‘Suçsuz olduğunu kanıtla!’

20 Kasım 2018 Salı

Bir zamanlar çok revaçta olan bir benzetmede, “demokrasilerde, sabahın karanlığında kapınız çaldığında gelenin sütçü olduğuna emin olabilirsiniz” denirdi.
İki tarafın da, bütün güçleriyle yoğun propaganda kampanyası yürüttüğü Soğuk Savaş döneminde, CIA’nın Sovyetler’deki dikta rejimini taşlamak için buldukları bu deyiş, insanların sabah karanlığında evlerinin basılıp apar topar götürüldükleri Türkiye’deki yurttaşın gönlünde kök salan korkuyu çok iyi dile getiriyor.
Nitekim son olarak geçen hafta, ne ile suçlandığını hâlâ bilmeyen Osman Kavala’nın, bir yılı aşkın süredir hakkında hâlâ bir iddianame bile düzenlenmeden tutuklu olarak hapiste yattığı “Anadolu Kültürü” davası dolayısıyla gözaltına alınan 14 kişiye de aynı uygulama yapılmış, bunlar yataklarında uyurken basılmışlardır. Gezi olaylarıyla bağlantılandırılan davayla ilgili olarak pazar günkü Cumhuriyet, uzmanların görüşlerini manşete çekmişti:
Gözaltıların amacı korku ve dehşet yaratma.
6 Kasım Salı günü bu köşede yayımlanan “Korkusuz yaşam hakkı” başlıklı yazıda bu olguyu dile getiriyor ve çağdaş dünyada insanların en temel haklarından birinin de korkusuz yaşam hakkı olduğunu vurgulamaya çalışıyordum.

***

Bu hakkın çiğnenmesi için korktuklarının yurttaşın başına gelmesi şart da değildir. Korkuyu haklı kılan uygulamaların yaygınlaşması bile yeter.
Son yıllarda, çağrıldıklarında pek de âlâ tıpış tıpış gidip ifade verecek olanların, uykuda basılarak apar topar götürülmeleriyle “uykuda basarlar, şafakta asarlar” yakıştırmasını hak eden Türkiye’deki rejimde yurttaş haklı olarak korkmaktadır.
Yerleşmiş uygulamanın makul kıldığı bu korkunun yaygınlaşması için her şey yapılmaktadır.
Pazar günkü Cumhuriyet’in manşeti işte bu olguyu vurguluyordu.
Dünkü Cumhuriyet’in 9. sayfasında yine aynı davada görülen, sık sık meydana geldiği için de artık herkes tarafından kanıksanan, kimsenin yadırgamadığı başka bir garabete dokunuluyordu. Anadolu Kültür’e yönelik operasyonda gözaltına alınanların içinde tek tutuklanan kişi olan Yiğit Aksakoğlu’nun tutuklanma nedeni olarak, “içeriği belirlenmemiş toplantı”nın gösterildiğini okuyunca “uykuda basarlar, şafakta asarlar” terör döneminin nerelere kadar vardığını dehşet içinde görüyor insan.
Bir süredir toplumumuzda, insanlığın engizisyon dönemiyle birlikte kapattığı bir uygulamanın tekrar yürürlüğe konulduğunun çarpıcı bir örneğidir bu olay.
Bizi demokrasilere, yani çağdaş dünyaya ulaştıran yolun temel taşlarından biri de artık hava ve su kadar elzem olan “masumiyet karinesi”dir.

***

Herkesin aksi kanıtlanana kadar suçsuz olduğu ilkesi gereğince, suçlanan kişinin suçlu olduğunun kanıtlanması suçlamada bulunana düşer.
Yani esas olan yurttaşın suçsuzluğudur, suçluluğu değil, onun suçsuz olmayıp, suçlu olduğunu ispat da iddia sahibine düşer.
Aksi görüşü savunmak, olmayan bir şeyi kanıtlamak gibi abes bir yükümlülük yaratır.
Olayımızda “içeriği belirlenemeyen” toplantıya katıldığı için tutuklanan Yiğit Aksakoğlu’nun eyleminde suç şüphesi olduğunun ispatı tutuklamayı talep eden ve tutuklama kararını veren tarafa düşer, yurttaş Aksakoğlu’na değil.
Söz konusu toplantıda suç olduğunu, suçlayan taraf kanıtlanmadıkça Aksakoğlu suçlanamaz.
Çağdaş toplumun “onsuz olmazı” olan bu ilke, Katolik kilisesinin zulmünün bütün haşmetiyle sürdüğü engizisyon döneminde geçerli değildi. Suçlanan birey, türlü işkencelere dayanarak suçsuzluğunu ispat edemediği takdirde, canından olurdu.
Salt işkenceye dayanamayıp itiraf etmesi suçluluğunun kanıtı olarak kabul edilirdi.
O zamanlar suçlamak kolaydı. Kilise, mazlumu engizisyon önüne çıkarıp suçlar ve sonra da buyururdu:
-Şimdi suçsuzluğunu kanıtla bakalım!
İnsanlık bu dehşet ve utanç verici terör dönemini geride bıraktı. Türkiye 21. yüzyılda hâlâ onu yaşamaya devam ediyor. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları