Seçimlere 3 gün kala, gerilim dorukta.
“Gerilim” derken, sadece siyasi tansiyondan bahsetmiyorum. Hepimiz şu ya da bu şekilde referandumun stresini günlük hayatlarımızda hissetmiyor muyuz? “Ya sabır!” diyerek haberlere bakıyoruz. Bazen dayanamayıp zaplıyoruz. Sık sık daralıyoruz. Telefonu “Hadi hayırlısı...” diye kapatıyoruz. Kâh “Evet”, kâh “Hayır kazanır” diyoruz. Memleketle olan duygusal bağımızı, umutlarımızı ve gelecek planlarımızı, tümüyle pazar günkü oylamaya endekslemiş haldeyiz.
Ortası yok: O gece ya güleceğiz ya ağlayacağız...
Mevcut anayasa değişikliğine yönelik itirazlarımı, geçmiş yazılarımda sıraladım. Gücün merkezde toplanmasının, “tek adam” rejimine yönelik sistemsel değişimin, Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamayacağını, demokrasi açığını gidermeyeceğini, sorunları daha da derinleştireceğini düşünüyorum. Bu konudaki görüşlerim değişmedi.
Ancak “Hayır” kampanyasının böyle güçlü argümanları gümbür gümbür bir “Hayır” üstünlüğüne dönüştürememiş olmasını, referandumun hâlâ “bıçak sırtı” görülmesini üzüntüyle karşılıyorum.
Kuşkusuz ki “Hayır” önünde büyük engeller kondu. Örneğin “Evet” için tüm devlet imkânları seferber edilirken, imamlar bile oy isterken, “Hayır” videosu yapan üniversite öğrencisi bile gözaltına alındı. Afiş asanlar taciz edildi, bildiri dağıtanlar tartaklandı. Medyanın hali ortada. Her kanalda “C vitamininin faydaları”nı anlatır gibi Evet güzellemeleri yapılıyor; nadiren Hayır’cılara mikrofon tutuluyor. “İyi üne sahip değil” diye HDP ve CHP’nin seçim gözlemcilerinin YSK tarafından yasaklandığını gazetelerde okuyoruz. HDP’ye yönelik baskılar zaten aşikâr: Partiye topyekûn boykot uygulanıyor; parti kadroları tutuklu; partinin en etkili sesi Selahattin Demirtaş devre dışı.
Haliyle ortada hakkaniyetli bir yarış olmadığı ortada.
Yine de “Hayır” argümanının güçlü gerekçeleri var ve Hayır kampının bunları yeterince iyi anlatabildiğini düşünmüyorum.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, kampanyayı geçen haftaya kadar çok başarılı götürdü; ancak “kontrollü darbe” çıkışı, yanlış oldu. Darbeyle ilgili resmi söylemi sorgulamanın ne yeri, ne de zamanıydı. Son düzlükte iktidar partisinin eline bir koz vermiş oldu. Bu çıkışın “kararsız” denilen seçmende olumsuz etki yapabileceğini düşünüyorum. Çok olmasa da bir puanlık bir farka tekabül edebilir.
Hiç konuşmadığımız bir başka sıkıntı, Temmuz 2015’ten bu yana PKK ve güvenlik güçleri arasındaki operasyonlardan dolayı yerinden yurdundan olan ve İnsan Hakları Gözlemevi (Human Rights Watch) ve Birleşmiş Milletler raporlarına göre sayıları 500 bini bulan Kürt seçmenin akıbeti. Kimsenin bu insanların hangi sandıkta oy vereceğine, sandıkların nasıl denetleneceğine, örneğin Batman’da neden 38 bin seçmenin bir gecede sessiz sedasız sandığının değiştirildiğine kafa yorduğunu sanmıyorum. Kafa yoran varsa da, sesini çıkarmış değil. Anlayamıyorum.
Sandık güvenliği ve gözlemciler konusunda “Hayır” kampının yeterince organize olduğundan emin olamıyorum.
Ancak diğer taraftan muhafazakâr mahallede de “Evet” oyu aleyhine “ölçemediğimiz” bir hissiyat olduğunu düşünüyorum. Örneğin 15 Temmuz’dan bu yanda KHK ve tutuklama dalgalarıyla oluşan mağduriyetlerin Anadolu’da nasıl bir etkisi olduğunu bilmiyoruz. Hiçbir medya organı bu konuyu araştırmıyor. Ayrıca günlerdir herkes “AKP’li Kürtler” denilen bir grubun belirleyici olacağından söz ediyor ama birinin de mikrofon tuttuğunu görmedim. Gerçekten de memlekette sessiz ve küskün bir muhafazakâr kitlesi var mı, yoksa iktidar partisi bu grubu arzuladığı biçimde bir “kimlik mücadelesinin” içine çekip büyük ölçüde yanına aldı mı?
Dedim ya, bilemediğimiz, ölçemediğimiz, anlamlandıramadığımız onlarca etken var. Bir gazeteci olarak ilk defa bu kadar gözleri bağlanmış hissediyorum.
Pazar gecesi büyük bir sürpriz de olabilir, kıran kırana bir yarış da...
Bilinmeyenlerin referandumu
Yazarın Son Yazıları
Yaklaşan facia
Yalancı bahar mı ikinci bahar mı?
Bu mu devlet aklı?
Lale Devri bitti!
Mutsuzluk beter umutsuzluk daha beter
Avrupa ile yakınlaşmak için
Trump, Brunson’la ilgili ne demiş?
Alis harikalar diyarında
Türkiye ile ABD arasında tarihin en büyük krizinde gerilim düşüyor. Henüz bir “el sıkışma” olmasa da, Brunson krizinin nasıl aşılacağı konusunda bir formül yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Formül, iki ülkenin de aylardır konuştuğu “Andrew Brunson-Hakan Atilla” takası. Brunson’ın ABD’ye gönderilmesi karşılığında Atilla bir süre sonra Türkiye’ye gelecek.
Brunson yaptırımları ve devam eden pazarlıklar
Brunson’la takas fikri kimden çıktı
Al Papaz’ı ver Halkbank’ı
Sessizlik
Bir demokrasi kendini nasıl savunur?
Batı’yla pazarlık
Osmanlı bu değildi
Yeni dönem ne olur?
Dünya karıştıkça biz geriliyoruz
Hüzün
Sonuçlara bir de böyle bakın
Kazanacağız
25 Haziran Türkiye’si
Emanetim sende saklı
İki seçim arası
MERKEL: Kendine gel! TRUMP: Dükkân benim
Oyun büyük
Ver Papaz’ı, Al Münbiç’i
Ben sana iktidar olamazsın demedim...
Sessiz çoğunluk
Burası Rusya değil kardeşim
Ne yapmalı?
Dip dalga ne gösteriyor?
Baskıda kaosa geçiş süreci
Dışarıda olan seçimi nasıl etkiler?
Attım bunu cebe
Bilinenler, bilinmeyenler
Piyesin son sahnesi
Diktatörlüğün sıradanlaşması
CHP’nin zor kararı
İki çift lafım var...