Jeopolitiğin öbür sıcak konusu

29 Ekim 2015 Perşembe

Geçen hafta jeopolitiğin sıcak konusu Rusya, Suriye idi. Bu hafta da Güney Çin Denizi’nde, bir çatışma çıkma olasılığını tartışıyoruz. Diğer bir deyişle, üç büyük güç arasındaki ilişkiler, tırmanan gerginliklere dönüşüyor.

Geleceğe dönmüş durumdayız
Çok değil 15 yıl önce, “Tarihin sonu”ndan, küreselleşmenin karşısında ulus devletlerin gücü kırıldığı için jeopolitiğin artık geride kaldığından söz ediliyordu. Ben yazılarımda “hayal kurmanın anlamı yok, daha önce, 19. yüzyılın sonunda da buralardan geçtik, kapitalizmin doğasında var” diyerek uyarıyordum. Şimdi de “emperyalizmin doğasında savaş olduğunu” bildiğimden açıkçası korkuyorum.
Artık bir süredir “klasik” jeopolitiğin, kavramlarıyla konuşuyoruz: Bir “kıta gücü” olan Rusya, ulusal güvenliğini sağlamak adına, Avrasya kalbinin (Heartland) çevre alanlarını (rimlands) kontrol etmek için çabalıyor. Böylece, kırılma kuşaklarında (Shatterbelts) yer alan ülkelerin (Türkiye de bu kuşak üzerinde) güvenliklerine, bütünlüklerine yönelik riskler hızla artıyor.
Güney Çin Denizi’nin jeopolitiği biraz farklı. Bu bölgeyi anlayabilmek için, 20. yüzyılın başında, bir önceki paragraftaki kavramları üreten MacKinder, Spykman, Cohen gibi coğrafyacılara ek olarak, biraz daha geriye (!), 19. yüzyıla gidip ABD’li Amiral Alfred Thayer Mahan’in deniz taşımacılığının önemi, yollarının denetimi üzerine düşüncelerini anımsamak gerekiyor.
Güney Çin Denizi ülkeleri için deniz ticareti, kara ticaretinden daha önemli. Dünya ticaretinin yüzde 90’ı hâlâ deniz üzerinden gerçekleşiyor. Güney Çin Denizi, 1.2 trilyon doları ABD ile, 5 trilyon dolarlık bir ticaret hacmini taşıyor. Bengal Körfezi’ni, Hint Denizi’ni ve Pasifik Okyanusu’nu birbirine bağlayan bu bölgede dünya balık stoklarının yüzde 10’u var.
Güney Kore enerji gereksiniminin yüzde 30’unu, Japonya yüzde 60’ını, Çin yüzde 90’ını bu denizin üzerindeki taşımacılıktan elde ediyor. Çin denizinin altında, kapasitesi 130 milyar varile ulaşan petrol, 900 trilyon metreküpe ulaşan gaz rezervleri olduğuna inanılıyor.
Hem bölge ülkeleri hem de yükselmekte olan bir güç Çin, hem de küresel hegemonyasını korumak açısından ABD için bu denizi, Malakka Boğazı’nın hatta bu denize gelen Hürmüz Boğazı gibi stratejik geçiş noktalarının (choke points) denetimi son derecede önemli bir sorun. Bölgenin yükselen hegemonya adayı Çin ile hem Vietnam Filipinleri Güney Kore, Japonya gibi ülkelerin hem de yerleşik hegemon ABD arasındaki gerginlikler de bu sorun üzerinden artıyor.

Çin işi adalar...
Deniz hukukunda dört tür oluşum tanımlanıyor: Ada (12 mil kara suyu ve 200 mil ekonomik alan hakkı var), Kaya (yalnızca 12 mil), sular çekilince görülen sığ çıkıntı (hiçbir hakkı yok), yapay ada (yalnızca 500 m güvenlik şeridi).
Sorun, son yıllarda iyice özgüveni artan Çin’in, kimi, üstelik aidiyeti tartışmalı sığ çıkıntıları doldurarak adaya dönüştürmeye, üzerlerine askeri tesisler yerleştirmeye başlamasıyla ilgili.
Çin bu kayalıkları ada ilan ederek 12 mil ve 200 mil ayrıcalıklarına sahip olduğunu, bunu ihlal edenlerin ulusal egemenliğini çiğnemiş olacağını, buna asla izin verilmeyeceğini iddia ediyor. ABD bu adaları ve 12/200 mil ayrıcalıklarını tanımadığını, ulaşım özgürlüğünü kullanmaya, savunmaya devam edeceğini açıkladı.
Salı günü ABD’nin güdümlü füze taşıyan bir destroyeri, USS Lassen, Spratleys adaları yakınındaki, adaya dönüştürülmüş kayalığın 12 mil alanı içine girdi. Çin Dışişleri bu durumu yasadışı bir eylem olarak protesto etti.
Böylece, bölgede güvenilirliğini korumak zorunda olan ABD ile, karasularına girerek “ulusal egemenliğini ihlal eden” hegemon karşısında direnme gücünü bölge ülkelerine, milliyetçi söyleminin geçerliliğini de kendi halkına kanıtlamak zorunda olan Çin devleti karşı karşıya geliyor. Her ikisinin de geriye adım atacak yeri yok. Bu koşullarda, bölgede militarizmin, savaş risklerinin artmakta olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları