Kriz Günleri ve Rasih Güran

22 Ocak 2009 Perşembe

İçinde yaşadığımız kriz günlerinde bir yandan da geçmiş krizlere ilişkin okuduğum romanları, gördüğüm filmleri düşünüyorum.

Nasıl unutulur, Atları da Vururlar” ? 1929 Büyük Bunalım yıllarında, para ödüllü dans maratonunu kazanabilmek için günlerce, ölümüne ayakta dans etmeye çabalayan insanların öyküsünü anlatan filmi bir kez görmüş olanların bir daha aklından çıkabilir mi Jane Fondanın, Michael Sarazinin umutsuzlukla tükenen yüzleri?

John Steinbeckin iki büyük romanından Gazap Üzümleri, o yıllarda topraklarını yitiren insanların yeni hayatlar peşinde çektikleri acıları anlatır; Bitmeyen Kavga ise tarım işçilerini örgütlemeye çalışan iki sosyalist militanın öyküsüdür.

Bu iki romanı dilimize çeviren Rasih Güranın da ilginç bir yaşam serüveni vardır:

1912 doğumlu bu parlak insan, Nâzım Hikmetin kardeşi gibi sevdiği ve güvendiği arkadaşlarından biri olmuştur. Sosyalist düşünceye inanmış, Türkiye Komünist Partisine üye olmuştur.

Çağdaş resim sanatımızın önde gelenlerinden Nazmi Ziyanın (1881-1937) yeğeni olan Rasih Güran, 4 Ocak 1936 günü, Nâzım Hikmeti Nazmi Ziyayla buluşturup onun bir portresini yapmasını sağlamıştır. Bu tablo bugün, Piraye Koleksiyonu arasında korunmaktadır.

Ne ki, ilerleyen yıllarda Rasih Güran, büyük hayal kırıklıklarına uğramıştır. Bunlardan ilki, Nâzımın Bursa Cezaevinden Pirayeye ayrılmak isteğini bildiren mektubu Rasih Güranla elden göndermesidir. Nâzımın, kavgasıyla sevdasını birleştirerek dünyanın en güzel şiirlerini yazdığı Pirayeden ayrılmak istemesini Rasih Güran hiç anlayamamıştır.

Ardından ellili yıllarda, uzun yıllar sosyalistlerin mitleşmiş önderleri olan Stalinin ölümünün ardından inanılmaz vahşet ortaya dökülür. Önder bildikleri kişi, milyonlarca insanın ölümünden sorumlu tutulmaktadır. Rasih Güran, bu büyük yıkımın etkisinden bir türlü kurtulamaz. Ağzında hep aynı soruyla dolaşır: Bize ya önceden yalan söylüyorlardı ya da şimdi yalan söyleniyor.Öyle ya da böyle kandırılmış olduğu düşüncesini onuruna yediremez.

60’lı yıllarda kendini çeviriye verdiğinde birbirinden değerli yapıtlar kazandırır dilimize: William Faulknerın Ses ve Öfkesi, John Reedin Dünyayı Sarsan On Günü, Isaac Deutscherin Troçkisi de bunlardandır.

Rasih Güran, yetmişli yılların başında kanser kuşkusuyla hastaneye yatırıldığında öleceğini öğrenmekten mutlu olmuştur. Yalanla dolu bu dünyada yaşamak için bir neden bulamamaktadır. Aynı günlerde devrimci gençlerden Sinan Cemgilin Nurhak Dağları’nda öldürülmesi, içindeki acıyı daha da büyütür.

Hastanede yapılan tetkikler sonuçlanmış, kanser olmadığı anlaşılmıştır. Mutlu haberi alan Rasih Güran, hastane odasının balkonundan kendini aşağı atıp hayatına son verir.

***

Rasih Güranın yaşamına ilişkin ilginç bir yazıya Aziz Nesinin Benim Delilerim adlı kitabında rastladım. Aziz Nesin, ismini hiç anmadan bu dürüst aydının yaşamöyküsünü kitabında kendi yorumuyla anlatmış.

İçinde yaşadığımız kriz günleri, bizlere John Steinbeck gibi yazarlar, Rasih Güran gibi insanlık onurunu her şeyin üstünde tutan aydınlar getirecek midir, yaşayanlar görecek elbet.

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yüz Yıl Önce Balkanlar 26 Aralık 2012

Günün Köşe Yazıları