Ulusaldan küresele, sonra yine...

14 Temmuz 2016 Perşembe

Kapitalizmin ekonomik krizini 1980’lerden bu yana yöneten neoliberal küreselleşme politikaları şiddetli bir mali krizle tükendi. Şimdi sonu belirsiz bir “uzun durgunluk” içindeyiz, gelişmiş kapitalist ülkelerde yönetici sınıflara, küreselleşmeye karşı ulusalcı, yabancı düşmanı bir tepki hızla güçleniyor, merkez partileri zayıflıyor. Bu noktadan nereye gideceğiz?
ABD Hazine Bakanı iken serbest piyasanın, küreselleşmenin en etkili savunucularından Lawrence Summers’ın geçen hafta Financial Times’ta yayımlandıktan sonra yoğun tartışma yaratan “Seçmen sorumlu bir ulusalcılığı hak ediyor, küreselleşme refleksini değil” başlıklı yorumuna bakınca, bu soruya “geriye, tarihin karanlık noktalarından birine doğru” diye cevap verebiliriz.

Küreselleşmenin sonunda...
Aslında, bu karanlık noktalardan birine doğru ilerlediğimizin ayırdına ilk kez, 1997 Asya kriziyle, 2003 arasında yoğunlaşan olaylar (mali kriz, 1929 bunalımı anımsatan bir resesyon, küreselleşme karşıtı kitlesel hareketler, 11 Eylül, Afganistan ve Irak savaşları) sırasında varmaya başlamıştık. Bir önceki küreselleşme, kapitalizminin krizin içinde, iki büyük savaşa, faşizme ve devrimlere yol açarak çökmüştü. Ya o zaman olduğu gibi hükümetler yine küreselleşmenin basıncıyla sertleşen sınıf çelişkilerini yumuşatmak için ulusal ekonomilerini koruma altına alırlarsa, yine göçmen gelişini sınırlamaya hatta durdurmaya başlarlarsa; ya yine militarist bir ulusalcılık gelişir, uluslararası ekonomik rekabet, siyasi rekabete, kaynak paylaşımı yarışına, oradan da büyük güçler arasında savaşlara yol açarsa?
Korkarım, bu sorulara kesin bir cevap vermek zor. Daha şimdiden, ABD’de Trump’ı, İngiltere’de Brexit’i, Avrupa Birliği ülkelerinde AB ve küreselleşme karşıtı, yabancı düşmanı partileri destekleyen güçlü akımlar, hükümetleri bir önceki küreselleşmeyi yıkan politikalara doğru itiyor.
Hükümet politikalarının şekillenmesinde etkili olan çevrelerde de bu yönde bir hava değişikliği var.

‘Sorumlu ulusalcılık’
Summers, yukarda değindiğim yazısında, yeni bir uluslararası ekonomik politika anlayışının gerektiğini vurguladıktan sonra, “yeni yaklaşımların, hükümetlerin temel sorumluluğu vatandaşlarının refahına öncelik vermektir, soyut bir küresel çıkar peşinde koşmak değil’ düşüncesinden hareket etmesi ”... “Halkın da içinde yaşadığı toplumu biçimlendirdiğini hissetmesi gerekir” diyor.
Summers’e göre, “bir hükümetin vergi gelirlerini istediği gibi kullanmasına, halkını korumak için genleri değiştirilmiş gıdaları yasaklamasına, sermaye hareketlerini sınırlamasına, bir uluslararası kuruluş hangi gerekçeyle engel olabilir ki?” Summers, uluslararası anlaşmaları, “ulusların yasaları arasında nasıl bir benzeşme getirdikleri, finansı, ticareti ne kadar serbestleştirdikleri temelinde değil, vatandaşların gücünü ne kadar arttırdıklarına göre değerlendirmek gerektiğini” düşünüyor. Summers’e göre bugün artık, “enternasyonalizm (küreselleşme - E.Y.) refleksi değil sorumlu bir ulusalcılık” gerekiyor.
Ülkelerin siyasi düzenlerinde, egemen sınıfları tehdit eden gelir dağılımı, ekonomik krizin büyümeyi engelleyen kronik kapasite fazlası, ağır borç yükü sorunları, gelişmiş (emperyalist geleneğe sahip) ülkelerin hükümetlerini, bir taraftan ulusal kaynaklarını ülke içinde tutmaya, dış rekabet karşısında korumaya, diğer taraftan sorunlarını dünya ekonomisine ihraç etmeye yönelik politikalara, kısacası korumacılığa, merkantilizme, emperyalizme yönlendiriyor.
Bu sırada günlük haberler, ABD, Rusya ve Çin’in yanı sıra Almanya ve Japonya dış politikalarında militarist eğilimlerin güçlendiğini aktarıyor. Gelecek giderek geçmişe benziyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları