‘Bomba’, ‘Tsunami’, ‘Şok’

19 Ocak 2015 Pazartesi

Geçen hafta, Dünya Bankası, dünya ekonomisinin 2014 yılı büyüme oranlarını açıklarken “Büyük Durgunluğun” devam etmekte olduğunu da kanıtlamış oluyordu. IMF Başkanı Lagarde, buna “deflasyon” sorununu ekledi.
Perşembe günü, İsviçre Merkez Bankası (İMB), 1 Frank=1.2 Avro olarak koyduğu sınırı aniden kaldırınca frank birkaç saat içinde Avro karşısında yüzde 30 değerlendi, küresel finansal sistemin kırılganlığı bir kez daha gözler önüne serildi.
O gün mali piyasalara ilişkin yorumlar, “Bomba düştü”, “Finansal Tsunami” (Market Watch 15/01). “Bir sürü insan tonla para kaybetti” (Business Week, 15/01). “Hasar, New York’tan Yeni Zelanda’ya” (Bloomberg, 16/01) gibi başlıklar taşıyordu. Kimi yazarlar 2008 mali krizini başlatan Lehman Brothers olayını anımsıyor, kimileri “Petrol fiyatlarındaki çöküş bunun yanında küçük bir hıçkırık gibi kalabilir” diyordu... “Ne kadar garip ve sinir bozucu zamanlarda yaşadığımızı eğer bunlar da kanıtlamıyorsa, ne kanıtlayabilirdi?” (The New York Times, 15/01)

‘Büyük Durgunluk...’
Dünya Bankası’nın raporuna göre, dünya ekonomisi 2014 yılında yüzde 2.6 büyümüş. Öyleyse, dünya ekonomisi, resesyon eşiği olarak kabul edilen yüzde 2.5’in yanında sürünüyor. Banka 2015 büyüme oranının yüzde 3’te kalmasını, 2016 yılında yüzde 3.3’e yükseldikten sonra 2017’de yüzde 3.2’ye gerilemesini bekliyor. Kısacası banka “Büyük Durgunluğun”, mali krizin 10. yıldönümünde hâlâ devam ediyor olacağını düşünüyor.
Bu resme yakından bakınca, Avrupa ekonomisinin resesyon sınırında süründüğü, Çin’in ekonomik büyüme hızının düşmeye devam ettiği, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızlarındaki yavaşlamanın beklenenden daha hızlı ilerlediği görülüyor.
IMF Başkanı Lagarde da dünya ekonomisinin, jeopolitik risklerin yanı sıra üç büyük basınçtan etkileneceğini düşünüyor: Merkez bankaları politikaları arasındaki büyük uyumsuzluk; Gelişmekte olan ülkelerin dövizlerinde, yüksek faiz, sert sermaye hareketleri, yüksek dolar gibi gelişmelerin etkisiyle yaşanacak sert dalgalanmalar; Avrupa ve Japonya’da düşük büyüme, düşük enflasyon.
Lagarde’a göre “petrol fiyatlarındaki gerileme, ABD ekonomisindeki toparlanma dünya ekonomisini çok düşük, çok kırılgan, çok dengesiz büyüme trendinden kurtarmaya yetmeyecek”... “Çok sayıda ülke, hâlâ mali krizin mirası yüksek borç, işsizlik oranları altında eziliyor. Çok sayıda şirket, tüketici düşük büyüme beklentisiyle yatırımları ve harcamaları kısıyor” (Financial Times, 15/01).
Lagarde’a göre tek parlak nokta ABD ekonomisi. Ancak, geçen hafta veriler, benzinin pompa fiyatından yüzde 6.5 gerilemenin katkılarına rağmen, perakende satışlarının aralık ayında, bir önceki aya göre, yüzde 0.1 düşmesi beklenirken yüzde 0.9 düştüğünü gösteriyordu (Reuters, 14/01). Bloomberg, ABD’de fabrikalarda üretim hızının, sermaye harcamalarının aralık ayında bir önceki aya göre yavaşladığını, toplam sanayi üretiminin yıllık bazda yüzde 0.1’e, kapasite kullanım oranının kasımda yüzde 80’den aralıkta yüzde 79.7’ye gerilediğini aktarıyor. Wall Street Journal, ABD’de tüketici fiyatları enflasyonun, son üç aydır sırasıyla yüzde olarak 1.8, 1.7 ve Aralıkta 1.6 olmak üzere gerilediğinden, Avro bölgesindeyse ilk kez aralık ayında önceki aya göre negatif olduğundan hareketle deflasyon ortamına işaret ediyor. Özetle, yalnızca Avrupa değil, ABD ekonomisi de hem yavaşlama, hem deflasyon işaretleri veriyor. Petrol, gaz sektöründe artan sıkıntıların işsizlik oranlarını da yeniden arttırmaya başlaması bekleniyor.

Merkez Bankası yalan söylerse...
Diğer taraftan, İsviçre MB’nin mantığını anlamak da kolay değil. “Basınca teslim olma” dışında, tatmin edici bir açıklama sunana da rastlamadım.
Mali kriz patlak verdiğinde, sığınacak bir liman olarak franka talep hızla arttı. Frank 2010-11 arasından yüzde 44 değerlenerek İsviçre sanayisinin rekabet gücünü vurmaya başlayınca, İMB artışa bir sınır koydu. Bu sınırı korumak için sistemli olarak Avro satın almaya, frank çıkarmaya başladı. Ancak, 2014 yılı içinde Avro düşmeye, dolar yükselmeye devam etti, bu kez frankın dolar karşısındaki değeri sürdürülemez bir düzeye geldi. Yorumcular bu noktada İMB’nin dikkatini Avro-frank ilişkisinden, dolar-frank ilişkisine yöneltmeye karar verdiğini düşünüyorlar.
İMB Avro - frank sınırını kaldırırken faizleri de -0.75’e indirerek frankın yükselişini sınırlamayı amaçladı. Ancak, frankın Avro karşısında değeri birkaç saat içinde yüzde 30 arttı, sonra yüzde 17-20 arasında durdu. Ancak böylece, İsviçre sanayisinin “ihracat sektörünü”, Swatch’in CEO’sunun deyimiyle “bir mali tsunami vurmuş oldu” (Market Watch, 15/01).
Bu kadar hızlı ve büyük bir döviz hareketi kaçınılmaz olarak, New York’tan Yeni Zelanda’ya, birçok bankayı büyük zarara soktu, birçok döviz işi yapan şirketi iflasa sürükledi, kaldıraçla çalışan birçok yatırımcının sermayesi birkaç saat içinde yok oldu (Bloomberg 16/01). Bu sırada Avro çok önemli bir alıcıdan mahrum kalarak daha da zayıfladı. Tam da Avrupa Merkez Bankası bono alımları yoluyla parasal genişlemeye gitmeye, Avro’yu daha da zayıflatmaya hazırlanırken.
Avro’nun zayıflama eğiliminin güçlenmesi, yenin değerini düşürerek enflasyon yaratmaya çalışan Japonya’nın işini daha da zorlaştırdı. İMB’nin kararı Avro bölgesinde ekonomi politikalarını daha da karmaşık hale getirdi (El Erian, Financial Times, 15/01).
Doların Avro karşısında daha da değerlenmesi, ABD ekonomisinin sorunlarını da artıracak: San Francisco Federal Reserve Bank’ın başkanı John Williams, “ABD’nin ihracatının, dünya piyasalarında talebin zayıflamasına bağlı olarak bir süredir zorlandığını” söylüyordu (Bloomberg, 16/01); şimdi Avro’nun daha da zayıflamasıyla daha da zorlanacak.
İMB’nin, sınırı kaldırmayacağını defalarca vurguladıktan sonra aniden kaldırması piyasalarda merkez bankalarına olan güveni de sarstı. Pimco’nun eski CEO’su El Erian’ın vurguladığı gibi, “merkez bankalarının hem mali piyasalarda dalgalanmaları sınırlamak hem de ekonomik büyümeyi desteklemek paradigması” artık işlemiyor, krizin parasal müdahalelerle yönetilemeyeceği, uzun dönemli yapısal önlemlerin gereği bir kez daha ortaya çıkıyor.
Mali sermayenin gücü kırılmadan sağ popülizm ya da işçi hareketi sermayeyi zorlamadan, uzun erimli yapısal önemler hayal. Ancak, “sağ popülizmin”, faşizme ve savaşlara açıldığı bir gerçek. İşçi hareketiyse halen çok zayıf!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024
Odadaki filler 8 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları