Akıntıya karşı Redd
Redd uyumsuzluk sendromunun yansımalarını ve ruhsal kaçışları müziğinde yaşatıyor. Onların yeniyi keşfetmek gibi bir dertleri yok, çünkü unuttuklarımızın peşinden gidiyorlar. Depolitize olma, tekleştirilme, sisteme hizmet eder duruma getirilmenin zorluklarına çarpıyorlar. Ama müzik dinleyenin ve yaratanındır, onu iletenin değil. Farkındalar...
Redd gerçek bir rock grubu; tavırlı, taraflı, durduğu yeri bilen, sözünü esirgemeyen. İşte başta bu ve benzer nedenlerden ötürü medyanın uzağındalar. Ama onları dinlemek için medyaya gerek yok. Tanımak için ise neden çok fazla. İlk albümlerinin çıkış parçasıyla dikkatleri çekmişlerdi; “mutlu olmak için, sevmek için, görme, işitme” acı ama ironikti. Hatta trajediyi tam kalbinden vurmaktı yaptıkları. Daha sonra “Kirli Suyunda Parıltılar”, “Artık Melek Değilim”, “Boşver”, “Hâlâ Aşk Var Mı?”, “Sen Kendinde Ol Yeter”, “Dünya”, “Falan Filan”, “Senden Sonra”, Bülent Ortaçgil’in enfes “Çığlık Çığlığa” uyarlamasıyla zihinleri bulandırmaya devam ettiler. Uyumsuzluk sendromunun yansıması ve ruhsal bir kaçışı müziklerinde yaşatıyor bu grup. Yeniyi keşfetmek gibi bir dertleri yok, çünkü unuttuklarımızın peşine gidiyorlar. Ama depolitize olma mirasımız, bazı şeyleri keşfetmeyi de zorlaştırıyor. Zaten aynılaştırılmanın ayyuka çıktığı şu günlerde sanatsal ve kültürel tüm politikalar ya sermayenin ya da siyasi erkin dümen suyundan gidiyor. Müzik sektörü de sahte muhalifler, popüler zırvalar ve güzel kadınlı klipler pazarından öte değil. Türkiye’de müziğin sahibi olanlardan çok müziği iletenler müziğin sahibi gibi davranıyor. Bu da garip bir rekabet yaratıyor. Yani futboldaki fanatizmin hayaleti burada da baskın. Buna tepkilerimizin törpülenmesi de eklenince yalnızca seyirlik işlerle yetinmemiz kaçınılmaz.
Redd, tüm bu cümbüşte gerçek hikâyeler anlatmaya çalışan kendine özgü bir grup. Seyircisiyle de mesafeli. Görünür olmaktan uzak, hayatın içinde ve bir o kadar da sınırında. Son albümleri “21” ise özel bir anlatıma sahip. Bu arada “21” bir rakam değil, bir kahramanın ismi, hatta dünyadaki yaşam sırasına bir gönderme. Grubun dördüncü stüdyo albümü “21”, dört bölüm, 21 şarkı ve 74 dakikalık süresiyle adeta müzikal bir roman. Derdi tekleştirme, aynılaştırma, kişinin bireysel özelliklerini kaybedip sistemin bir parçası olması haline bir vurgu yapmaktı, yaptı da. Elbette anlayana... Hayatımızdaki sınırları belirlenmiş seremonilere eleştirileri yerindeydi.
Şimdi de müzik sosyolojisi üzerine biraz ahkâm keselim. Zaten müzik doğası gereği toplumsal değişimi takip etmek için doğal bir test aracı. Müziğin matematiği kadar söylemi de toplumsal değişimle iç içe. Müziğin, “toplu bir uyuşturma ve histeri yaratma katalizörü” olmaktan farklı olarak, daha derin alt metinlere sahip olduğunun bilincine varmanın, geç bir farkındalık olup olmadığının çelişkisiyle sormamız gereken sorular var.
Politik şarkılar
İngiltere’nin muhalif grubu Chumbawamba ideolojilerini inatla savunan solculardan kurulu. Söylemleri yüzünden bir dönem sayısız polis baskınına maruz kalmıştı. Şimdi ise dünyanın her yerinde konserler verip savaş karşıtı şarkılarını söylüyorlar. Grup üyeleri Jude Abbot ve Boff Whalley bundan yıllar önce İstanbul’a geldiklerinde bir söyleşimizde, politikaları ve savaşları eleştirmek müzik ile birleşince bazıları için neden bu kadar korkutucu sorusuna “İnsanların içinde bulunduğu kültürler bunu belirliyor. Britanya’da da insanlar bu konuda çok dikkatli. Düşüncelerini sanatlarına karıştırmamaya çalışıyorlar. Biz politik söylemimizle bazılarına göre geri kafalıyız. Çünkü savaş karşıtlığından ve faşizmden bahsediyoruz. Bu yüzden de bizi, düğünde istenmeyen akrabalar gibi görüyorlar. İngiltere’de müzik gruplarının politik içerikli şarkılar söylemekten çekinmelerinin temel sebebi de medyanın onları dışlaması ve görmezden gelmesi, haber dahi yapmamaları” yanıtını vermişlerdi. Sanırım yeterince açık. John Lennon ve The Beatles’ı ayıran fark da burada yatıyor. Bizde de hayatla derdi olan, sol görüşlü, eleştiren, anlamlandırmaya çalışan müzik grupları sistemin dışında tutuluyor. Klipleri televizyonlardan çekiliyor, hatta sokulmuyor. Redd’in son günlerde yaşadığı tam da bu. Popüler muhalifler söylediklerini bir bir yutuyor, sistemin daha içinde görünür olabilmek için yamanıyorlar. Bize de buradan malzeme çıkıyor. Artık seçmek için alternatifler dahi bizim adımıza belirlenenlerden yapıldığı için farklı olana ne imkân ne de tahammül var. Tarihi boyunca birçok dönemde Rusya’nın baskısı altında yaşayan Polonya’nın bağımsızlığa kavuşmasından sonra cumhurbaşkanlığına getirilen Paderevski’ye bir gazeteci şöyle sormuş: Ruslara dost mu, yoksa kardeş gözüyle mi bakıyorsunuz? “Kardeş gözüyle tabii! İnsan dostunu kendisi seçer!” l
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da berber ücretlerine dev zam!
- 'Hukuki başvurular yapılacaktır'
- Kılıçdaroğlu’ndan videolu mesaj
- Anlattığı anlar ortaya çıktı!
- Kayak merkezinde korkunç anlar... 17’si ağır 30 yaralı!
- Erdoğan'dan Özel'in 'savaş ilanı' sözlerine yanıt
- Akaryakıt tankeri patladı!
- Kızılcık Şerbeti'nin 'Nilay'ı senaryoyu ifşa etti!
- İşte 500 bin liranın aylık getirisi!
- 'Daha sert adımlar atacağız'