Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker, Avrupa siyasetinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la en iyi ilişkisi olan isim. İki siyasetçi, birbirini uzun zamandır tanıyor ve bildiğim kadarıyla, aralarında hiçbir zaman Merkel ve Erdoğan’ın arasında hissedilen “soğukluk” yaşanmadı.
Juncker, 15 Temmuz sonrasında darbenin Türkiye demokrasisine yönelik vahim bir eylem olduğunu teslim eden, Avrupalıların kendi aralarında yaptığı toplantılarda Türkiye’ye “zaman tanınması” gerektiği görüşünü dile getiren isim.
Son Ankara gezisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’la 4 saat oturduğunu biliyoruz. Erdoğan, muhtemelen bu görüşmenin ardından “idam cezası” işini gündemden düşürdü. Geçen ilkbaharda ise Juncker, Erdoğan’ı ağırladı ve Brüksel’deki bu buluşma, ikili ilişkilerde “temiz sayfa” açmak niyetiydi. Belki de son dönemde Ankara’nın bir Batı başkentinde yaptığı en yapıcı ve olumlu görüşme oldu.
Ancak Brüksel’de konuşulan “yol haritası” fikri, yani Türkiye’nin bir biçimde demokrasiye dönüş için atması gereken adımlar, hiçbir zaman hayata geçmedi. Neydi bu yol haritası? Özetle, Avrupa Konseyi’nin “izleme” kategorisinden çıkmak için, yani normalleşme yolunda, sembolik de olsa birkaç adım atılması. Çok değil yahu! Mesela artık ihtiyaç olmadığı apaçık olan OHAL’in kalkması ya da gazetecilerin serbest bırakılması.
Ancak Ankara, şu ya da bu gerekçeyle, buna yanaşmadı. Tam tersine, tutuklamalar doludizgin devam etti, hatta insan hakları savunucularını ve yabancı uyrukluları da kapsayarak genişledi.
Türkiye tüm dünyada “demokrasiyi askıya alan” bir ülke olarak anılıyor ve Türkiye’yi yöneten insanlar bundan bir gıdım gocunmuyor. Sıkıntı, sadece en tepedeki yöneticilerin algısı değil. Gazetecisinden milletvekiline kadar etrafta bir sürü Evet Efendim-Sepet Efendimci tip var ve bunlar, özel sohbetlerde ağlamalarına karşın, iktidarın önünde gıkları çıkmıyor. Herkes kendini “rejimi koruyoruz” masalıyla kandırmış durumda.
Artık nasıl bir rejimse bu, sadece “ByLock’çulardan SMS aldı” diye neredeyse bir yıldır hapiste olan Kadri Gürsel’in cezaevinde kalması, o rejimi rezil etmek değil “korumak” anlamına geliyor.
Dönelim Avrupa meselesine... Aslında Avrupa’nın Türkiye’den istediği birinci sınıf demokrasi falan da değil. Kimse Türkiye’den darbenin hesabını sormamasını ya da FETÖ’yle mücadele etmemesini istemiyor. Sadece, “Bu hesaplaşmayı fırsat bilip muhaliflere ya da gazetecilere yönelme. İyi-kötü bir demokrasi mirası olan bu ülkeyi otoriterlik parodisine dönüştürme. Türkmenistan’a çevirme” diyor.
Ama olmuyor. Sistem, eline geçirdiği OHAL ve yargı oligarşisini bırakmak istemiyor. Ne demokrasiye dönüş için bir yol haritası ne de reform sözü var.
Şimdi gelin AB Komisyon Başkanı Jean Claude Juncker’in dün Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı yıllık konuşmaya bakalım. Juncker, Avrupa’nın hukuk devleti kavramı üzerine kurulduğunu ve Ankara’nın bu rotadan uzaklaştığını söyledikten sonra şöyle devam ediyor: “Gazetecilerin yeri yazıişleri masasıdır; cezaevi değil. Türkiye’deki güçlere gazetecilerimizi serbest bırakması çağrısında bulunuyorum. Ve sadece bizim gazetecilerimizi değil.”
Ne kadar hazin gelinen nokta.
Hükümete yakın kalemler, tüm dünyanın Türkiye’de olan biteni ayıplamasını “Bunlar Erdoğan düşmanı”, “Vay efendim bu İslamofobi”, “Bunlar bizi bölmek istiyorlar”, “Avrupa irrasyonel” gibi tuhaf açıklamalarla yorumluyorlar.
Ama hepsi de biliyor ki, anormal olan bizim halimiz.
Siz ne deseniz de dünya yuvarlak
Yazarın Son Yazıları
Yaklaşan facia
Yalancı bahar mı ikinci bahar mı?
Bu mu devlet aklı?
Lale Devri bitti!
Mutsuzluk beter umutsuzluk daha beter
Avrupa ile yakınlaşmak için
Trump, Brunson’la ilgili ne demiş?
Alis harikalar diyarında
Türkiye ile ABD arasında tarihin en büyük krizinde gerilim düşüyor. Henüz bir “el sıkışma” olmasa da, Brunson krizinin nasıl aşılacağı konusunda bir formül yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Formül, iki ülkenin de aylardır konuştuğu “Andrew Brunson-Hakan Atilla” takası. Brunson’ın ABD’ye gönderilmesi karşılığında Atilla bir süre sonra Türkiye’ye gelecek.
Brunson yaptırımları ve devam eden pazarlıklar
Brunson’la takas fikri kimden çıktı
Al Papaz’ı ver Halkbank’ı
Sessizlik
Bir demokrasi kendini nasıl savunur?
Batı’yla pazarlık
Osmanlı bu değildi
Yeni dönem ne olur?
Dünya karıştıkça biz geriliyoruz
Hüzün
Sonuçlara bir de böyle bakın
Kazanacağız
25 Haziran Türkiye’si
Emanetim sende saklı
İki seçim arası
MERKEL: Kendine gel! TRUMP: Dükkân benim
Oyun büyük
Ver Papaz’ı, Al Münbiç’i
Ben sana iktidar olamazsın demedim...
Sessiz çoğunluk
Burası Rusya değil kardeşim
Ne yapmalı?
Dip dalga ne gösteriyor?
Baskıda kaosa geçiş süreci
Dışarıda olan seçimi nasıl etkiler?
Attım bunu cebe
Bilinenler, bilinmeyenler
Piyesin son sahnesi
Diktatörlüğün sıradanlaşması
CHP’nin zor kararı
İki çift lafım var...