Yavaşlarken parçalanıyor (I)

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Geçen haftanın ekonomi tartışmaları, dünya ekonomisinde düşük büyüme eğilimine, “Küreselleşme”den dağılmaya geçiş sürecine işaret ediyordu.

Düşük büyüme hızı
ABD ekonomisindeki beklenenden zayıf toparlanma, Rusya’da resesyon, Brezilya ekonomisinin sert bir resesyondan ekonomik-siyasi bir krize doğru kaymaya başlaması, Çin ekonomisinde büyüme hızının, bir mali kriz olasılığıyla birlikte, gerilemeye devam etmesi dünya ekonomisinin 2015 yılı büyüme hızının da düş kırıklığı yaratacağını gösteriyor. Çin’in resmi büyüme beklentisi yüzde 7 ama piyasalarda beklenti yüzde 3 dolayında şekilleniyor. Çin’de borsa, banka ve emlak piyasalarındaki borç balonu, bir mali kriz sinyali veriyor.Geçen hafta, İngiltere’nin Ulusal Ekonomik Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, 2015 yılı büyüme hızı beklentisini yüzde 3.2’den yüzde 3’e çektiğini açıkladı. Avustralya Merkez Bankası’na bakılırsa gelecek yıl da umut vermiyor. Bankanın cuma günü açıkladığı dört aylık rapor, 2016 yılı büyüme beklentisini, bir önceki raporundaki yüzde 2.5-3.5 aralığından yüzde 2-3 aralığına çekti.

Yükselen ekonomiler filan...
“Yükselmekte” olan ekonomilerin büyüme oranlarının gelecek yıl ivme kazanmasına ilişkin bazı beklentiler var ama ortada herhangi bir somut veri yok. Aksine kimi araştırmacılar, “yeni bir kayıp on yıldan” söz ediyorlar.
Yükselmekte olan ekonomiler (“Emerging Markets”) kavramı, emperyalizm kavramı yerini “küreselleşme” kavramına bırakırken ortaya çıktı. Bu kavram, “bağımlı-az gelişmiş” (postcolonial) ekonomiler ama özellikle uluslararası sermayenin taleplerine en hızlı açılanlar için, Financial Times’tan Kunge ve Wheatley’in araştırmalarında değindikleri gibi adeta pohpohlayıcı biçimde kullanılmak üzere yaratılmıştı (03/08/2015). Bu pohpohlayıcı kavram “yükselerek gelişmiş ülkeler ligine katılacaksınız” diyordu. Şimdi bu durum, ikisi de pek pohpohlayıcı olmayan yoldan değişiyor.
Birincisiyle ilgili, şu iki gösterge hemen bir fikir veriyor. Yükselen ekonomiler olarak tanımlananlar içinde “yükselmesinden” en çok söz edilen BRICS (Brezilye, Rusya, Hindistan Çin, Güney Afrika) ülkelerinin ulusal paraları 1999 yılından bu yana en düşük düzeye gerilemiş durumda. Yükselen piyasaların borsalarını izleyen MSCI indeksi 2009’dan bu yana yüzde 10 geriledi. Aynı dönemde gelişmiş ekonomilerin borsalarındaki yükselme yüzde 50. Gelişmiş ülkelerden yatırımcılar (merkez sermayesi) bu piyasaları terk ediyor ve kendi ekonomilerine dönüyorlar. İkincisi, 15 yıllık “yükselen piyasalar” öyküsünün arkasındaki (neo-liberalizme bütünsel teslimiyetin, ekonomileri talana açmanın yanı sıra) en önemli iki etken Fed politikaları ve Çin ekonomisindeki güçlü büyümeydi. Şimdi, Fed’in ucuz kredi ortamı yaratan politikaları değişiyor. Çin etkeni iki yanlı olarak devreden çıkıyor. Çin ekonomisi yavaşlıyor, emtia piyasalarında oluşturduğu talep düşüyor. Çin sermayesi içerde ve dışarda çok daha rekabetçi bir hat izleyerek diğer yükselen piyasaları baskı altına almaya başlıyor. Bu gelişmeler için, Morgan Stanley’in, Yükselen Piyasalar Bölümü’nün direktörü Ruchir Sharma, “2002- 2010 dönemi şimdi bir anormallik gibi duruyor. Zaten tarihsel olarak, gelişmekte olan ekonomilerden gelerek gelişmiş ülkeler arasına katılmak çok ender görülen bir durumdur” diyor. Sharma’ya göre bu son gelişmeleri “normale dönüş olarak düşünmek gerekir” ( Ye Xie, Bloomberg, 05/08/2015).
Bu resmin bir boyutu daha var: Yükselen ekonomilerin büyüme hızları ile gelişmiş ekonomilerin büyüme hızları arasındaki farkı sıfıra yaklaşırken merkez sermaye açısından kaçacak alanlar iyice daralıyor, piyasalar için rekabet, “jeoekonomi” daha da önem kazanıyor... Kriz söz konusu olunca bu da bir “normale dönüş” aslında. Bu “normale dönüş” de bizi emperyalizmin yerine geçen “küreselleşmenin” hikâyesinin sonuna getiriyor. Yarın devam ediyorum...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları