Herkesin içinde biraz var: Arabesk
Spotify verilerine göre arabeske ilgi son üç yılda dört kat artmış. Rapçiler arasındaki arabesk rap kavgası da gösteriyor ki, arabesk kendi kabuğundan çıkıp diğer müzik alanlarını da dönüştürmüş. Peki neden vazgeçemiyoruz? Kulak alışkanlığı mı, kültürel kodlar mı. Yoksa daha derinlerde, müziğin bilimsel tarafında ve yaşam kültüründe bizi arabeske bağlayan bir şeyler mi var?
Yalnız bir müzik türü değil. Aynı zamanda bir yaşam tarzı: Arabesk! 60’lı yıllarda, “alt kültürlerin müziği” olarak ülke gündemine gelen, köyden kente göçle “kültür bunalımı yaşayan kitlelerin avuntusu” olarak anlatılan, sırf tınısıyla değil, geleneği, alışkanlıkları, yemekleri, görsel imgeleriyle kentleri saran bir kültür.
Adı üstünde, arabesk. Fransızcadan dilimize geçen ve “Arap tarzı” anlamına gelen bu sözcük, özünde ithal bir kültürü tanımlıyor. Tıpkı “hafif Batı müziği” gibi. Ancak iş özdeşleşmeye gelince arabesk, kitleler tarafından “daha çok kabul gören” durumuna geliyor. Elbette bunun dini, siyasal nedenleri var. Osmanlı’nın nüfuz coğrafyasının ağırlıklı olarak Ortadoğu’ya genişlemesi, Türk kültürünün İslamiyet etkisi altında kalmasından sonra Arap ve Fars kültürleriyle yüzyıllara uzanan bağlar...
Peki tüm bu etkileri besleyen bir teknik açıklama da var mı? Müzisyen/Sanatçı Hazal Döleneken’ göre bu soruya yanıt vermek için öncelikle müziğin standardize edilmesi tarihine bir göz atmak gerekir:
“Enstrümanlarda istenen notayı çalabilmesi ve doğru sesi verebilmesi için yapılan ayara akort denir. Orkestra konserleri öncesi birinci kemanın bütün yaylılara, obuanın ya da klarnetin bütün üflemelilere uzun bir “la” notası verdiğini duyarız. Bütün icracılar enstrümanlarını “la” (A= 440 Hz) notasını ölçüt alarak akortlar. Bu da enstrümanlar arasında uyumlu bir ses elde edilmesini sağlar. Birden fazla enstrümana müzik yazılması, müzikte referans perdenin evrensel olarak standardize edilmesi ihtiyacını getirse de 19. yüzyılın sonlarına kadar her dönemde hem ülkeler, hem kuruluşlar, hem de besteciler A=415 Hz ile 450 Hz gibi geniş bir aralıkta standartlarını belirlediler.”
AKORT SAVAŞLARI
Müzik alanındaki bu karmaşa elbette dönemin yükselen çatışmalarından bağımsız düşünülemezdi. Siyasi egemenlik çabasının kültürel egemenlik ayağını oluşturan alanlardan birisi de müzik alanında yaşanıyordu. Döleneken devam ediyor:
“Fransa uzun süre diyapazonlarını A=35 Hz frekansında üretti ve bu standardı birçok ülke takip etti. I·talya bir süre 432 Hz’i ölçüt alma çabası gösterdi, ABD 432-435 Hz arası bir standart perde kullanılırken 1936’da Amerikan Standartlar Birliği 440 Hz’yi önerdi. Berlin Filarmoni Orkestrası 1920 yılında 428 Hz’i, 1924’te ise 435 Hz’i standart olarak kullandı. Bir ülkede akort edilen bir enstrümanla başka ülkede fiziksel farklılıklarından dolayı yazılan eserin tınısı farklılık gösteriyordu. Enstrümanların seri üretiminin başlaması, radyo ve kayıt teknolojileri ile müziğin, mekân ve zamandan ayrılarak yayılması ve müzisyenler arası etkileşimlerin artması ölçüt perdenin standartlaştırılmasına ihtiyacı artırdı. 1955 yılında Uluslararası Standardizasyon Örgütü orta la notasını 440 Hz olarak standardize etti.”
Peki tüm bu akort savaşlarının nedeni nedir? Etnomüzikolog Dr. Serkan Şener, insanın belli bir frekans aralığında duyma yetisi olduğunu anımsatıyor. ve şunları söylüyor:
"Müzikal sesin insanın üzerinde psikolojik etkileri olduğu kuşkusuz. Fakat bu etkinin ne olduğu biraz kültürel biraz da bireysel. Müziğin kendisinden çok dinleyen insanın kültürel ve kişisel durumuyla ilgili. Örneğin kültürel olarak size uzak bir coğrafyanın müziğini dinlediğinizde orada yaşayan insanların algılama şekliyle sizinkisi farklı olacaktır."
ARABESKİN BİZDE KARŞILIĞI VAR
Her ne kadar "müzik evrenseldir" çok kullanılan bir söylem olsa da kültürlerin yerel kodları müziğin anlatısı ve bağlamı için çok önemli birer gereç. Arabesk söz konusu olunca kültürel etkileşimin nasıl işlediği ve Arap coğrafyasına ait olan bu müziğin nasıl Anadolu'yu ve Türkiye'yi kapladığı ilginç bir soru olarak ortaya çıkıyor. Yeniden Şener'e kulak verelim:
"Kadercilik, arabeske atfediliyor ama -literatürde de birkaç noktada vurgulanmıştır- geleneksel müziğimizde böyle bir karşılığı zaten var. Dolayısıyla arabesk müzik bunu yeniden icat etmiş değil. Sahadan yaptığım araştırmanın etkisiyle söylüyorum, arabesk bir devrin modasıdır. Burada Türkiye’de her zaman olduğu gibi bir sentez anlayışı var. Fakat sentezin referans noktaları farklı. Aranjmanlar dünya popüler müziğinden esinlenirken arabesk Doğu’dan, hatta Orhan Gencebay’ın tabiriyle “serbest çalışmalar” gözüyle bakacak olursak Mısır, Arap dünyası, tür olarak caz hatta rock'tan esin kaynağı alabilen bir tür. Bence arabeskin içinde karamsarlık kadar başka şeyler de var. Meral Özbek'in, Orhan Gencebay’ın arabeskiyle ilgili kitabında Gencebay’ın şarkı sözlerinizdeki ilk tema “aşk”tır. Aşkı yaşayış biçimi bakımından bize özgüdür. Daha karamsar yaşandığı söylenebilir. Zaten bir müzik türünün popülariteye, ticari başarıya ulaşabilmesi için toplumun ihtiyaçlarına cevap vermesi gerekir. Demek ki arabesk müzik toplumunuzu yansıtan bir özelliğe sahip. Türkiye’deki herkesin içinde arabesk müzikte bir şeyler bulabilecek bir yan var."
ARABESK ARTIK HER YERDE
Şener'in dikkat çektiği bu eğilim de arabeski, bir müzik türü olmaktan çıkarıp yaşam tarzı yapıyor zaten. Belki günümüzde "klasik" denilebilecek türde saf arabeske pek rastlamıyoruz ama Türkiye'de icra edilen neredeyse tüm müzik türlerinde arabeskten parçaları bulabiliyoruz. Şener de bu görüşte. Arabeskin stilistik olarak diğer müzik türlerini belli ölçüde dönüştürdüğünü söylüyor:
"Öyle görünüyor ki, arabesk çok güçlü bir söylem oluşturmuş ve geniş bir toplulukta karşılık bulmuş. Dolayısıyla, bu artık bir şekilde kalıcı olduğu anlamına geliyor. Hayatımız boyunca arabesk müzik repertuvarı içerisinden şarkılarla yoğrulduğumuz için estetiğimiz de o çerçevede gelişti. Çünkü bu kültürün içerisinde birtakım kodlara karşılık geliyor."
Şener'in sözünü ettiği kodlar, kolay silinecek gibi değil. Spotify verilerine göre türün dinlenmesinin son üç yılda dört kat artmasını, toplumdaki genel huzursuzluğa ve alım gücünün azalmasının getirdiği moral bozukluğuna bağlayabiliriz. Ancak 80'li yıllarda bayağı bir gişe yapan İbrahim Tatlıses filmleri kronolojisinden hatırlatmayla, şarkıcı olma düşleriyle köyünden gelerek sosyetenin aşağılamalarına maruz kalan İbo'dan sosyeteye "çiğköfte" yoğurup, elleriyle yediren İbo'ya geçiş arasında yalnız bir kaç film var.
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı