Olaylar Ve Görüşler

Analar ağlamasından fedaya

27 Ağustos 2015 Perşembe

Ahlak değerlerinin, demokrasi anlayışının ve hukuk kurallarının yerleştiği ve özümsendiği ülkelerde siyasetçi, içinde bulunduğu toplumu her anlamda ileriye taşımak üzere görevlendirilen ve ona karşı sorumlu olan çalışandır.

Bunun seçimle ya da atama ile olması özündeki gerçeği değiştirmez. Aksi durumlarda ise, bu üçleme takip edilerek, ya ahlak değerlerine sahip oldukları için istifa ederler ya demokrasi anlayışı yerleştiği için - örneğin seçimle uzaklaştırılırlar ya da hukuk kuralları devreye alınarak cezalandırılırlar.
Ne yazık ki siyasetin de siyasetçinin de omurgasının olmadığı ülkemizde bu aşamaların hiçbiri gerçekleşmiyor. Dolayısıyla her anlamda hızlı bir erozyon ve deformasyon içinde ülke ve toplum olarak eriyoruz.

Sancılı durumlar
Yaşadığımız çıkarcı ve siyasi ihtirasa dayalı yakın geçmişin göz göre göre önümüze getirdiği acınası durumun yoğun sancısını çekiyoruz. Yaşam kalitesi gittikçe düşüyor. Bölgenin sıradan bir ülkesi haline dönüşmek üzereyiz.
Daha da kötüsü hiç de hak etmediğimiz bu siyasetçilerin yaptığı her şey normalmiş gibi davranmayı seçiyor, yeterince güçlü "artık yeter!" diye haykırmıyoruz. Bunca yaşanandan sonra daha ne bekleniyor acaba?
Bir ülke siyasi çıkar uğruna "Analar ağlamasın"dan "Feda"ya nasıl savrulabilir? Yaşam hakkından ve bir candan daha önemli olan nedir? Bu kadar hayat yitip giderken siyasiler büyük bir pişkinlikle hiçbir şey olmamış gibi bu anlamsız tiyatroyu oynamaya nasıl devam edebilirler?
Zerre kadar değeri olmayan samimiyetsiz siyasi açıklamaları artık dikkate alan bile kalmadı. Hepimiz daha da geç olmadan "niye oldu" ve "nasıl değiştirilebilir" sorularına kafa yormalı ve değişim için demokratik anlamda harekete geçmeliyiz. Hiç kimse yaşananları hak etmiyor. Hele hele de kaybolmuş hiçbir can, canını kaybetmiş olan hiçbir fert Hayat normalmiş gibi sürdürülmeye devam edilemez...

Feda fetvası
Devletin başında oturanın söylemi bugün "analar ağlamasın"dan "ne mutlu şehit ailelerine" anlamsızlığına dönüşürken, bir diğeri "feda fetvası" diye zırvalarken, öbürleri ucuz "şehit oluruz" edebiyatı yaparken hiç mi utanmazlar?
Terör örgütünün ise yaptıklarını zaten savunacak hiçbir şey yok. Adı üzerinde terör örgütü! Hep aynıydı.
Asıl sorun kendi çıkar ve ikballeri için onların palazlanmasına göz yumanlarda ülkenin insanlarını bir arada huzurla, umutla, refahla yaşatamayanlarda...
Sanki 13 yıldır bir başkası iktidardaymış gibi, sanki 2 ay önce seçim yapılmamış gibi, sanki muhalefette başkaları varmış gibi konuşmaya devam ediyorlar. Ama bizler, bu kadim toprakların üzerinde yaşayanlar, artık uyanmış olmalıyız.
Ne bunca zamandır olan bitenin ve sonuçlarının farkında değilmişiz gibi yapabiliriz ne de bugün acıyla kavrulan yüreklerin acısını içimizde hissetmeden yaşayabiliriz...
Eğer içtenlikle uygar bir gelecek istiyorsak ahlakın, demokrasinin ve hukukun aydınlattığı yolda el ele ilerlemeye devam edeceğiz. Başka yolu yok!

Burkon Kadir Nak E. Genel Müdür

 

-

 

Hüzünlü kent: Antakya

Suriye iç savaşı beşinci yılını doldurdu. Bizler savaşı; sığınmacılarla, dünyanın değişik yerlerinden gelmiş kökten dinci teröristlerin sokaklarında, çarşılarında dolaştığı, hastalarının tedavilerinin yapıldığı, mahallelerinde sığınmacı gettolarının oluştuğu bir kentte, Antakya'da yaşıyoruz.

Bir kent hüzünlenir mi? Bir kentin hüzünlendiğini geçen beş yıl içinde yaşayarak tanıklık ettik. "Medeniyetlerin şehri", "Barış, hoşgörü, birlikte yaşamanın" örneği olarak sunduğumuz kent, adım adım sevgiden, barıştan uzaklaştı. Böyle sürerse birlikte yaşamaktan da uzaklaşacak. Evlerine kapanan hemşerilerinin yükselen çığlıklarını duymazdan gelecek, hüznünün yüreğinin derinliklerine akmasına izin verecek.
Hüzünlü Antakya'yı anlatmak kolay değil. Yaşanan iç savaştan en çok etkilenen kentlerin başında geliyor. Sınırımız iç savaş öncesi sanal bir niteliğe sahipti. Karşı tarafta dostlarımız, sevgililerimiz, akrabalarımız bulunuyordu.

Suriyeli hemşeriler
Akşam gezmelerine gidecek kadar yakın hissediyorduk. Bir sabah emperyalistler ve Neo-Muaviyeler ortak savaş başlattı. Uyandığımızda kapımızın önünde binlerle ifade edilen Suriyeli hemşerilerimizi gördük. Bugün BM verilerine göre Hatay'da beş kampta 15.404 sığınmacı yaşamakta.
Kamp dışında yaşayanların beş yüz-altı yüz bin kişi olduğu sanılıyor. Büyük çoğunluğu çocuklar ve kadınlar. Her sokak başında dilenen, parklarda günlük yaşamını sürdüren, pazarda bir şey satmak için uğraşan...
Antakya'yı hüzünlendiren etkenlerin başında kentin demografik yapısının bir taraf (etnik/mezhep) lehine bozulmasıdır. Türk, Alevi Arap, Sünni Arap, Kürt ve Hıristiyan Arap nüfus arası kurulan iç dengenin/üretilen yaşam kültürünün aşınıyor olması kaygılara neden olmakta. İşsizlik ve yoksulluk derinleşti.
İç savaş başlamadan önce yüzlerle ifade edilen yurttaşlarımız günü birlik "gel/git ekonomisi" yaparak geçimlerini sağlıyorlardı. Orta ölçekli ticari taksi işletmeciliği başta olmak üzere değişik bağlantılı işkolları gelişmişti. Bunlar ortadan kalktı.
Bölgenin ana uğraşı olan taşımacılık/ transit geçişler durdu. Kentimizin savaşın parçası olarak görülmesi nedeniyle iç ve dış turizm azaldı. Sığınmacılar açtıkları iş yerlerinde kayıt dışı çalışarak (vergi, bağkur, diğer harçlardan yoksun) esnafımız/ sanatkârlarımızla haksız rekabet etmeleri gerginlik yaratıyor. İşverenlerin sığınmacıları ucuz emek kaynağı olarak görmeleri, emeğin değerini aşındırdı. Emek sömürüsü derinleşti, sosyal güvenlik dışı çalışma yaygınlaştı.

Güvensiz sokaklar
Sokaklarında, parklarında, çarşılarında güven içinde dolaşılamayan bir kent olduk. Mahalle içlerinde sığınmacı "gettolarının oluşması, yan komşunuzun uyuyan terör hücresi olduğunu bilmek korku/endişe yayıyor. Arkanıza takılan dilencinin isteğini yerine getirmediğinizde küfretmesi, çekiştirerek rahatsızlık vermesi sıradanlaştı.
Sığınmacılar ve yerel halk arasında adli vakalar sürekli artıyor. Parklarda, köşe başlarında "fuhuş" pazarlığına her an tanıklık edebilirsiniz. Kadın ve çocuk istismarı yoğunlaştı. İkinci, üçüncü eş olarak gayri resmi evliliklerin sayısında artış yaşanıyor.
Antakya'nın hüznü son Suruç kırımı ile arttı. Mahallelerinde yüzlerle ifade edilen uyuyan IŞİD hücreleri olduğunu, sokaklarında canlı bombaların dolaştığını bilerek yaşamak kolay değil.

Barış istiyoruz
Zenginliğimizi yeniden üretip komşularımızla paylaşmak, akşam gezmeleri yaparak birlikte "çiğdem çitlemek" istiyoruz. Bunu başaramazsak hüzünden "ince hastalığa" yakalanıp öleceğiz.

 İrfan O. Hatipoğlu Mustafa Kemal Üniversitesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları