Sözün bittiği, kelimelerin anlamsızlaştığı yerde, çaresiz çırpınışlarla cümleler kurmaya çalışıyoruz.
Siz benim ne düşündüğümü, ben de sizin ne düşündüğünüzü, memlekete bakıp aklınızdan neler geçtiğini çok iyi biliyorum.
Birbirimizi değiştirmek için değil, gidişatı durdurabileceğimizi varsaydığımız için hiç değil; aslında sadece birbirimize destek olmak için yazıyor ve okuyoruz. Enkaz altında kalmış kurtarılmayı bekleyen bedenlerin çaresizliğiyle, “Ben buradayım. Sağ tarafta, bak, bak. Sen ne durumdasın? Yaşıyor musun?” diyebilmek için...
O yüzden okurlar bazen “Tam aklımdakini yazmışsın” dediğinde, mutlu oluyorum. Daha ne olsun! Bu dönem böyle. Birbirimizi ikna etmekten ziyade güç vermemiz gerekiyor. Hâlâ ayaktayız, nefes alıyoruz, yazıyoruz diyebilmek için.
Hemen keskin bir dönüşle Meclis’teki başkanlık sistemi tartışmalarına dönelim. Normal koşullarda, demokratik bir tartışma ortamı ve geniş bir demokrasi paketi çerçevesinde seçim yasası ve buna bağlı olarak parlamenter ya da başkanlık sisteminin revize edilmesi düşünülebilir. Ancak normal koşullar yok ve normal bir dönemden geçmiyoruz. Türkiye, uçurumun ucunda, düşmemek için son hamlelerini yapıyor. Bu ortamda mevcut anayasa paketinin yapılışı, tartışıl(ma)ma şekli ve muhteviyatı, memleket sorunlarını çözmek değil derinleştirmek dışında bir işe yaramıyor.
Tedirginim, çok tedirginim ülkenin geleceğiyle ilgili.
Türkiye’nin şu anki ihtiyacı, Cumhurbaşkanı’nın yetki ve hukukunu genişletmek değil. Türkiye’nin uçurumdan aşağı yuvarlanmamak için çok daha ivedi ihtiyaçları var. 4 TL’ye yaklaşan bir dolar sorunu var. Dibe vuran bir ekonomi var. Dış dünyada büyük sıkıntılar var. Komedi unsuru olmuş bir hukuk düzeni var. Her gün derinleşen bir demokrasi açığı var. İmaj sorunu var. Terör var. Savaş var.
Bütün bunların çözümü de güçlü, daha güçlü, daha daha güçlü bir “irade” değil. Liderliğin mutlak yetkilerle donatılması değil. Bütün bunların çözümü öncelikle demokrasi.
Çok basit anlatayım. 10 yıl önce Türkiye, 1. Lig demokrasi olma hevesiyle reformlar yapıp standartlarını yükselttiğinde, kişi başına yıllık gelir neredeyse 12 bin dolara yükselmişti. Ruhen ve madden zenginleştik. Memleket dünyanın gözbebeği oldu, depara kalktı. İfade özgürlüğü ve kimlikler coştu. Çözüm süreci başladı. Bunların hepsinin birbiriyle ilintili olduğunu hatırlatıyorum.
Bir de bugünün tablosuna bakalım. Meclis’teki tartışmaları ve o pespaye televizyon yorumlarını dinliyorum. Seviye fena halde 3. lige düşmüş durumda. İnanılmaz bir lümpenlik var ve bu frekans, frekans yaşamlarımızı kaplamış durumda. Yaşamak istemeyeceğimiz bir ülkenin temelleri atılıyor ve buna itiraz kanalları günbegün kapanıyor.
“Yapılacak hiçbir şey yok.” “Bu senin yaşamak istediğin ülke değil.” “Sen buraya ait değilsin” duygusunu hepimize aşılıyorlar. Sadece size ve bana değil. Sağcı, solcu, laik-dindar, Türk-Kürt, liberal-muhafazakâr... İyi kötü demokrat geçinen tüm duyarlı vatandaşlara aynı mesaj veriliyor. Ve herkes, biraz daha kabuğuna siniyor.
Peki ne yapacağız? Bilmiyorum. Bilsem, dan dan yazardım ama bilmiyorum. Kimsenin de bildiğini sanmıyorum. Sizin de benim gibi düşündüğünüzü, benzer kaygılar taşıdığınızı, bu ülkenin insanlarını sevdiğinizi biliyorum. Bağırıp çağırmanın, öfkenin bir anlam ifade etmediğini biliyorum.
Ama onun dışında bir şey bilmiyorum.
O yüzden de sadece karanlıkta yürürken bir ıslık çalıyorum. Belki duyan olur diye...
Islık çalmak dışında ne yapılır?
Yazarın Son Yazıları
Yaklaşan facia
Yalancı bahar mı ikinci bahar mı?
Bu mu devlet aklı?
Lale Devri bitti!
Mutsuzluk beter umutsuzluk daha beter
Avrupa ile yakınlaşmak için
Trump, Brunson’la ilgili ne demiş?
Alis harikalar diyarında
Türkiye ile ABD arasında tarihin en büyük krizinde gerilim düşüyor. Henüz bir “el sıkışma” olmasa da, Brunson krizinin nasıl aşılacağı konusunda bir formül yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Formül, iki ülkenin de aylardır konuştuğu “Andrew Brunson-Hakan Atilla” takası. Brunson’ın ABD’ye gönderilmesi karşılığında Atilla bir süre sonra Türkiye’ye gelecek.
Brunson yaptırımları ve devam eden pazarlıklar
Brunson’la takas fikri kimden çıktı
Al Papaz’ı ver Halkbank’ı
Sessizlik
Bir demokrasi kendini nasıl savunur?
Batı’yla pazarlık
Osmanlı bu değildi
Yeni dönem ne olur?
Dünya karıştıkça biz geriliyoruz
Hüzün
Sonuçlara bir de böyle bakın
Kazanacağız
25 Haziran Türkiye’si
Emanetim sende saklı
İki seçim arası
MERKEL: Kendine gel! TRUMP: Dükkân benim
Oyun büyük
Ver Papaz’ı, Al Münbiç’i
Ben sana iktidar olamazsın demedim...
Sessiz çoğunluk
Burası Rusya değil kardeşim
Ne yapmalı?
Dip dalga ne gösteriyor?
Baskıda kaosa geçiş süreci
Dışarıda olan seçimi nasıl etkiler?
Attım bunu cebe
Bilinenler, bilinmeyenler
Piyesin son sahnesi
Diktatörlüğün sıradanlaşması
CHP’nin zor kararı
İki çift lafım var...