Sabah işe gitmek üzere yola çıkan genç mühendis araç navigasyonunun çalışmadığını fark ettiğinde bir an durdu. Aynı yoldan yüzlerce kez geçmişti ama birden bütün kavşaklar birbirine benzemeye başladı. Gözleri panikle sağa sola kaydı, direksiyonu sıktı. O anda anladı: Yolunu değil, ekranı takip ediyordu. Harita sessiz kalınca, kendi yön duygusu da susmuştu.
Harita uygulamaları, yön bulmayı kolaylaştırarak modern yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Ancak beynin kendi iç navigasyon ağı, özellikle de hipokampus ve entorhinal korteks yapıları kullanılmadığında işlevsel olarak köreliyor. Londra taksi şoförlerinde yapılan araştırmalar, yıllar içinde sokakları ezbere öğrenen sürücülerin hipokampus hacminin belirgin biçimde arttığını göstermiştir. Aynı bölgeler, yön bulma uygulamalarına aşırı bağımlı bireylerde ise daha düşük aktivite göstermektedir.
KULLANILMAYINCA UNUTULUYOR
Bu olgu nörobilimde “disuse atrophy” yani “kullanılmama kaynaklı gerileme” olarak bilinir. Kasların çalışmadığında zayıflaması gibi zihinsel devreler de kullanılmadığında küçülür. İşin trajik yanı ise bu durum yalnızca yön duygusuyla sınırlı değildir. Yakın zamandan bir örnek verirsek pandemi döneminde uzun süre ameliyat yapmayan cerrahların el-göz koordinasyonunda belirgin yavaşlama gözlenmiştir. Beyindeki motor korteks yani hareketi sağlayan bölgedeki bağlantıların geçici olarak zayıflaması buna neden olarak gösterilir.
Sürekli klavye kullanan gençlerde ise el yazısı ile ilişkili alanların (özellikle premotor korteks) artık eskisi kadar etkin olmadığı da ispatlanmıştır. Bu durumun “yazarken düşünme” sürecini de etkilediği açıktır. Bir başka çalışma sonucuna göre ise uzun süre kullanılmayan ikinci dil, beyindeki artikülasyon (seslerin eklemlenmesi) ve hatırlama merkezlerinde aktivite kaybına neden olmaktadır. Yaşlılarda unutkanlığı önlemek için sudoku ve benzeri egzersizler önerilmesinin altındaki temel amaç da bu sonuçlara dayanmaktadır.
Beyin, enerji açısından pahalı bir organdır. Gereksiz ve işlevsiz devreleri kapatarak tasarruf yapmak en iyi bildiği uygulamadır. Yani yön bulmak için navigasyona, dil kurmak için çeviri uygulamasına, hatırlamak için buluta güvenmek aslında zihnimizi “kullanılmayan kaslar”a dönüştürür.
Birçok kişi, bu durumu kendi yaşamında fark etmeden deneyimler. Navigasyon kapandığında paniğe kapılanlar, not defterini kaybedince ne yapacağını bilemeyenler, çevrimdışı kaldığında telefon ekranına bakıp kalanlar… Bu durum, nörolojik olduğu kadar psikolojik bir sorundur. İnsan, mekânda yönünü bulduğu kadar, yaşamda da yönünü bu karmaşık ağlarla tayin eder. Bunalmış bir kişiden duyduğumuz “kaybolmuş hissediyorum” sözü biyolojik bir metafor değil, beynin gerçek durumunu yansıtan bir ifadedir.
Dijital yönlendirmelerin dış dünyada yolumuzu bulmayı kolaylaştırırken içsel yönümüzü silikleştirdiği açıktır. Mekânla kurulan organik bağ yok oluyor. Oysa yön bulma yalnızca coğrafi bir beceri değildir. Dünyaya yerleşme, aidiyet kurma ve hafızayı örgütleme biçimimizdir. Tıpkı atalarımızın izlediği yollar gibi. Beynimiz hem dışarıda hem içeride haritalar, krokiler, kısa yollar çizerek yaşamı anlamlandırır.
BİYOLOJİK PUSULA
Esen rüzgârın yönü, gölgelerin açısı, burnunuza gelen kahve kokusu... Bu ve benzerleri, binlerce yıldır bizi yönlendiren “biyolojik pusula”nın parçasıdır. Milyonlarca yıl önce evrimleşmeye başlayan insanı bugüne getiren kılavuzlarıdır. Bize bu doğuştan gelen yön bulma yeteneğini tam olarak neyin verdiği, nasıl geliştiği bilim insanlarının uzun süredir aklından çıkmıştı. Sonrasında konu hakkında yapılan çalışmalar 2014'te Nobel Ödülü'ne değer görülmüştür.
Teknoloji bize yolu gösterir ama yolu anlamlandırmak hâlâ beyine yani bize aittir. Belki de kaybolduğumuzda hatırlamamız gereken tek yön şudur: “Sağa dön, sonra kalbine bak, zihnini dinle... Yolu orada göreceksin.”