Adliyelerin ve yurttaşın güvenlik hakkı
Ülkemizde telefonları ve odaları yasadışı yollarla dinlenip ifşa edilerek özel yaşamlarının gizliliği ve haberleşme özgürlükleri ihlal edilen yargıç ve cumhuriyet savcılarının yaşama ve uygun koşullarda çalışma hakları da ciddi risk altındadır. Adalet aramak için adliyelere gelen yurttaşlar risk altındadır. Yargıçlar memurlaştırılıp susturuldukça sorunlar artarak sürecektir.
Geçen ay İstanbul adliyelerinden birinde dehşet verici bir olay yaşandı: İnsan öldürme suçundan yargılanmakta olan bir tutuklu, mahkeme salonunda elleri kelepçeli halde, jandarmaların arasında, yargıçlar kurulunun önünde yani devlet koruması altındayken, duruşma salonundaki bir izleyici tarafından başından vuruldu. Bu olay, Türkiye açısından töre cinayetlerinden daha vahimdir. Yüzlerce adam öldürme ve organize suç örgütlerine ilişkin gerilimli davaların görüldüğü mahkeme binalarına ve duruşma salonlarına silahlı kişilerin ellerini kollarını sallayarak girebildikleri, bu olayla net olarak görülmüştür.
Konuya anayasamızın 90. maddesi uyarınca iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) açısından bakınca, bu olay ile ülkemiz mağdura karşı AİHS’nin insan haklarına saygı yükümlülüğünü düzenleyen 1., yaşama hakkını düzenleyen 2., adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddelerini ihlal ettiği iddiasıyla AİHM’de yargılanabilecektir. Yargıçlar heyeti ve cumhuriyet savcısı ile adliye çalışanları ve yurttaşlar açısından da birçok hak ihlali söz konusudur. Bütün bunların dışında ülkemizde, yargıya verilen önem ve toplumsal güvenliğin sağlanması açısından kötü bir sınav verilmiştir.
X-Ray cihazları
Ülkemiz adliyelerinde çalışıp çalışmadığı belli olmayan X-Ray cihazından geçen herkes, kişilerin çantalarını taramaya yarayan görüntüleme cihazlarından yoksun kapılarda, mecburi danışmanlıkta çaresiz polis memurlarının yaptığı kaba bir aramanın ardından adliyenin cumhuriyet başsavcı odaları dışındaki her birimine, ağır ceza ve ticaret mahkeme başkanı odaları, yargıç ve cumhuriyet savcı odaları, duruşma salonları, kalemler ve eklentilerine kolaylıkla girebilir.
Odasında dosya okuyan bir yargıca, içeriye dalan biri elindeki büyük kirli torbayı göstererek “Kaşar peyniri ister misin beyim?” derse yargıç şaşırmaz. Dilencinin, şizofrenin, şikâyet hastalarının mesken tuttuğu adliye koridorlarında çalışanların ve hak aramak üzere bulunan yurttaşların can güvenliği Tanrı’ya emanettir. Tutuklu sanıklar ve izleyicilerle aynı kapıyı kullanan yargıçlar, duruşma salonuna girebilmek için meraklı ve çoğu zaman hırçın kalabalıkları aralamak zorundadırlar.
Oysa bir yargıç, cumhuriyet savcısı ya da bir avukat Adalet Bakanlığı binasına ise bakan ve bürokratların girdiği ana kapıdan asla giremez. Bakanlığın yan tarafındaki bir kapıdan, danışmaya kimlik bıraktırılıp yakasına ziyaretçi kartı takılıp nereye gideceği sorulup, turnikeden geçerek binaya alınır. Valilik, kaymakamlık, askeri binalar gibi yerlere yurttaşın girmesi fermana mahsustur. Anlaşılan ülkemizde yürütme organı ancak kendisini temsil ettiğini düşündüğü makamların korunmasını yeterli saymaktadır.
Sıradan bir alışveriş merkezinden daha kötü korunan adliye bahçeleri ve koridorlarında her gün kavga görmeye alışkın olsak da, son olay yargıçların bile aklının almadığı kadar vahimdir. Yurttaş, sığındığı adalet dairesinde -en güvenilir olduğunu sandığı yerde- saldırıya uğramıştır. “Dünyanın en büyüğü” olmakla övünülen yeni adliye binalarında da durum şimdikinden pek farklı olmayacağa benziyor. Zira, akıllı bina diye takdim edilen Bakırköy Adliyesi’nde olduğu gibi yeni binalarda da koridorların güvenliğinden sorumlu özel güvenlik birimleri yok. Ya da bu saldırıdan sonra adliye binalarındaki güvenlik kadrolarının ihdasından sorumlu İçişleri ve Adalet bakanlarından hiçbir ses çıkmaması, yürütme organının adliyelerde güvenliği yeterince önemsemediklerini göstermesi açısından manidardır.
Basının yaklaşımı
Olayın üzücü yanlarından birisi de, basının yaklaşımıydı. Olayın akabinde YARSAV adına tarafımdan yapılan basın açıklamasında yürütme organına yönelttiğimiz eleştirilerin hiçbirisine yer verilmediği gibi açıklama sonrası sorulan soruya verdiğim tek satır yanıt magazinel olarak gösterilip kimi kanallarda benden de olayın tanığı hâkim diye söz ediliyordu. Bir gazetenin alt manşeti “Başıboş adliyede vahşet” idi. Yani yürütme organının kusuru yine yargıya ihale edilmişti. Halbuki adliyelerdeki güvenlik sorunu ülke genelini kapsamaktaydı. Basının, hükümeti koruma, hükümet üyelerinin canını sıkacak haberlerden söz etmeme ve sansür yükümlülüğünü de öğrenmiş olduk.
Son olay göstermektedir ki, ülkemizde telefonları ve odaları yasadışı yollarla dinlenip ifşa edilerek özel yaşamlarının gizliliği ve haberleşme özgürlükleri ihlal edilen yargıç ve cumhuriyet savcılarının yaşama ve uygun koşullarda çalışma hakları da ciddi risk altındadır. Adalet aramak için adliyelere gelen yurttaşlar risk altındadır.
Yargıçlar memurlaştırılıp susturuldukça sorunlar artarak sürecektir.
Biz dünyanın en büyük adliyelerini yapan değil, gerçek adaletin tesisinde yargı kurumlarına gereken desteği veren idareler istiyoruz.
Nuh Hüseyin KÖSE YARSAV Başkan Yardımcısı
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı