Cumhuriyet ve Sanat!
Mustafa Kemal Atatürk, ne çok şey ifade ediyor bizler için. Vatan, demokrasi, cumhuriyet, emek, vicdan, özgürlük, adalet... Saymakla bitmeyen bütün erdemli kelimeleri bir araya getirsek yetmez “Ata”mızı anlatmaya... Bugün Ata’mızın bize armağan ettiği Cumhuriyet’imizin 100. yılı.
Cumhuriyetin ilanından sonra sanat nasıl gelişti ülkemizde, hangi sanat kurumları açıldı. Resim heykelde, tiyatro da ve arkeolojide nasıl bir oluşum ve ilerme oldu? Atatürk, hangi sanat kollarına ilgi duyardı, favori eserleri nelerdi, sanat alanında devlet adamı olarak bizlere neler kazandırdı? Sorularının cevaplarını siz okurlarımız için derledik.
Sanata ve sanatçıya verdiği değeri Atatürk’ün sözlerinden ve yaptıklarından anlıyoruz. Bugün sanata ve sanatçıya gölge düşürmeye çalışanlara, sansüre, yasaklara yine Atatürk’ün sözüyle bir kez daha cevap vermiş olalım; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
RESİM HEYKEL...
Atatürk, “Osmanlı Ressamlar Cemiyeti” olarak 1908’de kurulan topluluğun, 1921’de “Türk Ressamlar Cemiyeti”, 1926’da “Türk Sanayi-i Nefise Birliği” ve daha sonra da “Güzel Sanatlar Birliği” adını alarak modern sanat akımlarının temel taşları arasında yerini almasını sağladı. 1927’de “Güzel Sanatlar Enstitüsü”ne dönüştürülen “Sanayi-i Nefise Mektebi”, bugün hâlâ Mimar Sinan Üniversitesi bünyesinde güzel sanatlar fakültesi olarak varlığını sürdürmektedir. Atatürk, heykel sanatına verdiği önemi “Dünyada medeni olmak, ilerlemek ve olgunlaşmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir” sözleriyle gösterdi. 3 Ekim 1926’da İstanbul Sarayburnu’nda açılan Atatürk Heykeli, yapılan ilk heykel oldu. 1929’da Cumhuriyetin ilk sanatçı topluluğu “Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği” kuruldu. 1933 yılının eylül ayında ise beş ressam ve 1 heykeltıraş; Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu, bir araya gelerek “D Grubu” adlı sanat topluluğunu kurdu.
MÜSTAKİLLER...
Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği (kısaca Müstakiller), Türkiye’de 1929- 1932 ve 1936-1942 arasında etkinlikler gerçekleştirmiş bir sanatçı topluluğu. Birlik, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nden sonra Türk resim sanatının tarihsel süreci içinde kurulan derneklerin ikincisi; Cumhuriyet dönemi sanatçı topluluklarının ise ilki. Cemiyet, Yerebatan’da ahşap bir konağın birinci katında kiraladıkları bir odada kuruldu. O yıl bir sergi düzenleyen cemiyet üyelerinden büyük çoğunluğu 1924’te Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Avrupa sınavını kazanıp Paris’e gönderilince etkinlikleri kesildi. Ancak üyelerin beraberlikleri Paris’te de sürdü.
Sanat öğrenimi için Avrupa’ya gitmiş olan gençlerden Münih’te bulunan Ahmet Zeki ve Ali Avni 1927’de İstanbul’a döndü. O yıl Galatasaray Sergisi’ne ve Güzel Sanatlar Birliği’nin Ankara Sergisi’ne katılan genç sanatçılar, Türkiye için tamamen yeni bir anlayışın ürünü olan yapıtlarını sergilediler. Paris’te bulunan grup ise 3.5 yıllık eğitimin ardından 13 Ağustos 1928’de İstanbul’a döndü. Almanya ve Fransa’dan dönen genç sanatçılar resmi bir grup oluşturmadan önce 15 Nisan 1929’da Ankara Etnografya Müzesi’nde bir sergi düzenlediler. Bu, İstanbul dışında açılan ilk resim sergisi idi. Otuz gün süreyle açık kalan sergi, o dönem basının büyük ilgisini çekti. Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, 15 Temmuz 1929’da resmi olarak kuruldu ve nizamnamesi yayımlandı. Üyeler, birliğin tüzüğünde şu şekilde yer aldılar: Refik Fazıl, Cevat Hamit, Şeref Kâmil, Mahmut Fehmi, Nurullah Cemal, Hale Asaf, Ali Avni, Ahmet Zeki, Muhittin Sebati, Ratip Aşir ve Fahrettin Arkunlar.
Müstakillerin amaçları, gelişmekte olan Türk resim sanatının düzenli ve kalıcı temellere kavuşturulması ve yaygınlaştırılmasıydı. Ayrıca sanatçıların güvence altına alınmaları ve bireysel sanat anlayışlarına özgürlük tanıyan bir ortamda çalışmalarını sürdürmeleri önemle üzerinde durulması gereken bir konuydu. Sanatçılar her meslekte olduğu gibi yetiştirildikleri alanda yapacakları çalışmalarla yaşamlarını kazanmalıydılar. Toplumda sanat beğenisinin yaygınlaşması, bu sorunu çözümleyici önlemlerden ilki ve en önemlisiydi. Ayrıca devlet, yetiştirilmelerine önemli katkılarda bulunduğu sanatçılarına destek de sağlamalıydı. Bu öneriler değer çekişmelerinin kırıcı ve bölücü ortamından kaçınılarak gerçekleştirilmeliydi.
1914’ten sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’nde öğrenime başlayan, Avrupa’da resim öğrenimini tamamladıktan sonra yurda dönen sanatçılar tarafından oluşturulmuştur. Sanayi Nefise Mektebi’nde Salvator Valéri ve Warnia Zarzecki gibi yabancı eğitimcilerin yerine atanan ilk Türk eğitimcilerinin yetiştirdiği birinci kuşak sanatçılar olan Müstakillerin yaşamları ve eğitim dönemleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, Türk Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına rastlamaktadır.
Türkiye’de heykel ve resim sanatının benimsenmesini kolaylaştırmak için çalışan Müstakiller, sanatçının ekonomik özgürlüğünü savunmuş, sanatçıların maddi kaygılarını dile getirerek bu konuda çalışmalarda bulunmuştu. Üyelerinin hepsi değişik sanat akımlarının etkisi altında çalışmış olan Müstakil ressamların ortak özellikleri azdır.
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK RESSAMLARI VE RESİMLERİ
İbrahim Çallı’dan “Manolyalar”.
Nurullah Berk’ten “Çömlekçi ve Surlar”.
Nuri İyem’den “Uğurlama”.
Abidin Dino’dan “Çiçek”.
Fikret Mualla’dan “Kadınlar”.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan “Anne ve Çocuk”.
Aliye Berger’den “Güneşin Doğuşu”.
Burhan Doğançay’dan “Kompozisyon”.
SAFİYE AYLA VE ATATÜRK
SAFİYE AYLA (1917-1998): Müziğe küçük yaşta piyano çalarak başladı. Geçirdiği hastalıklar sonucu Muallim Mektebi’nden diploma alamadan ayrıldı. İlk plağını 1930’da Kolombiya Plak Şirketi adına doldurdu. Yesari Asim Bey’in “Sevda Yaratan Gözlerin” ve “Bekledim de Gelmedin” şarkılarını seslendirdi. Kısa süre içinde müzik çevresi tarafından tanındı.
Atatürk, Türk sanat ve halk müziği dinler, halk oyunlarına da ilgi duyardı. Rumeli türkülerini seven Atatürk; yöresel türküleri dinlemekle kalmaz, eşlik de ederdi. “Sarı Zeybek” gibi halk oyunlarını fırsatı oldukça oynardı. Safiye Ayla’nın sesini çok beğenirdi. En sevdikleri arasında “Kimseye Etmem Şikâyet”, “Mani Oluyor”, “Havada Bulut Yok”, “Dayler Dayler, “Cana Rakibi Handan Edersin”, “Alişimin Kaşları Kara”, “İzmir’in Kavakları”, “Şahane Gözler”, “Sigaramın Dumanı”, “Asker Yolu Beklerim”, “Çile Bülbülüm Çile”, “Değirmene Un Yolladım”, “Şu Dalmadan Geçtin Mi”, “Pencere Açıldı Bilal Oğlan”, “Habugaha Girdim”, “Yanık Ömer”, “Fikrimin İnce Gülü”, “A Benim Mor Çiçeğim”, “Vardar Ovası” ve “Akşam Oldu Yine Bastı Kareler” gibi parçalar yer alıyor.
MUSİKİ MUALLİM MEKTEBİ’Nİ AÇTI
Atatürk’ün, müziğe büyük önem vermesi nedeniyle 1 Eylül 1924’te ilk “Musiki Muallim Mektebi” açıldı; 1928- 1933 yılları arasında öğretmen, orkestra elemanı ve askeri bando elemanı yetiştirmeye çalışıldı. 1925’te bir yarışma düzenlenerek sanatçı ve müzik öğretmeni yetiştirmek üzere Berlin, Paris, Budapeşte, Prag gibi Avrupa’nın önemli kültür şehirlerine yetenekli gençler gönderilmeye başlandı.
1926 yılında Batı müziği bölümü eklenmiş olan Darülelhan, konservatuara dönüştürüldü. Daha sonra “İstanbul Belediye Konservatuarı”nda geleneksel Türk sanat müziği eserlerinin saptanması için “Tesbit ve Tasnif Heyeti” kuruldu. 1934 yılında “Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu” ve “Devlet Konservatuarı Kanunu” çıkarıldı.
LEYLA GENCER (1928-2008): Türk soprano Leyla Gencer, 20. yüzyılın en ünlü sopranolarından biri ve La Scala Operası’nda başarılı performanslarıyla tanınır. Batı ülkelerinde “La Diva Turca”, “La Gencer” ve “La Regina” olarak ün yapan sanatçı hem seçkin opera sahnelerinde hem resitallerinde hayranlık uyandırmasının yanı sıra opera repertuvarı 23 bestecinin 72 yapıtını kapsamasıyla da biliniyor.
SUNA KAN (1936- 2023): Türkiye’nin en iyi keman virtüözlerinden birisi olarak tanınan, “Harika Çocuk” olarak yeteneği küçük yaşta tespit edilen sanatçı Suna Kan, keman yolculuğuna, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası viyola sanatçısı Nuri Kan’dan çocuk yaşta keman dersleri alarak başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı sınavlarını kazandı ve bu okulda Avusturyalı eğitimci Walter Gerhardt ile başladığı temel keman öğrenimini İzzet Nezih Albayrak ve Gilbert Back ile sürdürdü; son olarak Liko Amar ile çağdaş müzik eserleri çalıştı. İlk resitalini 18 Nisan 1946’da Ankara Devlet Konservatuvarı’nın konser salonunda veren Kan, Mozart’ın 5. Keman Konçertosu’nu seslendirdiği bu resital nedeniyle “Harika Çocuk” olarak anıldı ve eğitimine Avrupa’da devam etmesi gerekliliği gündeme geldi.
İDİL BİRET (1941): Piyano sanatçısı İdil Biret’in müziğe olan ilgisi iki yaşında başladı. Dört yaşında Bach’ın prelütlerini çaldı. İlk derslerini Mithat Fenmen’den aldı. 1948 yılında, henüz yedi yaşındayken, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Biret’in yurtdışında eğitim görmesi için TBMM’ye bir yasa teklif verdi. Bu öneri üzerine İdil Biret gibi yetenekli çocuklar için “Harika Çocuklar Kanunu” çıkarılarak yurtdışında devlet bursuyla okutulmaları sağlandı. Bu kanun çerçevesinde eğitimi için ailesiyle birlikte Paris’e gönderilen İdil Biret, Paris Ulusal Konservatuarı’nda 20. yüzyılın önemli pedagoglarından Nadia Boulanger ile çalıştı ve sekiz yaşında Paris Radyosu’nda ilk konserini verdi.
SEMİHA BERKSOY (1910-2004): Türkiye’nin ilk kadın opera sanatçısı. Semiha Berksoy, Türkiye’nin uluslararası alanda tanınmış ilk sanatçılarından birisi ve Cumhuriyet döneminin sanat simgelerindendir.
AFİFE JALE (1902-1941): Afife Jale, Türk kadınlarının tiyatro sahnesinde yer almasına öncülük ederek Türk tiyatrosunda sembol bir isim oldu. İlk defa İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki Apollon Tiyatrosu’nda sahnelenen Hüseyin Suat’ın “Yamalar” adlı oyununda Emel rolünü canlandırdı. Böylece Türk tiyatrosunda sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu oldu. Asıl ismi Afife olan sanatçı, bu oyunda “Jale” takma ismini kullanmış ve daha sonraları Afife Jale adıyla anılmaya başlanmıştı. Sahneye çıktığı ilk gecenin tarihi olarak kaynaklarda farklı tarihler yer alır. Bu tarih kimi kaynaklara göre 1920 yılının 9 Eylül gecesi, kimine göre 13 Nisan 1920, kimine göre ise 23 Nisan 1920’dir.
DANS...
Dans etmeyi de oldukça seven Atatürk, yer aldığı davetlerde kısa süreli de olsa danslara katılırdı. Buna en güzel örneklerden biri, 26 Temmuz 1927’de yaşandı. Çocuk Esirgeme Kurumu Kadıköy Şubesi’ne 200 lira bağışta bulunduktan sonra kurumun Maarif Cemiyeti ile ortak düzenlediği özel baloya katılmış ve balo esnasında 3-4 defa dansa kalkarak bu süre zarfında gazetemizin kurucusu Yunus Nadi, Hamdullah Suphi, İbrahim Alaadin, Ali Rıza Bey ve eşi, Ahmet Rafik, Sudi Bey ve eşi, Ali Naci (Karacan), İzzet Melih Bey ve eşini masasına davet ederek onlarla sohbet etmişti.
SİNEMA
CAHİDE SONKU (1919-1981): Cahide Sonku ya da doğumdaki adıyla Cahide Serap; Türk sinemasının ilk kadın film yönetmeni ve sinema oyuncusu. Ortaokul sıralarında sanatla tanıştı. Henüz 16 yaşındayken Darülbedayi’ye girdi, zamanla İstanbul Şehir Tiyatroları’nın gözde oyuncuları arasında yerini aldı. Önce Halkevleri Tiyatrosu akabinde ise İstanbul Belediye Konservatuvarı, ardından da Muhsin Ertuğrul’un keşfiyle Darülbedayi’de (1932-Şehir Tiyatroları) “Yedi Köyün Zeynebi” ile oyunculuğa başladı. Muhsin Ertuğrul, döneminin önemli isimlerindendir. 1933’te Söz Bir Allah Bir filmiyle sinemaya adım attı. Daha sonra, 1950 yılında kendi adına Sonku Film Şirketi’ni kurdu. 1930’lu yılların İstanbul’unda kültür sanat yaşamı oldukça hareketliydi. Düzenlenen balolar, konferanslar ve ardından gerçekleşen müzik dinletileri sanatsal bir şölen niteliğindeydi. Atatürk, bir yandan bu etkinliklere katılırken, diğer yandan da başka sanat kollarına ilgi duymaya ve destek vermeye devam etti. Zaman zaman sinemaya da gider ve filmleri takip ederdi. Buna en iyi örneklerden biri, 3 Aralık 1929 günü yaşandı. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılıp Gazhane Yokuşu ve Taksim yolunu kullanarak Elhamra Sineması’na gitti. Burada Atatürk’e saat 14.30’dan 17.10’a kadar özel bir seans düzenlendi. Sinemada Foks Şirketi’nin çektiği “Gazi Numune Çiftliği”nin yanı sıra Atatürk’ün Ankara’dan İstanbul’a olan yolculuğunun sessiz filmi ve Ankara’da düzenlenen Cumhuriyet Bayramı resmi töreninde Yunanistan Başbakanı Venizelos’un TürkYunan Dostluk Anlaşması’nı imzalayışı da gösterildi.
TÜRK TİYATROSU...
Türk tiyatrosu, Türkiye’de kırsal kesimlerdeki köy tiyatrosu ile kentlerdeki halk tiyatrosunu içeren geleneksel Türk tiyatrosu ve 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’ndeki Batılılaşma hareketi ile ortaya çıkan Batılı tarzdaki Türk tiyatrosunu ifade eder. Geleneksel halk tiyatrosu 19. yüzyılda Batı tiyatrosuyla birleşerek Tulûat Tiyatrosu adında yeni bir tarza dönüşmüş; metinli tiyatroya geçiş aynı yüzyılda gerçekleşmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra Devlet Konservatuvarı 1940’lı yıllarda ilk mezunlarını vermiş; Halkevleri ve Köy Enstitüleri, tiyatroyu İstanbul ve Ankara dışında yaygınlaştırmaya hizmet etmişti. 1970’lerde pek çok topluluk, politik tiyatro üstünde durmuştur. 1970’li yılların sonlarında, daha çok eğlencelik bir tiyatro anlayışı yaygınlaşmış; 1980’lerde tek kişilik oyun türünde bir patlama yaşanmıştı.
DARÜLBEDAYİ
Darülbedayi, ilk kez 20 Ocak 1916 yılında, Emile Fahre’nin eserinden uyarlanan “Çürük Temel” isimli oyunla Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu’nda perdelerini açtı. Darülbedayi’nin oynadığı ilk yerli oyun, Halit Fahri Bey’in Baykuş adlı manzum eseri oldu. İlk defa 2 Mart 1917 gecesi oynanan bu oyunu Muhsin Ertuğrul sahneye koydu ve başrolü üstlendi. 1918- 1920 yılları arasında “Temaşa” adlı tiyatro dergisini 25 sayı yayımladı.
Belediye Meclisinin 1 Kasım 1920’de yaptığı toplantıda kurum için yeni bir yönetmelik hazırlandı ve Darülbedayi yalnız bir tiyatro topluluğu olarak kabul edildi. Darülbedayi’den ayrılıp Almanya’ya giden Muhsin Ertuğrul, 1921’de döndüğünde kurumun yöneticisi olarak tayin edildi.
Ahmet Muvahhit, İ. Galip, Behzat Hâki, Raşit Rıza ile birlikte kurumu yeniden canlandırmaya çalıştı. Ancak sanatçılar kurumun yönetiminin kendilerine bırakılmasını isteyince Darülbedayi’den çıkarıldılar. 1926’da kuruma yeni bir çalışma düzeni getirildi. Bu arada yurtdışına gitmiş olan Muhsin Ertuğrul 1927 yılı başlarında yurda döndüğünde tekrar kurumun başına getirildi. Bu dönemde Darülbedayi daha önceki basit komedi ve bulvar oyunları yerine tiyatro tarihinin büyük oyunlarını repertuvarına aldı. 1931 yılında resmen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlanan, 1934 yılında Şehir Tiyatrosu adını alan Darülbedayi günümüzde faaliyetlerini İstanbul genelindeki sahnelerde sürdürmektedir (bkz. İstanbul Şehir Tiyatroları).
CUMHURİYET DÖNEMİNDE TİYATRO
1930’lu yıllarda, modern bir ulus inşa etme sürecinde geliştirilmiş yeni tarih tezini destekleyecek mahiyette oyunlar yazılmaya ve sahnelenmeye başladı.
1940’lı yıllarda Devlet Konservatuvarı ilk mezunlarını verdi; şehir tiyatroları gelişti, özel tiyatrolar yurt çapında turnelere çıktı; çocuk tiyatroları kuruldu. 1949’da Devlet Tiyatro ve Operası Yasası yürürlüğe girdi. Çeşitli kentlerde perdelerini açan Devlet Tiyatroları; turneler düzenleyerek Türkiye’nin her yanında izleyiciye ulaşır hale geldi. İstanbul Şehir Tiyatroları adını alan Darülbedayi çeşitli semtlerde beş sahneye sahip oldu. Halkevleri ve Köy Enstitüleri, tiyatroyu İstanbul ve Ankara dışında yaygınlaştırmaya hizmet etti.
1951’de Halkevlerinin kapatılması, 1954’te Köy Enstitülerinin klasik öğretmen okullarına dönüştürülmesi ile kültürreform hareketlerini tüm Anadolu’ya yaygınlaştırılması çabası yarım kaldı.
Tiyatro tarihinin en önemli toplulukları olan Dostlar Tiyatrosu ve Arena Tiyatrosu’nun çekirdeğini oluşturan Ankara Deneme Sahnesi 1955’te kuruldu. 1958’de Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nde bir tiyatro enstitüsü kuruldu; 1964’te dört yıllık eğitim veren bir tiyatro kürsüsüne dönüştü. 1960- 1980 arasında özel tiyatroların sayısı arttı.
Amatör tiyatro toplulukları kuruldu. Kabare türü ve müzikaller gibi yeni türler de denendi. 1970’lerde pek çok topluluk politik tiyatro üstünde durdu. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun ve Dostlar Tiyatrosu’nun başını çektiği ve kendilerini “devrimci tiyatrolar” olarak adlandıran gruplar tiyatro hayatının önemli bir adımıydı. Bu dönemde Devlet Tiyatroları Adana, Antalya, Trabzon, Diyarbakır gibi kentlerde yayılmayı sürdürdü.
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Hatay’da yaşayan alevi yurttaşlar kaygılı
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!