Geçen yıl, Petrol fiyatlarında hızlı bir artış yaşandı. Tarih, böyle durumlarda, ekonomik ve siyası risklerin arttığını söylüyor.
Önemli olan artış hızı
Geçen ay ham petrolün varil fiyatı, 2015 Kasım’ından bu yana ilk kez 80
dolara ulaştı. Bu hızlı fiyat artışının arkasındaki nedenlerden biri Venezüella’yla ilgili. Bu ülkede siyasi istikrarsızlıkların etkisiyle petrol üretimi geriliyor, Maduro yönetimi, ABD’nin uygulamaya başladığı baskıların altında, petrol üretim kapasitesini koruyabilmek için gereken yatırımları finanse edecek kredilere ulaşmakta giderek zorlanıyor. Petrol piyasaları, Venezüella’nın petrol ihracatında ciddi bir düşüş olmasından korkuyor (Wall Street Journal, 05/06/18).
Petrol fiyatlarındaki artışın nedenlerinden biri de Trump yönetiminin Iran anlaşmasından çıkarak, İran’a yönelik yeni yaptırımları gündeme getirmesiyle ilgili. Yaptırımların gerçekleşmesi aylar sürecek, etkin olabilmesi için Avrupa Birliği’nin uymayı kabul etmesi (Çin uymayacağını açıkladı), birçok pazarlık aşamasının geçilmesi gerekecek. Yine de Council on Foreign Relations’un bir yorumuna göre yatırımcılar, İran’ın petrol ihracatında ciddi bir gerileme yaşanmasını, anlaşmanın sona ermesiyle birlikte bölgede jeopolitik risklerin daha da artmasını bekliyorlar (CFR, 25/05/18).
Hafta başında petrolün varil fiyatı, Suudi Arabistan’ın ve Rusya’nın üretimi artırarak, açığı kapatacağına ilişkin söylentilerle az da olsa geriledi. Salı günü Brent petrolünün varil fiyatı 74.42 dolar, WTI olarak bilinen ABD petrolünün varil fiyatı da 64.56 dolardı.
Wall Street Jurnal 12 yatırım bankacısıyla yaptığı görüşmelerden hareketle, Brent ve WTI’nin, 2019 yılında, sırasıyla 68 ve 64 dolar dolayında kalmasının beklendiğini aktarıyor.
Diğer taraftan, Bloomberg’de yayımlanan bir araştırma (01/06/18), Brent ve WTI petrollerinin varil fiyatının geçtiğimiz 11 ayda sırasıyla yüzde 62 ve yüzde 46 artmasından kalkarak dünya ekonomisinde yeni bir gerilemeyi tetikleyecek bir “petrol şoku” olasılığından söz ediyordu. Araştırma, petrolün varil fiyatının artış hızının önemli olduğuna işaret ediyor, California Üniversitesi’nden, James Hamilton’un yaptığı bir çalışmaya göndermeyle, ABD’de yaşanmış son 11 resesyonun 10’unda önce hızlı fiyat artışlarının yaşandığını anımsatıyor.
The Arab Weekly dergisinde, geçen ay yayımlanan bir yoruma göre de kimi petrol endüstrisi analistleri, 2019’da, özellikle jeopolitik risklerin etkisiyle, petrolün varil fiyatının100 dolara ulaşmasını beklediklerini aktarıyordu.
Karmaşık jeopolitik
Yukarda değindiğim Council on foreign Relations yorumuna göre, ABD’nin Iran anlaşmasından çıkışı “petrol piyasalarına yeni riskler getirmiş”; “piyasa aktörleri, Ortadoğu’da çelişki çözme şansının daha da zayıfladığını” düşünüyorlarmış. Suudilere, İsrail ve Amerika’ya ek olarak, Aden Körfezi’ne bakan (dünya petrollerinin yüzde 10’u buradan geçiyor) Cibuti’nin bulunduğu Somaliland’in Dışişleri Bakanı Ali Shire, “Şimdi yeni oyuncular var”... “Sünniler, Şiiler, Amerikalılar, Ruslar, Türkler, Katarlılar Ortadoğu için rekabet ediyorlar”... “farklı çıkarların zehirli bir biçimde karşı karşıya gelişi bu” diyor. (Wall Street Journal, 01/06/18).
Bu saptamalara şunları da ekleyebiliriz: Çin, Cibuti’de 700 milyon dolar yatırımla yeni bir üs inşa ederek, ABD’nin kıtadaki en büyük üssüne komşu oldu; şimdi de Somali’de bir üs kurmanın olanaklarını araştırıyor. ABD’nin İran’a uygulayacağı ambargo, Çin’in bölgedeki ekonomik etkisini daha da artıracak. Rusya yüksek petrol fiyatlarından yararlandığı için, Suudilerle işbirliği yapmaya çok istekli değil. “Petrol fiyatlarındaki artışı, ABD’nin, kendi petrol endüstrisini desteklemek için tetiklediğini” savunan İran, ABD ambargosuna karşın, elindeki vekâlet savaşı, siber saldırı olanaklarıyla, Suudileri ve İsrail’i tedirgin etmeye devam edecek. Venezüella’da siyasi istikrarsızlığı da hesaba katarsak, özellikle petrol ithal eden gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik ve siyasi risklerde belirgin bir artış beklemek gerekiyor.
Petrol fiyatlarına dikkat!
Yazarın Son Yazıları
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...
İskoçya’da imzalanan ABD-AB ticaret anlaşmasını, bir yorumcu, İngiltere’nin “Süveyş anına” benzetti. İngiltere, 1956’da Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için hamle yaptığında, ABD’nin, “Geri çekilmezsen finansal sistemini çökertirim” tehdidine boyun eğmiş, artık hegemonyacı bir güç olmadığını öğrenmişti. Sanırım, bu anlaşmayla, Avrupa Birliği de ABD ve Çin’in yanında 3. bir küresel hegemonya merkezi olmadığını anladı.
Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor.
Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor...
Ortadoğu’daki gelişmeleri jeopolitiğin gözlükleriyle okuma alışkanlığı yaygın. Halbuki, “jeopolitik”, devletlerin, “coğrafya kontrolü” konusundaki arzularına, kaygılarına ilişkindir. Emperyalizm ise kapitalizmin andaki ve bu anı kapsayan dönemdeki özelliklerinin anlaşılarak eleştirilmesine...