Sosyal medya tuzağı

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Uygarlığımız, internet ve sosyal medyasız yaşayamayan bir insan türü üretti (ben de onlardan biriyim). Dünyada sosyal medya platformlarını kullananların sayısı 2010 yılında aylık 970 milyondan, 2016 yılında 2.4 milyara çıkmış. Facebook’un payı 1.6 milyar, Twitter’ınki 310 milyon kişi. Facebook ve Twitter kullanımının yeni bir bağımlılık tipi oluşturduğunu düşünen psikologlar da var. Ancak artık sosyal medyadan vazgeçmek olanaklı görülmüyor. Hayatımızı o kadar kolaylaştırıyor, renklendiriyor ki...

Bir parantez kapanıyor
Ancak bu madalyonun bir yüzü. Öbür yüzünde geçenlerde “Facebook sunduğu haber akışında muhafazakâr kaynakları dışlıyor” iddiasıyla başlayan tartışmanın işaret ettiği soru var: Facebook gibi sosyal medya platformları, izleyicilerinin ulaştıkları bilgileri maniple ederek gerçekliğe ilişkin algılarını şekillendiriyorlar mı? Hayır şekillendirmiyor demek giderek zorlaşıyor.
Sosyal medya platformlarının takipçilerinin gerçekliğe ilişkin bilgilenme süreçlerini belirleme kapasitesi, bu platformların takipçileri hakkında bilgi toplama kapasitesiyle birleşince adeta bir parantez kapanıyor: Yalnızca “izleme toplumu” bağlamında devletler, şirketler, (buna, biraz zorlayarak sermaye ilişkisi de diyebiliriz) internetin de devreye girmeye başlamasından bu yana, kredi kartlarımızdan arama motorlarındaki siyasi, estetik, hatta cinsel tercihlerimize kadar, en son olarak yüz tanıma programlarını, hatta akıllı televizyonlarımızı bile kullanarak, yaşamımızın her alanına giderek artan bir yaygınlıkta, derinlikte izlemekle kalmıyor, aynı zamanda estetik siyasi, sosyal seçeneklerimizi, algılarımızı maniple ediyor.
Aslında, “cybernetique” sözcüğünün etimolojik kökeni de (“Kubernetes”: yöneten, kontrol eden) nereye doğru gittiğimizi gösteriyor, yeni bir yönetim, denetim biçiminin gelmekte olduğuna işaret ediyor.

Viva algoritma...
MOBESE kameraları, gittikçe kapasitesi artan akıllı, kameralı telefonlarımızı, internete bağlı televizyonlar, ev araçlar, kameralı bilgisayarlar adeta her şeyi gören gözler, işiten kulaklar gibi bizi küresel çapta bir panopticon (bir gözün her mahkûmu görebildiği hapishane) içine kapatmaya başlamış gibi.
Diğer taraftan, yaşamlarımızın ayrıntılarının dijitalleşerek data verilerine dönüşmesinden galiba o kadar da şikâyetçi değiliz. Yaşamımız türlü biçimlerde kolaylaşıyor, hızlanıyor ya... Sonra terörizme karşı mücadele, güvenlik var ya...
Ancak, kapitalizmin krizi, hızlandırdığı ekolojik kriz, sayıları hızla artmaya başlayan baskıcı hükümetler, bu “izleme toplumu” içinde artık anlamsızlaşmaya başlayan bireyin mahremiyeti, genel seçimler, algıları denetleyen, halkı yönlendiren demagoglar da var.
Facebook’un sunduğu haber akışıyla ilgili tartışma başladığında ortaya çıkan bir şey daha var. Facebook’un haber hazırlayan kadrosu bu haberleri, bir algoritmanın derleyerek önlerine getirdikleri içinden alarak hazırlıyormuş. Bu alanda çalışan bir “işçi” “kendimizi, algoritmaların gelişmesi, daha hızlı öğrenmesi için kullanılan deney fareleri gibi hissediyoruz”... “Bir süre sonra bizi atıp süreci tamamen algoritmalara devredecekler...” diyor.
Bu “izleme toplumunun” izleme ve maniple etme pratiklerinin, ekonomik, siyasi iktidarları korumak için kullanılması bir sorun. Hızla sermaye ilişkisinin “kategorik buyruğu” altında gelişmekte olan, bir gün bağımsızlaşması beklenen bir yapay zekânın elinde toplanması ise bence bambaşka bir sorun.
Sizi bilmem ama zaten her hareketimi izleyen, analiz eden, öznelliğimi dijitalleştirerek kategorize eden algoritmaların bir de gerçekliğin neresini, nasıl ve hangi öncelikle kavrayacağımı belirlemeye başlaması beni çok rahatsız ediyor. Ama bu tuzağın içinden çıkabileceğimi de sanmıyorum...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları