Yalnızlaşma - bloklaşma

28 Mayıs 2018 Pazartesi

İmparatorluk, hegemonyadan farklıdır; diğer ülkelerin çıkarlarını yok sayarak, dayatma ile yönetme eğilimi anlamına gelir. Bu nedenle “imparator” hem yalnızdır, hem de rakiplerinin, kendisine karşı blok oluşturma riskiyle yüz yüzedir.
Trump yönetiminde ABD’nin “imparatorluk projesine” geri dönme çabaları, devletler arası ilişkilerde yalnızlaşmasına yol açıyor. Trump yönetiminin, ABD’nin çıkarlarını büyük güçlere dayatma çabaları, karşısında bloklaşma olasılığını, ilişkilerde giderek sertleşme eğilimini güçlendiriyor. Angela Merkel’in son Çin ziyareti, bu eğilime ilişkin önemli ipuçları sunuyordu.

İnsanın böyle dostu olunca...
Geçen hafta, ABD Senato Silahlı Hizmetler Komitesi, 716 milyar dolarlık yıllık savunma bütçesini onaylarken, Çin ve Rusya’yı, ABD’ye ve müttefiklerine yönelik tehditler olarak niteliyordu. Trump yönetimi de Çin’in, ABD karşısında ürettiği ticaret fazlasından, dünya ekonomisinde gittikçe artan etkisinden yakınıyor, Çin’in ekonomik, teknolojik, askeri alanlarda yükselmesini engelleyerek, ABD’nin küresel üstünlüğünü korumayı hedefliyor. Ancak, Trump yönetiminin aldığı, almayı planladığı önlemler garip biçimde, hep yakın müttefiklerini vuruyor.
Trump yönetiminde ABD, Avrupa Birliği’nin özellikle önem verdiği Paris İklim Anlaşması’ndan; 12 ülkeyi kapsayan özellikle Japonya, Güney Kore, Avustralya için önemli Trans Pasifik Ticaret Anlaşması’ndan çıktı. Ardından, demir- çelik ve Alüminyum ithalatına, Meksika, Kanada, AB, Güney Kore gibi ülkeleri vurma pahasına, yüzde 25’e ulaşan ithalat vergileri getirdi. Geçen hafta, Trump’ın otomotiv ürünleri ve yedek parçalarına yüksek ithalat vergileri koymaya hazırlandığını okuduk. Bunlar da öncelikle, Meksika, Kanada, Japonya, Almanya ve Güney Kore’yi etkileyecek.
ABD’nin İran nükleer anlaşmasından çıktıktan sonra uygulamaya hazırlandığı yaptırımlar da öncelikle Avrupa Birliği ülkelerini etkileyecek. AB Komisyonu Başkanı Donald Tusk’a göre “İnsanın böyle dostu olunca düşmana ne gerek var diyesi geliyor”.

... kendine yeni dostlar aramaz mı?
Bu koşullarda, AB’nin merkez ülkelerinin, Almanya ve Fransa’nın ABD’ye karşı korunma politikalarını düşünmeye, dengeleyici seçenekler aramaya başlaması, Çin ve Rusya ile aralarındaki sorunları azaltmaya, ilişkileri geliştirmeye çalışmaları kaçınılmaz oluyor. Geçen hafta, Macron Moskova’daydı: “Cher Vladimir, Dear Emanuelle filan...” Ancak haftanın en önemli olayı Merkel’in Çin ziyaretiydi.
Wall Street Journal, Çin ile Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerdeki hızlı gelişmeye, Çin’in Almanya’nın en önemli ticaret ortağı olduğuna dikkat çekiyor, Almanya’nın Çin ile 14.4 milyar dolar dış ticaret açığını, ABD’nin 375 milyar dolarlık açığıyla karşılaştırıyordu. Spiegel, Zeit ve Welt gibi yayınlara göre, Merkel’in bu ziyaretinin öncekilerden, şimdi “ABD devlet başkanı dünya düzenini altüst ettiğinden”, önemli farkları vardı.
Merkel ve Çin Başbakanı Li Keqiang ortak basın toplantısında, ABD’ye karşın, İran nükleer anlaşmasını, dünya ticaretinde serbestliği korumaya kararlı olduklarını açıkladılar. Süddeutsche Zeitung, Merkel’in İran konusunda Çin ile birlikte çalıştığına, Alman ekonomisinin Çin ekonomisine artan bağımlılığının getirdiği risklere işaret ediyordu. Spiegel de bir yorumunda 16 Orta ve Doğu Avrupa ülkesinin Çin’le ekonomik ilişkilerinin hızla derinleşmesinden, bu ülkelerin Çin’i, AB merkezine karşı dengeleyici olarak görmeye başlamalarından yakınıyordu.
Merkel’in, bu ziyaretinde, Alman firmalarının Çin piyasalarına erişiminde yeni olanaklar konusunda vaatler aldığı, Çin firmalarının, gittikçe artan oranlarda önemli Alman firmalarına ortak olmalarını bir sorun olarak görmediklerini vurguladığı aktarılıyor. Deutsche Welle de bir yorumunda, “uluslararası krizlerin çözümünde Almanya - Çin ile işbirliğinin kritik öneme sahip olduğunu” vurguluyor.
ABD dış politikası, Çin’in bir çekim merkezi olma eğilimini güçlendiriyor. Savaşlar da işte böyle, imparatorluk, bloklaşma, karşılıklı güvensizlik ve korku ortamlarında çıkıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları