Evet ama yetmez!

09 Ekim 2017 Pazartesi

Geçen hafta gelişmeler bir kez daha gösterdi: Evet, otoriterlik ve neoliberalizm kavramları ülkedeki siyasi, ekonomik modeli açıklamaya yardımcı olabilir ama yeterli değil. AKP projesine direnmeye kararlı olanların, taktik ve stratejilerini bu iki kavramın dışına taşarak düşünmeleri gerekiyor.

Tepeden, tırnağa...
Geçen hafta İki önemli gelişme, hem AKP’nin ne kadar özgün bir parti olduğunu, hem de bu partinin toplumu tepeden tırnağa, yeni kuşakların yetişmesi sürecinin ilk basamağına kadar denetleme, dönüştürme kararlılığını bir kez daha gösterdi.
Aslında, Cumhurbaşkanı’nın önceki hafta yaptığı saptamadan başlamak gerekiyor: “AKP kaybederse tüm Türkiye kaybeder”. Böylece, bir siyasi partinin kaderiyle tüm ülkenin kaderi özdeşleşmiş oluyor. Bu özdeşliğe göre ülkesini sevenlere de, gelecek genel seçimleri AKP’nin kazanması için gereken her şeyi yapmak düşüyor. Malum “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” filan...
Bu “AKP= Tüm Türkiye” iddiasından, AKP’nin geçen hafta sıkça vurgulanan bir özelliğine geçebiliriz. Cumhurbaşkanı, gelecek seçimlere hazırlanırken süreci, kaynakları daha yakından denetlemek amacıyla, başta Ankara olmak üzere kimi önemli yerel yönetimlerin başkanlarının istifalarını istiyor. Bu başkanlar o mevkilere seçilerek (!?) geldikleri için ve de yerel yönetimler önemli siyasi-ekonomik arpalıklar olduğundan bu isteğe sıcak bakmıyorlar.
Bu “tatsız durum” karşısında, Erdoğan gerekçeyi şöyle açıklıyor: “Bizim siyasi partimiz, aynı zamanda bir davadır. Bu davaya inanmış olanlar gerektiğinde genel merkeze gelir istifasını teklif eder... Bir makama getirilirken her şey iyi güzel, ama benim metal yorgunluğu dediğim durumlarda makamın boşaltılmasının istenilmesi niye yadırganıyor?”... Hükümet Sözcüsü Bozdağ’a göre de seçimle gelen seçimle gider ama (!), “AK Parti bir dava hareketi... Herkes davanın çıkarını öncelemeli...” Özetle, AKP (= Türkiye) bir dava partisi ve hareketidir; getiren liderliğin iradesidir, götüren de o irade olacaktır. Seçilmiş olmak bu davanın, iradenin karşısında önemsizdir. Arapçada “Da’va” sözcüğünün, İslama çağırma, çağrıya cevap vermeyenlerin kâfir anlamına geldiğini de anımsamakta yarar olabilir.
Merkezi devletin şiddet uygulama, yargılama ve cezalandırma aygıtlarını, yürütme organını kendi iradesi altında, Meclis’i etkisizleştirerek toplayan AKP liderliği, yerel yönetimleri de bu iradeye doğrudan bağlamaya kararlıdır; başarılı olduğu takdirde, lider-parti-ülke özdeşliği tamamlanacaktır.
Bu organik bütünlük projesi, toplumun yarısının onayını alamıyor. Liderlik-AKPhareket de bu sorunu önce baskıyla, uzun dönemde de bir “ruh mühendisliği” ile aşmayı amaçlıyor.
“Ruh mühendisliği” projesinin medya kısmı büyük ölçüde tamamlandı. İkinci kısmı, eğitim sistemi imam hatipleştirilirken geçen hafta, anaokullarının Diyanet’e bağlanmasına ilişkin karar, çok daha kökten bir atılımın gündemde olduğunu gösteriyor. [“Evrim konusu müfredattan çıkarılsa ne olur ki?” diyenlerin kafalarına dank etti mi acaba?]
AKP iktidarının ekonomik keserinin sürekli sermayeden yana kestiği, emekçi haklarını tırpanladığı doğru ama, “17- 25 Aralık” gibi bir boyutunun olduğu da doğru. Devletin zirvesinin, ekonomik artığın üretim, paylaşım süreçlerine doğrudan müdahale ederek, piyasa sinyallerini (faiz, fiyat vb.,) sürekli saptırdığı, bu zirveyle uyum içine girmeden ekonomik faaliyetin yürütülemediği (hatta mülkiyetin bile korunamadığı), bir ahbap çavuş kapitalizminin varlığı da doğru. Bunlar da bize neoliberalizmden öte, korporatizme benzer bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor.
Şimdi bize, “otoriter + totaliter + dava/ hareket + milliyetçilik yağına bulaşık, kadına ve çocuğa yönelik şiddete duyarsız İslamcı bir yönetim ideolojisi + korporatist ve rantiye bir ahbap çavuş kapitalizmi = X” denkleminde “X”in anlamını düşünmek kalıyor.
Evet, genel seçimlere Meclis’in bir anlamı varmış gibi hazırlanmak anlamlıdır. Ancak bu sınırlar içinde kalmak yetmez! Ve bu bağlamda, “X”in anlamını düşünmek yaşamsal bir öneme sahip!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları