Piyasalarda belirsizlik ve korku

14 Ocak 2016 Perşembe

Küresel mali piyasalar açısından 2015 yılının kötü geçtiğine, dünya ekonomisinde durgunluğun devam ettiğine, “2016 yılına ilişkin beklentilerde resesyona, bir mali sarsıntı olasılığına doğru eğilen bir kötümserliğin egemen olduğuna” dikkat çekmiştim (04/01). Bu kötümserliği haklı çıkaracak gelişmelerin geçen hafta başladığını görüyoruz.

İki soru
Geçen hafta Çin borsalarında hızlanarak işlemlerin iki kez kesilmesine yol açan düşme trendi, hafta kapanırken dünya varlık piyasalarından 2.3 trilyon dolardan fazla sermayenin silinmesine yol açtı. ABD piyasalarında S&P 500 indeksi haftayı toplam yüzde 6 gerilemeyle, 1 trilyon dolardan fazla kayıpla kapadı. Bu, indeksin tarihindeki en kötü “yeni yıla başlama” haftasıydı. Avrupa borsaları da büyük kayıplar yaşadılar. Salı günü New York borsasında petrolün varil fiyatı 12 yıldır ilk kez 30 doların altına düştü.
Financial Times, Washington Post, Bloomberg’de yorumcular, dünya borsalarındaki bu sarsıntının yeni bir küresel resesyonun habercisi olabileceğine, en azından “büyük durgunluğun” uzayacağına işaret ettiğini düşünüyorlar.
Geçen haftanın olayları bence iki soruyu gündeme getiriyor. (1) Çin dünyanın ikinci büyük ekonomisi, ama mali piyasaları korunaklı, yabancı sermaye payı az (yabancı borsalara bulaşma riski teorik olarak yok); öyleyse bu sarsıntılara neden yol açıyor? (2) Çin ekonomisinde gerçekte ne oluyor?
Bu sorular ve cevapları birbirleriyle yakından ilişkili. Şuradan başlayabiliriz: Çin ekonomisi, Soros’un vurguladığı gibi “bir yeniden yapılanma sorunuyla” karşı karşıya; ihracata dayalı büyümeden iç pazara yönelik büyüme modeline geçmeye çalışıyor. Ancak imalat sanayi indeksi yaklaşık bir yıldır sürekli geriliyor. Reel ücretler yılda ortalama yüzde 12 gibi bir düzeyde artmaya devam ediyor. Grevler ve direnişlerde 2015 yılında bir önceki yıla göre belirgin bir artış var.
Çin kapitalizmi bir taraftan ihracat piyasalarında talep yetersizliği, diğer taraftan iç piyasada özellikle büyük şirketlerde ücretler üzerinden bir maliyet artışı ile karşı karşıya. Bu koşullarda hemen her zaman olduğu gibi sermaye kendine yeni yatırım, değerlenme alanları bulmak üzere ülke dışına çıkmaya başlıyor. Financial Times’dan George Magnus bu çıkışın 2015’te 1 trilyon dolara ulaştığını tahmin ediyor. Böylece Çin’in dünya ekonomisi içindeki ağırlığı, hammadde, enerji ithalatçısı olmanın yanı sıra sermaye ihracatıyla da hızla artıyor.

Ve korkular
Çin ekonomisinde yaşananların dünya ekonomisinde bu hızla yankılanmasının arkasında öncelikle bu yapısal ilişki var. Daha kısa dönemli olarak da bir borç krizi korkusu söz konusu. Bu kriz eğilimleri içinde ekonomik büyüme hızı yavaşlamaya başlayınca, Çin devleti, borçlanmayı kolaylaştırarak, borsada oynamayı teşvik ederek ekonomiyi canlı tutmaya çalışırken büyük bir kredi balonu yarattı. Magnus ve Lawrence Summers, borsadaki sert gerilemenin bir borç krizinin öncü sarsıntıları olabileceğini düşünüyorlar. Jeffrey Sachs’a göre, “yedi yıl sonra, bu sarsıntılar Lehman Brothers’ın tetiklediği paniği anımsıyor”.
İkincisi, Çin devleti bu kriz eğilimlerinin basıncıyla, önceliği sanayi sermayesinin dış pazarlardaki rekabet gücünü arttırmaya verdi, Remninbinin devalüasyonunu hızlandırdı. Bu ikinci etken, piyasalarda El Erian’in deyimiyle Çin “başka ülkelerdeki büyümeden çalacak (depresyon ihraç edecek-E.Y.) korkusu yaratıyor”. Nevski yatırım şirketinin, 21 yıldır yönettiği “Yükselen Piyasalar Fonu”nu kapatırken geçen hafta yayımladığı, büyük ilgi çeken notta işaret ettiği gibi, Çin devletinin ekonomik verilerindeki, ekonomi politikasındaki şeffaflık yokluğu giderek artan bir güven sorunu, durum çok daha kötü olabilir korkusu yaratıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları