Âdem ile Havva'nın İleri Demokratik Evliliği
Mevcut Türkiye’de bir yandan radikal (köktenci) gözükerek yüzeyselliği sergileyenler, diğer yandan taraf olmayı tek tarafa indirgeyenler birbirlerini tamamlayıp kendisi gibi olmayanları ötekileşmeye zorlamaktalar. Bu iyi gözüküp kötülük yapmak gibidir.
2008 Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı esnasında Alman basınının sorularını yanıtlayan Türk neoliberaller, Türkiye’nin geleceği konusunda çok ilginç fikirler beyan etmişlerdir. AKP iktidarı Türkiye’yi İslamlaştırır mı sorusu üzerine hepsi bir ağızdan: “Hayır asla! Biz hiçbir zaman İran gibi olmayız!” Neden? “Çünkü bizim insanlarımız rakıyı çok sever, rakısız yaşayamazlar.” Bu şaka ya da mecaz yoluyla söylenmiş değildir; kendilerince çok ciddi bir sosyolojik analiz olarak ifade edilmiştir.
Buna göre neoliberal analiz İslamiyetteki binlerce yasaklardan biri olan rakıda düğümleniyor. Öyleyse, neoliberaller metabolizma dışında insanın varlığını anlamlandıracak bir öğe göremiyorlar mı acaba?
Neoliberalizmin göze çarpan özelliklerinden biri mevcut siyasal erki paylaşmasıdır; mümkünse doğrudan, değilse dolaylı yollardan. Havva’nın olumsuz özelliklerinden birine şiddetle sahip çıkar: Ne kadar doyumsuz olursam mevcut erke o kadar çok katılabilirim. İlginç bir etik anlayışıdır. Günümüzün ünlü filozoflarından Peter Sloterdijk bunu tek tümcede ifade ediyor: Neoliberalizm metabolizmayı mutlaklaştırarak “Tıkınıyorsam öyleyse varım” önermesinden yola çıkarak “Ne kadar çok tıkınırsam o kadar çok varım” sonucuna varıyor. Siyasal erke azami derecede katılırsam, o zaman tam-ben olabilirim ve tam-ben olarak kapitalizmin tam içinde yer alırım. Tıkınma süresinin uzatılması için de sindirim makinesinin asla durmaması ve daima ön planda tutulması gerekir.
Muhafazakâr düşünce daha önce tüketim konusunda ikiyüzlü davranıp bir adım geride kalır gözükmeye özen gösterirken, neoliberalizm bütün maskeleri çıkarıp tüketimi yaşamın merkezi ilan ederek kendisini öne çıkarmayı başardı, aynı zamanda da muhafazakâr düşünceyi ikiyüzlülüğünden kurtardı. Başka bir ifadeyle, Âdem’i özgürlüğe kavuşturdu. İkisi de serbest ve “özgür” tüketimin keskin koruyucusudur. Daha önce ar adına tüketime olumsuz bakar gözüken muhafazakâr düşünce, bugün neoliberalizmle birlikte arsızca tüketebilmektedir. Muhafazakârlık, tarihin kanıtladığı gibi, etik olgusunu hep bir araç olarak kullanmıştır, liberalizm ise ‘etik’i tüketim adına açıktan imha edince muhafazakârlığa kapitalizmin obur ve arsız kapısını açtı.
Muhafazakâr ikiyüzlülük
Açgözlülüğün bir sonucu olarak iktidarın psişik-siyasal oyunlarına dolaşan neoliberaller, bireysellik aşklarını tüm kişilik bağlarından koparıp sadece tüketime odaklandılar; buna göre birey, eşitsiz sistemde serbest sömüren ve serbest sömürülen asosyal figür olarak yapay özgürlükler içerisinde tüketim büyüsüne kişiliğini feda edebiliyor ve edebilmektedir.
Tüketimin cezbine yenilen neoliberalizm bütün bir doğayı sonuna kadar tıkınmanın “doğal hak” üzerine kurulu sömürü kültürü olduğunu gözler önüne seriyor.
İslami adalet, açgözlü Âdem’in sahiplenme hırsını törpülemek adına kurduğu yasaklar-düzenini arkaik ritüellerle kontrol etmeye çalışırken neoliberalizm kontrol mekanizmasını büyüterek ona destek olmaktadır. Tüketim kahramanlıktır. Neoliberalizmin neo muhafazakârlığa sunduğu en büyük öğreti budur. İlkel insan elinde topuzla dolaşırken modern Âdem, çocuklarının sırtından kazandığı parayla pazar kahramanlığına soyunarak medya kurumlarını tek tek ele geçirip böbürlenmektedir. İlkel insan neyse ki karnını doyurma derdindeydi ve karnını doyurunca hazmetmek için kendisine zaman ayırırdı, peki doymak bilmeyen, durmadan sahiplenen ve zamanını başkalarını ezerek yaşayan evcilleşmiş Âdem neyin peşinde?
Sınıfı göremeyince
Sınıfsal çelişkilerin yerini din ve ırk çatışmasının almasıyla ve kişilikselliğin bu topraklarda tam olarak yeşerememesiyle her şey farklılığını ve rengârenkliğini yitirip monoton bir yapıya dönüşüyor; toplumun büyük kesimi yalnızca bu iki etken üzerinden kendisini ifade etmeye çalışıyor. Bireysellik bilincinin gelişememesi Türkiye’de aydınlanma felsefesinin oturmadığını, özümsenmediğini kanıtlıyor; Türkiye modernizmin giriş kapısından premodernizme fırlatıldı, ancak bu fırlayış sağa kavis yaparak postmoderniteye bulaşarak gerçekleşti. Bu nedenledir ki, her kafadan çıkan ses aynı olmasına rağmen ayrı yankılanıyor. Aslında bireysel bir kişiliğin hiçbir zaman oluşmuş olamaması bu resimden fevkalade anlaşılmaktadır. Irk ve din bir toplumun gelişme sürecinde ağırlıklı olarak öne çıkarılınca, asıl insansal kişilik tamamen sahne dışında kalır. Başka bir ifadeyle: Bu iki olgu kişiliğin üzerine örtü olarak kapanır. Tüketim sisteminin en büyük arzusu da budur. Kapitalizmin korkusu ne ırklar ne de dinlerdir, bizzat kişiliklerdir. Dinler kapitalizm için birer malzemedir, kendi düzenine feda edebileceği sosyolojik fantasmalardır. Din-ırk çatışması bu düzeni besler. Sol liberalizmin sağ liberalizmle ittifakı bu malzemeleri sistem için ayakta tutabilmektir; çelişkileri hem üretmek hem de törpülemek yani kontrolde tutmak bu iki anlayışın da ereklerinden birisidir.
“Biz ve ötekiler” kategorisi din-ırk çatışmasının somut bir örneğidir. Neoliberalizm siyasal erki paylaşma ereği güderek biz-merkezci davranıp kendi dışındakileri “ötekiler” olarak adlandırdıktan sonra kendi kazancı uğruna “ötekileri” politik malzeme olarak kullanıyor, bunu da kültürleştirerek yapıyor.
Ballandırılıp süsleyip öne çıkarılan bu “ötekiler”, öteki olduklarını kabul edince neoliberalizm biz-merkezciliğini mevcut erkle birlikte meşru kılmış oluyor. Biz ve ötekiler kategorisi her zaman baskıcı ve sömürgen sistemin temel taşını oluşturmuştur.
Mevcut Türkiye’de bir yandan radikal (köktenci) gözükerek yüzeyselliği sergileyenler, diğer yandan taraf olmayı tek tarafa indirgeyenler birbirlerini tamamlayıp kendisi gibi olmayanları ötekileşmeye zorlamaktalar. Bu iyi gözüküp kötülük yapmak gibidir. Bazı politikacılar bunu ustalıkla becerir. Durmadan görüş değiştiren, çok ciddi ve samimi bir üslupla bugün söylediğinin yarın tam tersini söyleyen reel politikacıları her gün yaşayabilmekteyiz. Aynı beceriye medya sahiptir, hem de çok daha geniş kapsamlı. Neoliberalizmin başarısı ötekileştirme politikasını ustalıkla yapabilmesidir, bu kolay olmayan bir cambazlık sanatıdır. Bu sanatın tuzağına düşen insanlar kendi varlığından şüpheye düşecek kadar iyiyi kötüden ayırt edemez duruma gelir. Siyasal erkin aradığı insan türü tam da budur.
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!