de oradaki muhafazakâr hükümet, aynı 2010’ların Türkiye’si gibi yargıya karşı yaptığı her hamleyi ‘milli irade’ diye satıyor.
Çin ve ABD arasındaki ticaret savaşı, Avrupa’yı da içine alan şekilde genişledi. Donald Trump, NATO’yu dinamitlemeye kararlı gözüküyor. Suudiler, İran’a karşı ABD cephesini finanse ediyor. Ortadoğu’nun kalanı, sönen bir ışık gibi diktatörler ya da mezhep savaşlarına terk edilmiş durumda.
Son aylarda sadece iki yerden güzel haber geldi. Ermenistan ve Malezya’daki seçimlerde, gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşan hükümetler, demokratik hareketler tarafından devrildi. Bu güzel ama bir dalga değil. Dip dalga tam tersi istikamette, faşizmden yana.
Neden bunları sayıyorum? Dünya bu kadar karışmış olmasa, biz de bu kadar gerilemezdik. Global düzlemde ‘özgürlükçü demokrasi’ denilen paradigmanın çökmesi, herkesten çok Türkiye’yi etkiledi.
Eskiden, utanma pazarı vardı. İnsan hakları meselesi, iyi kötü ciddiye alınırdı. Hükümetler demokrasi çıtasını yükseltmeye çalışır, yapamadıklarında da mazeret üretirlerdi. Türkiye’nin demokrasisini düzlüğe çıkarmadan refah ve uluslararası kabul göremeyeceği genel kabuldü.
Şimdi ise kim kime, dum duma. Dünya o kadar karışık ki, kimselerin fazla da Türkiye düşünecek hali yok.
Biz de kalakaldık kendi halimize... Bahtsız bedevi gibi, kendi çölümüzde dolanıyoruz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları