1914-2014

30 Haziran 2014 Pazartesi

Cumartesi günü, ben bu satırları yazarken, Saraybosna’da bir suikast gerçekleşti... 1914 yılında.
Bu suikast, dünyanın çehresini değiştirecek bir süreci tetikledi. Önce I. Dünya Savaşı patlak verdi. Bu savaşta 17 milyon insan öldü, ilk kez kitle imha silahları kullanıldı. Küreselleşme hızla çökmeye başladı. Bu savaş, çoktandır çürümüş imparatorlukları yıktı. Rusya’da Sovyetler Birliği, Türkiye’de Cumhuriyet bu yıkıntıların üzerinde yükseldiler. Savaş bitti ama barış, küresel kapitalizmin bu savaşa yol açan “yeniden paylaşım” sorunlarını çözemedi. Bugünkü Ortadoğu’da büyük acılara yol açan sınırlar da bu “barışın” ürünü. Savaş kapitalizmin ekonomik krizine de bir çözüm getiremedi, aksine “Büyük Depresyon”la bitecek olan finansallaşmayı hızlandırdı.

Büyük yanılsama
Geçen hafta Project Syndicat’ta yayımlanan yorumunda, Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Prof. Moisi, “yine tarihin üzerinde kontrolün kaybedildiğine ilişkin bir duygu var; liderlerin kapasitelerine ve ilkelerine ilişkin ciddi güvensizlik söz konusu” diyor. Moisi, “1914 suikastıyla başlayan sürecin derslerinin” önem kazandığını vurguladıktan sonra, nükleer silahların varlığından dolayı bugün tehlikenin daha büyük olduğunu iddia ediyor.
Eski CIA Başkan Yardımcısı John McLaughlin geçen hafta, 1914’ün yüzüncü yıldönümüne ilişkin yorumunda “1914’te uluslar ticaretin ve telefon, telgraf, buhar makinesi, uçak gibi teknolojik gelişmelerin getirdiği karşılıklı bağımlılıktan dolayı artık savaşın olanaksız olduğunu düşünerek kendilerini kandırıyorlardı. Bugün karşılıklı bağımlılığın adı küreselleşme, yine internet, sosyal medya gibi yeni teknolojik gelişmeler var. Yine savaşın artık olanaksız olduğuna inanılıyor” diyerek uyarıyordu.
Gerçekten de son aylarda yaşanan gelişmelere bakınca artık büyük bir savaş asla çıkmaz demek giderek zorlaşıyor.
Bu gelişmelerden bir grubuna “Dünyanın V. Köşesi” başlıklı yazımda değinmiştim. Avrupa’nın kıyısında Ukrayna’nın bir kısmının Rusya tarafından ilhak edilmesi, gelecekte tarihçiler tarafından başlı başına bir dönüm noktası olarak görülebilecek bir olaydı. ABD ve Avrupa Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya, çok etkili olmasa da başladılar ama esas önemli olan sanırım, geçen hafta cuma günü Avrupa Birliği’nin Ukrayna. Moldova ve Gürcistan ile imzaladığı ekonomik, siyasi birliği anlaşmasıydı. Rusya bu anlaşmaya tepkisini “ağır sonuçları olacak” sözleriyle ifade etti. Özetle Rusya ile Batı arasındaki gerginlik tırmanmaya devam ediyor.
ABD ile Çin arasındaki siyasi, ekonomik sorunlarda belirgin bir artış ve tırmanma eğilimi var. Çin, silahlanmayı hızlandırarak, karasularını tek taraflı genişleterek, tartışmalı alanlarda hak iddia ederek, Japonya’yı, Filipinler’i, Güney Kore’yi, Vietnam’ı korkutuyor. Geçen hafta Stephen Roach Project Syndicat’teki yorumunda, ABD ve Japonya’nın çok sağlıksız biçimde birbirlerine ekonomik olarak bağımlı hale geldiklerini, ortaya çıkan sorunlardan, birbirlerini sorumlu tutmaya başladıklarından yakınıyordu.
Yüzyıl önce, Balkanlar patlamaya hazır bir bombaydı. Bugün aynı tanımı, Doğru Avrupa, Çin Denizi, hatta Hindistan’daki seçimlerden sonra Pakistan sınırı için kullanabiliriz. Ancak bu tanıma en çok uyan, hatta patlamaya başlayan bölge bugünlerde Ortadoğu. Şii-Sünni çatışması Kuzey Irak’ta büyük hızla tırmandı. Suriye iç savaşını Irak’a bağlayan dinamik IŞİD operasyonlarıydı. Geçen hafta Suriye uçaklarının sınırı geçerek Irak toprağında IŞİD’i bombalamasıyla, iki iç savaşın alanı birleşti. ABD, Irak’a 300 askeri uzman gönderdi, insansız uçakları Musul semalarında dolaşıyor. Irak hükümeti, IŞİD ile savaşmak için Rusya’dan uçak satın aldı. Şimdi, bu sıkışma içinde IŞİD’in yakın gelecekte saldırılarını Ürdün ve Türkiye’yi, hatta Avrupa ülkelerini kapsayacak biçimde genişletme olasılığı bir kâbus senaryosu oluşturuyor.

Sermaye çok, gidecek yer yok
Yüzyıl önce gelişmelerin temelinde derinleşmekte olan bir ekonomik kriz vardı. Bugüne gelirsek, neo-liberalizmin çok bilmiş iktisatçıları bir süredir, mali krizin ve “Büyük durgunluk durumunun artık geride kaldığını savunuyorlardı. İki haftadır ekonomi medyasında hava yine değişmeye başladı. Adeta 2006 yılına geri dönüyoruz. Aslında 2012 sonunda yayımlanan bir sermaye piyasası raporu (A World Awash in Monypara içinde yüzen bir dünya- Bain&Company) aslında hâlâ orada olduğumuzu gösteriyordu. Sermayenin dünyası tepetaklak saptamasıyla başlayan rapor “Çok fazla sermaye var” ama yatırılacak yerler gittikçe azalıyor, yatırımcı gittikçe daha riskli varlıklara yöneliyor” sözleriyle devam ediyor. Dünyanın toplam gayri safi hasılası 2010 yılında 63 trilyon dolar, toplam finansal varlıklar 935 triyon dolar olmuş; neredeyse mali kriz öncesine dönülmüş. Rapor 2020 yılında gelindiğinde bu büyüklüklerin sırasıyla 90 trilyon dolar ve 1400 triyon dolar olmasını bekliyor (Birileri bu kriz 2031’e kadar uzar diyordu ya...)
Geçen iki hafta içinde yayımlanan yorumlar, veriler de bu “aşırı birikim krizi” dediğimiz durumu destekliyor. 10 Haziran’da Financial Times bu konuya bir günde iki yorum yazısıyla eğildi. John Plender, Piyasalarda 2007 öncesini anımsatan ürkütücü bir istikrar var”... “dalgalanma indeksi adeta çöktü” diyor, sentetik türevlerin, Teminatlı Borç Senetlerinin (CDO) hacminin, geçen yıl sonunda 2006 düzeyine çok yaklaştığını vurguluyordu. Aynı gün Luke Johnson, “riskli yatırımların arttığını”... “yatırımcının adeta paralize olduğunu” bildiriyor; borsaların andaki durumuna ilişkin adeta dalga geçerek, Irwing Fisher’in 1929’da, piyasalar çökmeden az önce yaptığı “belki de varlık fiyatları kalıcı olarak yüksek bir platoya oturdu” saptamasını anımsatıyor.
Bu sırada gelen veriler “Büyük Durgunluk”tan çıkılamadığını gösteriyor. Dünya Bankası 2014 yılı için büyüme beklentisini yüzde 2.8’le resesyon sınırına çekti. Gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranı da yüzde 4.8 düzeyinde kalacakmış. Ancak şok ABD’den geldi, bu yılın ilk üç aylık döneminde ABD ekonomisi yüzde 2.8 daralmış. Kısacası toparlanma hikâyesinin yerini resesyon hikâyesi almaya başladı. ABD üretici fiyatları endeksinde mayısta görülen beklenmendik düşüş de bunu gösteriyor
Toparlarsam, I. Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılında uluslararası jeopolitik sorunlar yoğunlaşır, çelişkiler birikirken, ekonomik krizin yeniden derinleşmesi, yeni bir mali kriz olasılığı gündeme geliyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları