Kriz ama, herkes için değil!

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Mali kriz, eski ABD Merkez Bankası Başkanı “Maestro” Greenspan’a “kırk yıldır benimsediği ideolojinin gerçeğe uymadığını” itiraf ettirdiğinden bu yana gittikçe artan oranda gelir dağılımından konuşuyoruz. Gelir dağılımındaki durumla, kronik talep yetersizliği, dolayısıyla uzun süreli durgunluk arasında bir bağ olduğu giderek bilinçlere çıkıyor.
Diğer taraftan yoksulluğun boyutlarını, hemen her güne tüm müstehcenliği ile, gerek sokaklarda gerekse de televizyondaki, çeşitli iç savaş, denizlerde ölen göçmenler, kuraklık, açlık haberlerinde izleyebiliyoruz. Madalyonun öbür yüzünde -belki de piramidin ucu demek gerekiyor- neler olduğuna ilişkin bilgiler çok ender olarak karşımıza çıkıyor.

Gelir, dağılımı ve...
Bu konu, doğrudan, tüketim kapasitesi ve toplam talep sorunuyla ilgili, bu yüzden giderek daha çok gündeme geliyor. Meydan işgal hareketlerinin, SYRİZA, Podemos gibi siyasi partilerin ortaya çıkışının getirdiği basıncı da unutmamak gerekiyor. Piketty’nin kitabı da kısa bir süre için de olsa dikkatleri konu üzerinde yoğunlaştırdı. Bu sırada Credit Suisse’in 2010’dan bu yana hazırladığı “Küresel Servet Raporu” ilgi çekmeye başladı.
Nasıl çekmesin, raporun verilerini betimlemek için “müstehcen” sözcüğünden başka bir şey aklıma gelmiyor. Kısaca şöyle: Tüm dünya hane halkının servetinin yüzde 85’i hane halkı nüfusunun yüzde 8.6’sının elinde. Bunların içindeki 35 ABD milyarderi, tüm dünya hane halkı servetinin yüzde 44’üne sahip. Bu verileri ülkeler bazında dağıtınca da toplam servetin yüzde 67’sinin, dünya nüfusunun yüzde 8’ini oluşturan, ABD ve Avrupa’da olduğu anlaşılıyor. Servetin 2013-2014 döneminde büyüme hızına bakınca, ilgili oranların ABD için yüzde 2.7, Avrupa için yüzde 8.01, Çin için ise yüzde 16 olduğu, Türkiye’nin serveti gerileyen ülkeler arasında yer aldığı görülüyor. Bunlar son derecede soyut veriler. Gerçekte nasıl bir yaşam pratiğine karşılık geliyor hayal etmek zor. Kimi örnekler yardımcı olabilir.

Tüketimi...
Bu zenginlerin servetleriyle ne yaptıklarına ilişkin bir izlenimi sanat piyasasından edinebiliriz. Geçen hafta New York Christie’s’de yapılan bir açık artırmada Picasso’nun “Cezayirli Kadınlar” tablosu, adı açıklanmayan bir alıcıya 179.4 milyon dolara satıldı. Aynı seansta 34 modern tablo toplam 706 milyon dolara satıldı.
Bu kesimin tüketim tarzı üzerine daha ayrıntılı bilgiler de sıradan insanların seyrettiği ekranlara da yansımaya başladı. Financial Times’ın aktardığına göre Londra, dünyada en çok sayıda milyarder barındıran kentmiş. Londra’da yaşayan 80 sterlin milyarderinin toplam serveti 2014 yılında 301 milyar sterlinden 2015’te 325 milyar sterline yükselmiş. Financial Times, ülkedeki 1000 sterlin milyonerinin servetini 2009’dan bu yana, mali kriz içinde iki kattan daha fazla artırdığını vurgulayarak, soruyor: “Kriz mi demiştiniz?”
Bu tiplerin de doğal olarak kendilerine özgün tüketim alışkanlıkları var. Kilosu 13.000 sterlin olan Beluga havyarı bu alışkanlıkların başında geliyor. Endonezya’da Luvak kedisinin sıçtığı kahve tanelerinden yapılan Kopi Luvak’ın bir fincanının (yaklaşık bir kaşık kahve) fiyatı 325 sterline kadar çıkabiliyor. 60 milyon sterlinlik özel uçaklarla seyahat edenlere hizmet veren bir şirketin şefi, içine iki damla Kopi Luvak katılmış, altın ve gümüş tozuyla süslenmiş tatlının tabağına 900 sterlin alıyor. Bu tatlıyı hazırlayan şef, “Yedikleri yoğurdun sütünün geldiği ineğin adını bilmek isteyen bu insanlar bazen, son derecede acılı bir Curry yaptırıp onu şişesi 1000 sterlinlik Mouton Rotschilde şampanyası ile içiyorlar. Ne anlıyorlar bilmem ama para onların” diyor...
Londra Playboy Kulüp’te, 1812 tarihli bir konyağın yarım dublesini içmek için 5000 sterlin ödemek gerekiyor. Bir Rus gayrimenkul spekülatörü, hiç tereddüt etmeden bu parayı veriyor. Tüm bunlar bana, 1789 Fransız Devrimi öncesi Paris’i, ardından gelen şarkının “Ça ira... Ça ira... Ça ira...” sözlerini düşündürüyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları