Kobani ve Gülmek...

01 Ekim 2014 Çarşamba

“Türkiye IŞİD’e destek vermesin, yeter. Yoksa biz yardım filan istemiyoruz.”
“Türkiye’nin amacı Kobani’nin düşmesi. Burası düştü mü sınır tamamen açılmış olacak, diledikleri yardımları daha rahat yapacaklar.”
“Adıyaman’da bu IŞİD’cilerin kampları, silah depoları var.”
“Bu IŞİD’ciler beş yıldızlı otellerde kalıyorlar. Başlarına bir şey gelse her türlü tedavileri yapılıyor.”
Tayyip’in yapmak istediği şeriatı getirmek. Oysa Türkiye Kobani’den beter olacak.”
“Türkler, Kürtler fark etmiyor. İnsanlık için bunlarla savaşmalıyız.”
“Filistin’de en ufak bir şey oldu mu, ayağa kalkıyorlar. Sınırın ötesinde bir insanlık dramı yaşanıyor, bir tane din adamı çıkıp insan kesmenin dinimizde yeri yoktur demiyor.”
“Tayyip yüzde 52 oy aldığı sürece bu halk kuzudur. Bakın bu Suruç’tan bunlara en son 20 bin oy çıktı. Biz Kürtlerde de hata çok.”
Beğenin beğenmeyin, bunlar, Suruç’ta ve pazartesi günü Mürşitpınar ile Kobani arasında kurulmak istenilen insan zinciri eylemi öncesinde konuştuğum onlarca insana ait algılar… Kobani önemli. Bu topraklarda yaşayan insanların kardeşliği için önemli en başta. Sonra Kobani, Körfez’den giderek Anadolu’ya nüfuz eden radikal İslamcıların durdurulması için önemli. Bu siyasi heyet ve etrafında topladığı zevat memlekete Mısır’daki Müslüman Kardeşler zihniyetleriyle Körfez’in Selefilik trendinin karışımı bir aşı tutturmak için büyük çaba sarf ediyorlar. Gözü dönmüş yobaz teröristlerin çoluk çocuk bir halkı katletmesi, kadınların tecavüze uğraması filan zaten umurlarında değil... Onlar, aklını peynir ekmekle yemişlerin ortaya attığı bir “emperyal oyun” oynadıklarını sanıyorlar!
                                                                      *** 
Bu yolda takıyyenin her türünü kullanmaktan çekinmiyorlar. Dünyanın gözü önünde kestikleri insan kafalarını gülerek sallayanlar, “korku imparatorluğu” kurarak tüm insanlık için bin yıllardır görülmemiş bir şiddeti estirirken; düne kadar “terörist” diyemediklerine uluslararası toplumun zoruyla bu adlandırmayı yapanların pişkinliğini artık herkes görüyor.
                                                                      ***
Bu topraklarda asıl mücadele şimdi başlıyor. Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı yok bu işin… Bir arada yaşamayı mümkün kılacak sekülerliğin geri dönmesi yahut yobaz karanlığına teslim olunması mücadelesi bu. Sadece Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Kobani’de değil maalesef, Türkiye’de de… Bu mücadelenin ön cephesi ise bugün Suriye’nin Kürt halkıdır, Rojava’dır. Rojava’nın Kobani kantonudur. Türkmenlerin, Arapların, Süryanilerin birlikte yaşam deneyimi inşa etmeye çalıştığı bir diyar, bugün radikal İslamcı terörün ağır saldırısı altında. Buna karşı durmak insanlık borcu.
                                                                      *** 
Ben de bunun için gittim Suruç’a, Kobani’ye. Gördüklerimi, işittiklerimi yazdım, insanla konuştum, dediklerini aktardım. Dikkatleri dünyanın en vahşi terör örgütünün saldırısına direnen insanlara çektiğim yazı ve söyleşilerim, belli ki birilerini rahatsız etmiş. Havuz medyasının para karşılığı biatçılık ve papağanlık dışında bir meziyetleri bulunmayan elemanları, hemen linç girişimini devreye sokuvermişler.
                                                                      *** 
Pazartesi günü Suruç’ta Mürşitpınar ile Kobani arasında kurulmak istenilen insan zinciri eylemi öncesinde sabah saatlerinde çekilmiş bir fotoğraf üzerinden, Kobani’yi benim üzerimden akılları sıra “magazinleştirmeye” kalkışıyorlar. Foto muhabiri Burhan Bilici’nin eylem başlamadan önce sabah toplanma alanına ilk gittiğimizde hayranlığını reveranslar eşliğinde dile getirmesi karşısında dayanamayıp attığım kahkahayı “sağ olsun” fotoğraflamış. Sonra da akşam kendi algısınca bir şeyler yazıp Twitter’dan paylaşmış. Türkiye’nin sorunlarını dürüstçe dile getiren gazetecilere uyguladıkları linç kültürünü benimsemişler için “paha biçilmez meze”. Elbette olayı “selfie’sini çekti” diye duyurmalarına şaşmayız, yalancılıklarını biliyoruz. Kim bilir, belki kendi “elemanlarının” Soma’daki “selfie”sinden esinlenmişlerdir.
                                                                      *** 
Sorun şu ki, memleketin güzel insanlarının kendilerine “ağız dolusu” güldüğünün ayırdında değiller hâlâ. Cehaletlerine, kurnazlıklarına, sahtekârlıklarına, yalanlarına, dolanlarına, talanlarına “kız kız, ancak bir yere kadar”... Bir yerden sonra önce ağız dolusu sonra acı acı gülebilirsin. Ben samimi bir insanım, hesap kitap yapmam. Size sözüm şudur: Benim mübalağalı bir jest karşısındaki sıradan kahkahama bakacağınıza, kendi halinize bakın. Bütün dünya ahalisi size ağız dolusu gülmekten katılır olmuş… Diş rengine takanlara da bir not: Sigarayı tellendirmeyi çok seviyorum, birileri talimat verdi diye de bırakmaya hiç niyetim yok. Hayatım bana ait. Hem üzülmeyin, beyazlatması kolay. Siz kara ruhunuzu nasıl beyazlatacaksınız, onu düşünün. Zira kimisi insan gibi güler, kimileri sırtlan gibi sırıtır…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları