Anadolu’yu tanımak, tanıdıkça sevmek ve geleceğini düşünmek

Mimar Cengiz Bektaş’ın inşa ettiği Muğla Bölge Müzesi’nin kabası bitmek üzere

Anadolu’yu tanımak, tanıdıkça sevmek ve geleceğini düşünmek
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.03.2020 - 02:00

EGEMEN BERKÖZ

Cengiz Bektaş’ı yitirmişiz. Bu sözcükleri telefonumda okuduğum an inanamadım. Evet, yoğun bakımda olduğunu biliyordum, ama o bunu da yenerdi, iyileşip evine döndüğü haberini beklerken... Onu tanıyan kimse inanamazdı, bence, Cengiz Bektaş’ı artık göremeyeceğimize. Çünkü, o yorulmak bilmezdi. Yorulmak bilmez bir sanat emekçisiydi. Mimardı. Ama yalnızca mimar mıydı? Şairdi, yazardı, öğretmendi, örgütçüydü, restoratördü, aydındı aynı zamanda. Ama bütün bu sözcükler de yetmez onu anlatmaya. Mimardı, Mimar Sinan Ödülü, Ağa Han Ödülü başta pek çok ödülü olan bir mimar; aynı zamanda da özel bir mimardı, tasarımlarında doğayla, çevreyle uyumu gözeten bir mimar, Anadolu halk yapılarını, bu sanatın gizlerini bilen bir mimardı... Öğretmendi, konunun özünü veren bir öğretmen, sayısız öğrencisinin tanıklık edeceği gibi... 

Temelindeki Anadoluluk bilincine, eskil Anadolu ekinine borçluydu bunu... Çünkü ilk Anadoluculardandı Cengiz Bektaş; Sabahattin Eyüpboğlu’larla, Azra Erhat’larla, Balıkçı’larla birlikte eskil Anadolu örenlerini adım adım gezip ortaya çıkaranlardandı. Şairdi, Dağlarca’nın Türkçe dergisinden sayısı onu geçen şiir kitabına ulaşmış bir şair... Yine şairliğinin ürünü, Azra Erhat’la birlikte çevirdiği “Sappho” şiirlerini yayımlamıştık Cumhuriyet Kitapları arasında. Restoratördü Cengiz Bektaş bir yandan da, eski yapıların özgün biçimine saygıyı önde tutan, bilgili ve titiz... Ve gerçek bir aydınlanma örgütçüsüydü. İşliğindeki Sabahattin Eyüboğlu toplantıları, türkülerle anlamlanan; Bergama’daki Akdenizli Ozanlar Şenlikleri, TYS’deki, PEN’deki birlikte çalışmalarımız, Afrodisias, Bergama öreni, Troya gezileri, sayısız ödül töreni, söyleşiler, söyleşiler... Anılar bitmek bilmiyor...

AZGÜLÜ ALDOĞAN

Cengiz Bektaş’ın kaybını duyduğumdan beri içim yanıyor derler ya, aynen öyle. Çünkü daha yeni projelerini konuşmuştuk, nasıl da heyecanlıydı Muğla Bölge Müzesi’ni anlatırken. Oysa karşılaşmamızın nedeni tam da bugünlerde yapılması planlanan ama korona nedeniyle iptal edilen HERITAGE İSTANBUL idi. Cengiz Bektaş orada sunum yapacaktı ama gazetemize müzeyi anlatmasını rica etmiştim. Serfiraz Ergun kendisiyle Kuzguncuk’taki evinde iki kez bir araya gelerek uzun bir söyleşi yapmış, bu ilginç kültür sanat insanıyla sohbete doyamamıştı. Mimardı, şairdi, sanat tarihçiydi, Anadolu âşığıydı. İçinde yaşadığı Kuzguncuk sevdalısıydı. Muğla Bölge Müzesi ile ilgili bölümü, Muğla Belediye Başkanı’yla da görüşerek 19 Mart’ta basılmak üzere yayına hazırlamıştık. Sayfalar sıkıştı, ertesi gün koyarız dedik, Cengiz Bey’i kaybettik! Bu sayfayı artık göremeyecek. Ama onu bütün yaptıklarıyla, yapmaya uğraştıklarıyla hatırlayacağız. Onun izleri ve ilkeleri hep yaşayacak. Başımız sağ olsun, ışıklar içinde uyusun.

SERFİRAZ ERGUN / KONUK YAZAR

Cengiz Bektaş’la sohbet bir zevk ama sürekli parantez açıyor cümlelerinin arasına, konu dağılıyor, hangisini yazacağım diye dikkatimi de dağıtıyorum. En iyisi sorulara girmek:

Muğla Bölge Müzesi projesinin işvereni kim? 

Muğla Büyükşehir Belediyesi. Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün, 2015’te bir gün araya aracılar koyarak benden bir müze yapmamı istedi Muğla’ya. Mimari büromu tam kapatmak üzereyken bana Muğla’da avlulu eski bir Muğla evi ve beş kişi verdiler. İşyerimi kapattım ama mimarlığımda aksama olmadı. Bana sadece müzenin bina yapımını değil, müzenin nasıl olacağı projesini de verdiler.

‘Amacım anımsatmak’

Neden siz? 

Başkasını isteseydi Japonya’dan mimar getirirdi. Daha önce Afrodisyas Müzesi’ni yapmıştım herhalde ondan. Eğer kopya istiyorsanız yapmam dedim. Benim çocuk 5-6 yaşındayken Londra’da British Museum’u göstermeye gittim. Çünkü çocuğa bir şeyler anlatıyorum Anadolu’dan, anlattığım yere götürüyorum görsün diye. Yok. Nerede? Londra’da bir Kırk Haramiler Müzesi var, bütün dünya kültürüne en büyük kötülüğü yaparak, çalarak, parçalayarak alıp buralardan götürmüşler kendi çocukları görsün diye. Kendi çocukları bir gün onlardan hesap soracak, “Baba neden Mozole’yi Bodrum’dan alıp buraya getirdiniz, ben gidip orada yerinde de görürdüm” diyecek. Belediye başkanı dedi ki “Hayır, sizin düşüncelerinize göre yapacağız bu müzeyi.” Benim yapacağım müzenin amacı 7’den 70’e Muğlalıların nerede olduklarını anımsatmak. Dediler ki “Bizim tam da istediğimiz bu. Biz sizden sadece bir bina projesi değil, içerik de istiyoruz.” Müze yapılacak alanın tam karşısındaki tepede yapılan kazıda mamut bulunmuş. Mamutun kemikleri ve dişleri çok önemli. Çünkü ilk barınağımız o. Dişleriyle sütunu kurup derisiyle çatısını örtmüşler. Ama müzede ne yapmışlar? Bir torbaya bütün mamut dişlerini koyup “İşte mamut dişleri” diye sergiliyorlar.

 Yeni müze nasıl olacak? Muğla ilinin olduğu topraklar Anadolu’nun en eski yerleşim bölgelerinden biri. Karya’nın tarihi Antik Yunan kavimlerinin Batı Ege’ye yerleşmesinden de önceye dayanıyor. Herodot da Karyalıların bizzat Anadolu halkı olduğunu yazıyor. 

Muğla ili aşağı yukarı Karya ile aynı yöreye, aynı sınırlara denk düşüyor. Binayı sıfırdan başlayıp 90’ar cm. artırarak bir spiral gibi binanın etrafında dönecek şekilde yükseltiyorum. Çünkü tarihin ilkçağlarında pişmemiş topraktan yapılan yapılar öyle yapılırdı. Böylece Anadolu’nun bütün katmanlarını sembolize etmiş oluyorum. Müzede tarih katman katman Karya’nın Taş devrinden başlayacak Cumhuriyet dönemimize kadar uzanacak. Binaların ortası boş kalacak, oraya da tüm Karya’nın maketini yapacağım. Bir düğmeye basacaksınız taş devrindeki, demir devrindeki hayat canlanacak; insanları, hayvanları, yaşamları canlanacak. Roma devrine gelince de tüm Roma devri yaşamını izleteceğim. Her dönemin arasında açıklık var, iki bölüm arası belki oturup oradaki kahvede bir kahve içeceğim ya da meditasyon yapacağım. Oturup “Bu Romalılar togalarının içine sarınınca acaba hiç üşümemişler mi, nasıl yaşıyorlarmış, nasıl geçiniyorlarmış, ne yiyip içiyorlarmış” diye tahminde bulunmayacağım, çünkü hepsini izleyebileceğim. Anadolu’daki bütün uygarlıkları bu müzede kesintisiz olarak canlandıracağım.

Çatalhöyük’ten ders...

İçine ne koyacaksınız? 

Çocuklara mamuttan başlayarak bütün canlıları, giysilerini, kültürlerini, yaşam koşullarını anlatacağım. Mesela Çatalhöyük’te 1500 sene hiç savaş olmamış. Bundan ders almalıyız. Çocuğa demeliyiz ki insanlığın ilerlemesi için illa bir savaş gerekmiyor. Çocuk bunu öğrendiği zaman uygarlık dediği şeyin sadece Avrupalının 19. yüzyılda ancak öğrenmeye başladığı şey olmadığını anlayacak. Uygarlık 12 bin yıl öncesinden başlar. Göbeklitepe’de av tapınakları var. Ondan daha erken dönemde Mardin Boncuklutepe’de de tapınaklar var. Münih kenti kurulalı kaç yıl olmuş? Bin yıl. Bana uygarlığı o mu öğretecek? İşte tüm bu tarihi evreler müzenin binalarının ortasında yer alan Karya maketinde yer alacak. O dönemin düğmesine basmak yeterli olacak. 

 Böylece teknolojiyi de işin içine koyuyorsunuz.

Elbette, en son teknolojiyi kullanacağız. 

Kim yapacak, bir Türk firması mı? 

Onu yapmak atla deve değil. Müzeyi ziyaret eden çocuk, “Benden önce yaşayanlar bunları yapmış” diyecek. Ben sadece kendi dönemimle Anadolu’yu açıklayamam. Çok şanslıyım, burada yaşıyorum, kesintisiz bir tarih içerisindeyim. Neden Anadolu’da British Museum yapayım ki? Müze 3 kat ve 8 bin 800 metrekare üzerine kurulu. Giriş, sergileme, yönetim binaları var. Giriş binasında süreli sergiler sergilenecek. Oditoryum var, planını herkesin birbirini görecek şekilde yaptım. Yani hem yarım ay hem de amfi şeklinde kat kat yükseliyor. 8 bin 800 metrekarenin yarısı depo. Asansörler, merdivenler, rampalar var. Bahçesine de Karya’nın bitki örtüsü uygulanacak. Minimum ve yerli malzemeyle yapılıyor, Avrupa’dan gelen malzemeyle değil. Malzemesi olduğu gibi, tüm ustalar da Muğla’dan. Tabii bazen de çok kötü uygulamalar çıkıyor oradan. Ama olsun. Gelenek de bunun için gelenektir. Çağdaş olmayan gelenek olamaz.

 Anadolu medeniyeti dediğimize göre mesela Urfa’dan, Mardin’den eser getirecek miyiz?  

Hayır. Çünkü ben British Museum’u eleştirerek başladım bu işe. Dedim ki in-situ (özgün yerinde) olması gerek. Ben Anadolu’nun bilmem ne tapınağını söküp getirirsem benim Londra’daki British Museum’dan, Berlin’deki Pergamon Museum’dan ne farkım kalır?

5-6 ay sonra...

 Peki, bir müzeyi dolduracak kadar eser Muğla civarındaki kazılardan çıkarılmış mı? 

Hem eser var hem de canlandırma yapacağız. Orijinal bir eseri bir yerlerden koparıp da bu müzenin içine doldurmayacağız. Bu müze için replikalar yapacağız, manken yapıp giydireceğiz. 

Müzecilikte bu iyi bir şey mi?

Bu en son müzecilik olayı. Japonlar da bugün böyle yapıyor. Nereden çıkmışsa eser, oraya müze kuracaksınız. 

17 milyon liraya çıkacak diyorlar. 

İhalesi o kadar. 

Ne zaman bitecek ve açılacak? 

Kabası en azından beş altı ay sonra bitebilir.  

 Azra Erhat, Selahattin Eyüboğlu, Halet Çambel, Nail Çakıroğlu gibi aydın dostlarınızla olan ahbaplığınız mı size bu formasyonu sağladı? 

Bu formasyonun devamını sağladı. Onların ne demek istediğini anlayabildim. Bu da Anadoluculuktur. Anadoluculuk, Anadoluyu tanımak, tanıdıkça sevmek, geleceğini düşünmek demektir. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon