‘Ben devletim!’- ‘Devlet benim’

30 Kasım 2015 Pazartesi

Can Dündar ve Erdem Gül arkadaşlarımızın yargılanmak üzere tutuklanması, fiilen değiştikten sonra şimdi yeni anayasa projesiyle kendine kılıf arayan rejimin mükemmel bir dışavurumudur.
Bu kendine güveni son derecede düşük, korku içinde bir rejimdir; daha dün seçimleri kazanmış olmasına karşın bir türlü yarınından emin olamayan bir kadronun yönetmeye çalıştığı bir rejimdir.
Bu kadronun özgüveninin ne kadar zayıf, rejimin ne kadar kırılgan olduğunu anlayabilmek için haziran- kasım arası dönemde yaşananları, Güneydoğu’da Kürt bölgelerinde yaşanmakta olanları, Suriye iç savaşı bağlamında başlayan gelişmeleri (bunlara yarın değineceğim) düşünmek yeterlidir.
Fransız yönetiminin, 130 vatandaşının, başkentin göbeğinde IŞİD tarafından katledilmesi karşısında gösterdiği refleksi, Devlet Başkanı Hollande’ın başlattığı diplomasi atağını, Suriye politikasını değiştirme cesaretini, cuma günü yapılan anma merasiminin vakarını, Türkiye’deki rejimin Ankara katliamından sonra takındığı tutumla karşılaştırmak, Paris katliamından sonra verilen demeçleri, çalınan ıslıkları anımsamak da rejimin karakterini, bu kadronun ülkeyi getirdiği noktayı anlamak açısından son derecede öğreticidir.

‘Garip’ bir rejim bu
Can Dündar ve Erdem Gül arkadaşlarımız devletin iki “kliği” arasında çıkan uluslararası boyutlu, öncelikle de bu ülke halkının güvenliğini ilgilendiren bir çatışmanın bilgisini haberleştirdikleri, diğer bir deyişle gazetecilik yaptıkları, Cumhurbaşkanı da ben bunun hesabını sorarım dediği için yargılanmak üzere tutuklandılar. Karşımızda, Cumhurbaşkanı’nın gizli kalmasını istediği (!?) bir olayı basına sızdıranları, olayın boyutlarını, yasalara uygun olup olmadığını araştırmak yerine, olayı haberleştiren gazetecilerin peşine düşen garip bir rejim var. Bu garip “rejim” iki vektörün bileşkesi olarak şekillenmeye devam ediyor.
Birincisi, devletin yönetimine, içindeki iktidar noktalarına hâkim kadronun iç ve dış politikası iflas etmiş, akıllarındaki proje realitenin duvarına çarpmıştır. Şimdi, bu kadro yaptıklarını açıklamakta büyük zorluk çekiyor, toplumun yarısından fazlasının güvenini kaybettiğini, rızasını alamadığını biliyor. Geri kalanından aldığı rızayı da, eleştirel bakışlar devam ettiği sürece kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunun bilincindedir. “Bu ülkede bir aydın sorunu var” yakınması da bu kırılganlığın itirafıdır.
Tüm eleştirel sesler kısılmalı, muhalefet duyulamaz, iktidardaki kadronun temsil ettiği sınıfın hakikati dışında bir hakikat konuşulamaz, hatta anlaşılamaz olmalıdır. Bu kadro, temsil ettiği sınıf, özelde kendi pratiğinin, genelde “hakikatin” bilgisinin üretiminin, yeniden üretiminin üzerinde mutlak bir kontrol kurmak, realiteye tamamen hâkim olmak istiyor.
Bu aynı zamanda bedenler ve mekânlar üzerinde mutlak bir denetim arzusu demektir. Bugünün ekonomik, kültürel ve teknolojik koşullarında bu arzuyu gerçekleştirmek mümkün olmadığı için de, bu kadro gittikçe öfkeleniyor, korkuyor daha fazla baskıya, şiddete sığınarak korunmaya çalışıyor.
İkinci vektör, ana akım, düzen içi, muhalefetin zaaflarına, yetersizliğine ilişkindir. Ne sermayenin egemen kesimleri ne de ana akım muhalefet, iktidardaki kadronun toplumsal, siyasi, kültürel özelliklerini, bunun realiteye eklediği yeni boyutları kavrayabilmektedir. Ana akım muhalefette Cumhuriyet gazetesinden başka bir ses kalmamış olmasının bir nedeni de budur.
Düzene karşı olan sol muhalefet ise, ne yaşamış olduğu tarihsel yenilginin boyutlarının tam olarak bilincindedir ne da karşı karşıya olduğu yaşamsal (fiziki ve kültürel) tehlikenin. “Güzel Ruh” durumundan çıkılması, farklılıkların ikinci plana atılıp ortak noktaların üzerinde güçlerin birleştirilmesi gerektiği hâlâ kafalara dank etmiyor.
Ülke son derecede karanlık bir uçuruma doğru yuvarlanmaya devam ediyor. Can Dündar ve Erdem Gül arkadaşlarımız bu gidişi tarih önünde belgeledikleri için tutuklandılar. Pratikleri ve duruşları bizim de onurumuzdur!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları