Barış Doster

Emperyalizm Venezüella’ya niçin çullanıyor?

30 Ocak 2019 Çarşamba

ABD; Venezüella’da giriştiği darbeyi, mali hamlelerle de tahkim etmeye başladı. Ülkenin dev petrol şirketi PDVSA’ya yönelik ekonomik yaptırımları devreye soktu. Venezüella’nın 7 milyar do­larlık varlığını dondurdu, ABD bankalarında bulunan parasının yönetim hakkını Devlet Başkanı Maduro’dan alıp, ABD destekli muhalif lider Guadio’ya verdi. ABD emper­yalizminin devlet şeklide örgütlenmiş bir haydutluk olduğunu biliyoruz. Örneklerini Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bom­balarında, Kore’de, Vietnam’da, Küba’da, Şili’de, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da gördük, görüyoruz. Dünyaya yayıl­mış ABD üslerinden, ABD savunma bütçe­sinin büyüklüğünden anlıyoruz.   
Fakat durum buyken kimileri, ABD’nin siciline, kanlı ve kirli geçmişine hiç bak­madan, onun “insan hakları”,  “demokra­si”, “özgürlük”, “hukuk devleti” götürmek istediğini öne sürüyor. Kimileri, önce ABD üniversitelerinde pişirilen, sonra medya ve düşünce kuruluşları üzerinden dünyaya ser­vis edilen insani müdahale, özgürleştirici işgal gibi kavramlar yoluyla, ABD emperya­lizmini şirin göstermeye, meşrulaştırmaya, gerekçelendirmeye çalışıyor. Kimileri de Venezüella’ya konan ekonomik ambargoyu, siyasi ablukayı görmezden gelerek, hayat pahalılığı, işsizlik, gıda sıkıntısı ve yönetimin bazı hataları üzerinden yorum yapıyor.

Gücü aşınan devlet
Oysa mesele açık. Birincisi, ABD, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da nüfuzunu pekiştirmek istiyor. İkincisi, 300 milyar varille dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip olan Venezüella’nın bu zenginliğini yağmalamak, onun Rusya ve Çin’le gelişen ilişkilerini engellemek istiyor. Üçüncüsü, bu darbe girişimiyle dünyanın geri kalanını da tehdit ediyor, aynısını başka ülkelere yapabileceğini gösteriyor. Dör­düncüsü, Çin’le girdiği rekabette zorlanan, Rusya’nın gelişen nüfuzunu önleyemeyen, Almanya’nın bu iki ülkeyle yakınlaşmasını durduramayan, Suriye’de zemin kaybeden, İran’ın bölgede önünü kesemeyen ABD, yakın çevresinde bir dış politika başarısı arıyor.
Zayıflayan, dünyada bölgesel ittifak ça­balarının önünü kesemeyen ABD, gücünün aşındığını, çok kutuplu düzene dönüşün başladığını görüyor, kabullenmekte zorla­nıyor. Tek süper güç kalmaya çalışıyor, ba­şaramıyor. Küresel ve bölgesel ölçekte ön­cülük ettiği kurumlara (NATO, IMF, Dünya Bankası, NAFTA...) seçenek oluşturacak ya­pıların öne çıkmasını engellemeye çalışıyor, zorlanıyor. Kuruluşunda hayli emek verdiği Avrupa Birliği’ndeki yapısal sorunları biliyor, çözemiyor. Büyük bir askeri güçle yüklendi­ği Ortadoğu’da bile, bölgesel müttefiklerini ve terör örgütlerini sahaya sürdüğü halde, istediği sonucu alamıyor.
Çünkü ABD’nin hem kendi gücü aşınıyor, hegemonya kabiliyeti zayıflıyor hem rakiple­ri güçleniyor hem de dünyanın güç merkezi, batıdan doğuya kayıyor. Yani, ABD’nin saldırganlığı ve küstahlığı, Trump’ın kabalı­ğından değil, ülkenin nesnel koşullarından kaynaklanıyor.
Kıssadan Hisse: 1961-1969 yılları arasın­da ABD Dışişleri Bakanı olan Dean Rusk, 1962’de, Soğuk Savaş’ın en sert dönemle­rinden birinde, “Biz dünyanın tümüyle ilgi­lenmeliyiz” diyordu. ABD emperyalizminin mecburiyeti bu. Ama artık takati yok.
 
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları