Aydın Engin

Almanya’da ‘çok Deniz’ yoktur

08 Haziran 2017 Perşembe

Yazı, konu, zaman sıkıntısı yaşandığında “bir okur mektubu”nu köşeye koyup günü kurtarmak
gazete yazıcılığı mesleğinde sık değilse bile kullanılan bir yöntemdir.
Siz siz olun, bugünkü Tırmık’ı da aynı sepete koymayın.
OHAL bahanesi ile tutuklulukları mutlak ve insafsız bir yalıtılmışlıkla taçlandırılıp sesini duyurma olanağından kesinlikle yoksun bırakılan meslektaşlarımız var. Bizim Cumhuriyet tayfasının elle yazıp, avukat görüşlerinde yazdıklarını sesli okuyup avukatlarına yazdırdıkları bazı notları, paragrafları sizlere aktarıyoruz.
Bir de bu olanaktan da yoksun olan meslektaşlar var. Biri Deniz Yücel. Hani “die Welt” gazetesinin Türkiye temsilcisi. Tutukluluğu 100 günü çoktan aştı. Bugünkü Tırmık’ı o yazdı.
Buyrun.

***

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta Brüksel’deki NATO zirvesi dönüşünde uçağında bulunan gazetecilere Şansölye Angela Merkel ile gerçekleştirdiği görüşmeden söz etmiş. Merkel’in benim serbest bırakılmamı talep etmesi üzerine Erdoğan, Hürriyet’teki habere göre şöyle demiş: “Kendilerine Sizde çok Deniz var, ben size bunların dosyalarını da verdim’ diye hatırlattım.
Çok ilginç bir yanıt.
Acaba Almanya’da her iki ülkenin vatandaşı olup Türkiye medyasında çalışan ve hapsedilen kaç tane gazeteci var?Üstelik sadece haberleri ve köşe yazıları yüzünden tutuklanan? Zamanaşımına uğramış yazılar “suç” sayılarak, yanlış çeviriler esas alınarak cezaevine gönderilen, orada tecrit altında tutulan? Ortada bir iddianame bile yokken Alman Devleti’nin en tepesindeki kişi tarafından “ajan” ve “terörist” ilan edilen kaç Türk gazeteci var?
Yok tabii ki.
Bu açıklama ancak şöyle bir mantığa dayanabilir: “Karşı taraf, benim salıverilmemi istiyor. Bu taraf ise, Türkiye’de aranıp Almanya’ya sığınan bazı kişilerin iadelerini istiyor. Bu iş ancak takasla olur.” Böylesi bir hesap, benim 100 günü aşkın bir süredir rehin tutulduğumu gösterir.
Fakat bu hesap tutmaz.
Darbecileri, görevlerini kötüye kullanan savcı ve hâkimleri savunacak değilim. Ama benim o kişilerle hiçbir benzerliğim yok. Ben, die Welt gazetesinin Türkiye temsilciliğini sürdürdüğüm bu iki sene boyunca sadece ve sadece gazetecilik yaptım. Mesela 15 Temmuz gecesi dışarıya çıkan çok az sayıda yabancı basın mensuplarından biriydim. Cumhurbaşkanı sabaha karşı Atatürk Havalimanı’nda halka seslendiğinde aramızda iki, üç metre mesafe vardı.
Hakkımda yakalama kararı çıktığını teyit ettikten sonra kaçmadım; aksine kendi irademle ifade vermeye gittim ve tutuklandım. Ondan sonra ne kendim “iade” talebinde bulundum ne de benim adıma bir başkası... Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak başka bir ülkeye “iade” edilmem ne hukuken mümkündür ne de ben bunu isterim.
Talep ettiğim yegâne şey, adil bir şekilde yargılanmaktır. Yani başta Basın Kanunu olmak üzere mevcut kanunlara ve anayasaya uygun, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve evrensel hukuk ilkelerinin dikkate alındığı bir yargılanma. Ve bu talebin bir parçası olarak -ve yine Türk hukuk mevzuatına uygun şekilde- tutuksuz yargılanmaktır. Bu koşullarda gerçekleşecek bir yargılanmada beraat edeceğimden adım gibi eminim.
Kısacası: Cumhurbaşkanı, daha önceki bir açıklamasında “iade edilmeyeceğimi” söylerken haklıydı, ama bu sefer yanılmaktadır. Almanya’da bu anlamda “çok Deniz” yoktur; uzaktan yakından benzer konumda olan kimsecik yoktur.
Ama Türkiye’de Ahmet Şık’tan Tunca Öğreten’e, Kadri Gürsel’den Mahir Kanaat’a, Şahin Alpay’dan İnan Kızılkaya’ya, Barbaros Muratoğlu’ndan Bünyamin Köseli’ye, Meşale Tolu’dan son olarak aramıza katılan Mediha Olgun’a kadar hepsinin ismini sayamayacağım kadar çoktur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları