Özgür Mumcu

Zamanımız var

04 Kasım 2015 Çarşamba

Seçim sonucunda Kürt meselesi belirleyici oldu. Barış süreci karşılığında başkanlık elde edilmek üzere yürütülüyordu. HDP’nin 7 Haziran’da barajı, Erdoğan’ı başkan yaptırmayacak şekilde aşması o hesabı bitirdi.
O günlerin sıcaklığında Yalçın Akdoğan, HDP’yi sürece ihanet etmekle suçladı. Sözleri şöyleydi: “Abdullah Öcalan bunları yakalasa her şeyi mahvettiniz diye kovalar.”
HDP, haziran ayında Meclis’e girerek AKP’nin anayasayı değiştirecek sayıda milletvekili kazanmasını engelledi. AKP ile koalisyona girmeyi reddederek, AKP’nin eksik milletvekillerini tamamlamayı da reddetti.
Partinin oy kaybından öncelikle “barış süreci” sorumlu tutuldu. Süreç, AKP’ye oy kazandırmıyor, “nankör” HDP de süreç karşılığında başkanlığı vermiyor.
Haziranda meydanlarda o kadar Kürtçe Kuran sallanmasına rağmen muhafazakâr Kürtler elde tutulamamıştı. Bir de üzerine milliyetçi oylar kaybedilmişti.
AKP, kendini ancak sağı alabildiğince kendi parti tabelası altında konsolide etmenin kurtaracağını hızla anladı.
Bunun yolu da MHP oylarını almaktı. MHP oylarını almanın yolu ise tekrar savaş düzenine geçmekti. Denediler, başardılar.
Saadet ve BBP seçmeni de 1 Kasım’da gönüllerindeki ikinci partiye oy vererek, küçük parti seçmeninin iki turlu seçim refleksini gösterdi.
Artan şiddet belli ki muhafazakâr Kürt seçmenin bir kısmının da AKP’ye dönmesine imkân sağladı.
Zaten sinyalleri gelmekte olan savaş politikası ise Suruç katliamı ve Demirtaş’ın “kirli bir olay” diye tanımladığı Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesinden sonra devreye girdi.
Ankara katliamından sonra HDP seçim kampanyasına son verdi. CHP de kampanyayı sınırlı bir şekilde yürüttü. İktidarın ve medyadaki en büyük güç olan iktidar medyasının Ankara katliamını bir kokteyl olarak sunmaları ve dolaylı olarak PKK’yi de sorumlular arasına katmaları karşılık buldu.
Barış süreci kaldırıldığı dolaptan indirilir mi?
Seçim sonrası MHP’de bir yönetim değişikliği olur ve başkanlık için yeni MHP, AKP’ye destek verirse, süreç rafta kalır.
Aksi takdirde ihtimal dahilindedir. Uzun süre seçim yok. Milliyetçi oyların kaçması göze alınabilecek bir risk.
İki seçim arasının suskunu Öcalan’ın ne diyeceği önemli. HDP’nin tavrı da.
Ancak bunun için Erdoğan’ın başkanlık için gerçekten bir anayasa değişikliğine ihtiyaç hissetmesi lazım. Bu fiili başkanlık rejimiyle de devam edebilir. Fakat, oyların yarısını almış Davutoğlu’nun güçlenmesi ihtimaline karşın, başkanlığını anayasal bir güvenceyle kurumsallaştırmak da isteyebilir.
Kürtlerle “İslam bayrağı” altında barışarak, Ortadoğu’nun geri kalanının da Sünni abisi olmaya yönelme politikası hâlâ güncel ve AKP için geçerli mi? Suriye’deki son gelişmeler şimdilik bu abilik arzusunun önünü açar nitelikte değil.
Her durumda zor bir dönem.
Kürt meselesi ve onunla iç içe geçmiş Suriye siyaseti kolay çözülür bir düğüm değil.
Otoriterliğin artacağı ise aşikâr. İktidara ait olmayan medyanın gelecek baskıya dayanma gücünü hep beraber göreceğiz.
Meşhur “restorasyon”, eğitimden yargıya, bürokrasiden genel olarak topluma dört sene daha tesir edecek. Muhtemelen de bu artan bir dozda olacak.
Erdoğan’da somutlaşmış bir hâkim parti rejimindeyiz.
Muhalefetin, farklı toplumsal kesimlerin ittifak kurabileceği yeni bir politika geliştirmesi şart. Yoksa CHP, bir istikrar abidesi gibi etrafında ne olursa olsun yüzde 25 civarında kalacak gibi.
“Ha çözüm basitmiş, nasıl olacak o iş hele bir yol söyle” diye soranlar olacaktır. Vallahi bilsem ilk köşe yazımda onu yazar bir daha da kimseyi rahatsız etmezdim.
Ama bunu bulmak için uğraşmak gerek.
Tek olumlu sonuç şu. Bunu yapmak için bir hayli zamanımız var.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları