Antidepresanlar güven duygumuzu kullanarak bizi aldatıyor (mu)?
Öncü akademisyen-psikologlardan Irving Kirsch, plasebo, yani boş-etkisiz tabletlerin, antidepresanlarla aynı etkiyi yarattığını öne sürüyor. Her yıl dünyada milyarlarca dolar antidepressan ilaçlara harcanıyor.
Araştırmalar, saf psikolojik yardımın insanlara daha iyi geldiğini gösteriyor. Üstelik böylesi bir yardım almışsanız, ilerde yaşam şartları zorlaşsa da yeniden depresyon benzeri durumlara düşme olasılığı da azalıyor.
Bizlere yıllardır, depresyon durumundayken beyindeki serotonin miktarının düşük seviyede salgılandığı, antidepresanların ise serotonin miktarını artırdığı ve bu şekilde yarar sağladığı anlatıldı.
Fakat Avustralya’da gerçekleştirilen ve uluslararası saygın akademik bir dergi olan “Archives of General Psychiatry” (Genel Psikiyatri Arşivi) dergisinde yayımlanan bir çalışma, depresyondaki kişilerin serotonin miktarlarının düşük olması şöyle dursun, beyinlerindeki kimi bölgelerde, olması gerekenden iki kat fazla serotonin miktarına sahip olduklarını gösteriyor.
Bu bulgu karşısında pek çok kişi şaşırdı, ama benim için bu bulgunun sürpriz bir tarafı yoktu. On yıldan uzun bir süredir antidepresanlar hakkında araştırmalar yapıyorum ve gördüm ki bu ilaçlar bir yarar sağlıyorsa bile bu yarar beyin kimyasında değişiklik yaratmalarından kaynaklanmıyor. Bir antidepresan ilaç aldığınızda kendinizi daha iyi hissetmenizin en büyük nedeni –belki de tek nedeni– plasebo etkisidir.
1998 yılında, Prozac ve Seroxat gibi antedepresan ilaçların plasebodan daha fazla işe yaramadığından bahsettiğim çalışmamı ilk yayımladığımda, neredeyse hiç kimse bunun gerçek olabileceğine inanmıyordu.
Plasebo hapların işe yaradığını gösteren çok fazla kanıt vardı ve binlerce kişi bu hapların yaşamlarında büyük değişimler yarattığını beyan ediyordu. Ancak meslektaşlarım araştırmalarımda hata yapmış olduğumu söylediler; ya yanlış verilere bakmıştım ya da verileri doğru düzgün analiz etmemiştim.
Aslında tüm yaptığım, antidepresanlar hakkında yapılmış olan araştırmalara herkesten farklı bir şekilde bakmaktı. Diğer araştırmacıların odaklandığı konu “antidepresan ilaçların plasebolardan ne kadar iyi olduğu” idi. Benim ilgilendiğim ise “plasebo etkisinin depresyonun çözümünde ne kadar güçlü olduğunu” ortaya çıkarmaktı. Plasebo etkisini hiçbir müdahale yapılmaması durumuyla karşılaştırdım ki bu, daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir çalışmaydı.
Şaşırtan sonuç
Plaseboların ağrı, anjin, ülser, astım vb. durumlarda güçlü bir etkiye sahip olabildiğini zaten biliyorduk. Şimdi sıra depresyonda plasebonun etkisine bakmaya gelmişti, çünkü depresyondayken umudunuzu kaybedersiniz ve biliyoruz ki plasebolar umut verir. Yine de plasebo etkisinin büyüklüğü karşısında şaşkına dönmüştüm. İlaç alan kişilerde toparlanma görülüyordu; bu herkesin beklediği bir şeydi. Fakat plasebo alan kişiler de kendini daha iyi hissediyordu –hem de neredeyse aynı ölçüde. İlaçla elde edilen gelişmelerin çoğu kesinlikle plasebo etkisiyle mümkün oluyordu.
İnsanları, ilaçların büyük oranda plasebo olduğuna ikna etmenin en iyi yolunun, ilaç şirketlerinin kendi veri tabanlarını incelemek olduğuna karar verdim. O zamanlar Connecticut Üniversitesi’nde çalışıyordum, dolayısıyla ilaçlar için ruhsat izni veren FDA’nın (Amerika Gıda ve İlaç Dairesi), en çok bilinen antidepresanları üreten şirketlerin ilaçları onaylatmak için yürüttükleri deneylere dair verilerini görmeme izin vermesi için yasada yer alan Bilgi Edinme Hakkı’nı kullandım.
Araştırmalarım sırasında bir şok daha yaşadım. İlaç ruhsat almadan önce yapılan denemelerin yarısından fazlası, çoğu ilaçlarla plasebolar arasında hiçbir fark olmadığını gösteriyordu. Ancak (ilaçların etkisizliğini gösteren) bu başarısız denemelerin büyük çoğunluğu yayımlanmıyordu.
Başka bir deyişle, antidepresanların faydası benim düşündüğümden bile daha azdı. Fakat ilaç firmaları bunu gösteren bulguları gizliyordu. Tahmin edersiniz ki, kimse bulduğum çarpıcı sonuçlara inanmadı.
Böylelikle insanları depresyondan çıkarmanın en iyi yolu hekimlerden gizleniyor, bu şekilde milyarlarca sterlin çöpe atılmış oluyordu. Dahası insanlar gerçek hiçbir faydası olmayan tehlikeli kimyasallara maruz bırakılıyordu.
2002’de yayımlanan yeni araştırmamda, çok bilinen SSRI grubu antidepresanlar (serotonin geri alım engelleyicileri) da dahil olmak üzere, tüm antidepresanların, plasabedon daha üstün olmadığı, kayda değer hiçbir fayda sağlamadığı ortaya çıktı. Bu kez bulgularım diğer bilim adamları tarafından oldukça ciddiye alınmış olsa da, psikiyatristlerin çoğundan yine rağbet görmedi. Hatta bir seferinde adı bilinen önemli bir psikiyatri kliniğinde konferans vermiştim ve kızgınlıktan deliye dönmüş psikiyatristler neredeyse salondan kovacaklardı beni. “Bu ne küstahlık!” diye bağırıyorlardı. “En iyi ilaçlarımızın işe yaramadığını nasıl söyleyebiliyorsun?”
Ahlaksızca tutum
Son dönemlerde herkes, başarısızlıkla sonuçlanmış deneylerin sonuçlarının saklanmasının ne kadar ahlaksızca bir tutum olduğu konusunda hemfikir. Ne var ki, o dönemlerde FDA bu tavrın tamamen doğru olduğunu düşünüyordu. FDA’ya göre bu olumsuz sonuçlardan hekimleri haberdar etmenin hiçbir pratik faydası olmayacaktı ve hekimler bu antidepresanları reçete etmekten korkmaya başlayacaklardı.
Günümüzde ilaç firmaları, yaptıkları tüm ruhsat öncesi ilaç denemelerini internette kaydetmek zorundalar. Böylece, yapılan denemelerin gizlenmesi, görece daha zor hale geldi. Ancak firmalar hala, elde ettikleri sonuçları yayımlamak zorunda değiller.
Antidepresanlar üzerinde çalışırken başka çok önemli bir konu da açığa çıktı: Test edilen ilaç ne olursa olsun, kişiler aşağı yukarı aynı oranda fayda gördüklerini dile getiriyorlardı. İşte bu çok tuhaftı. Çünkü antidepresanların farklı farklı etkileşimleri vardı.
Beyin hücrelerimiz, birbirleriyle, “nörotransmiter” adı verilen kimyasallar üreterek bağlantı kurarlar. En yeni ve en çok bilinen antidepresanlar olan SSRI’lardan, duygu durumunu etkileme gücü olan serotonin miktarında artış sağlamak suretiyle yarar sağlaması beklenir. Fakat diğer anidepresanlardan, yine insanın duygu durumu ile bağlantılı olan, “norepinefrin ve dopamin” gibi farklı nörotransmiterleri destekleyerek iş görmeleri beklenir. Öte yandan serotonin seviyesini yükseltmek bir yana, azaltan antidepresan bile var.
Fakat nasıl oluyorsa tüm bu ilaçlar aynı sonucu yaratıyorlar. Serotonine ne yönde etki yaptıklarının ya da yapmadıklarının hiçbir önemi yok; bu ilaçları kullanan kişilerin yüzde 60’ı daha iyiye gidiyor. Buradan, serotonin kuramının kuru gürültüden başka bir şey olmadığı sonucu çıkıyor. Bu ilaçlar, hangi kimyasal maddeleri içeriyor olurlarsa olsunlar aynı etkiyi yaratıyorlarsa, sadece ve sadece plasebodurlar. Büyük olasılıkla yanlış yerde debelenip duruyoruz.
Yalansız Plasebo
Şimdilerde insanlara yalan söylemeden plasebo etkisi yaratma yolları üzerine çalışmalar yapıyorum! Yaşamımızda olup biten şeyler, örneğin birinin canımıza kastetmesi, iflas etmemiz veya işimizi kaybetmemiz, bizleri depresyona sokabilir. Ancak kötü zamanların üstesinden gelebilmek için ilaçların yardımına ihtiyacımız yok.
Araştırmalar, saf psikolojik yardımın insanlara daha iyi geldiğini gösteriyor. Üstelik böylesi bir yardım almışsanız, ilerde yaşam şartları zorlaşsa da yeniden depresyon benzeri durumlara düşme olasılığı da azalıyor.
Çalışmalarımın verdiği asıl mesaj şudur: Bir tablet ilaç nihayetinde size fayda sağlayabilir ancak bu size reçete edilen kimyasal içerikli ilaç olmamalıdır.
Madem ki ilaçlar plasebodan fazla işe yaramıyor, o halde (ihtiyaç duyan insanlara) neden hiçbir yan etkisi olmayan plasebolar verilmiyor? Temel mesele şudur: hekimler yardım ettikleri kişilere yalan söylememelidirler. Bu nedenle son zamanlarda, hastalara yalan söylemeden, plasebo etkisi yaratacak yöntemler üzerinde çalışıyorum.
Tam anlamıyla işe yarar bir plasebo etkisi yaratmanın en iyi yolu, hekiminizle iyi ilişkiler kurmanızdır. Son dönemlerde Harvard Üniversitesi’nde yaptığım bir çalışma da bunu doğruluyor:
Hassas bağırsak sendromlu ( irritable bowel syndrome) kişileri üç gruba ayırdık.
Bir grubu yedek listeye aldık ve diğer iki gruba akupunktur uyguluyormuş gibi yaptık. Ama bu iki gruba sözde akupunktur uygulaması, farklı iletişim tarzıyla yapıldı: Hekimler, hassas bağırsak sendromu yaşayan kişilerin bir grubuyla samimi ve destekleyici bir iletişim kurarken diğer gruptakilerle mesafeli ve resmi bir iletişim içinde bulundu.
Araştırmaya katılanların hepsi, hatta yedek listede olanlar dahi, kendilerini daha iyi hissettiklerini söylediler. Fakat hekimlerin resmi iletişim içinde kaldığı kişilerin yüzde 44’ü daha iyi olduğunu söylerken, hekimlerin samimi iletişim kurduğu kişilerin yüzde 62’si daha iyiyim diyordu.
Plasebolar her durumda, her koşulda işe yaramamakla birlikte, insanları kandırmak zorunda kalmadan sonuç alabileceğimiz bir yöntem bulabilirsek, çok büyük miktarlarda parayı da korumuş oluruz ve üstelik ilaçların yan etkilerinin yarattığı risk sıfıra iner. Böylesi bir çözüm, ilaç şirketlerinin satışları açısından değil ama refah düzeyimize sunacağı katkı açısından muhteşem olacaktır.
Yazan: Irving Kirsch (3 Ağustos 2010; Çeviren: Ayşegül Harputlu, Ç.Ü. Eğitim Fakültesi, Felsefe Grubu Öğretmenliği Yüksek Lisans Öğrencisi, Psikolojik Danışman, aysegulharputlu@hotmail.com; Irving Kirsch, Hull Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olarak çalışmaktadır. Yeni kitabı “The Emperor’s New Drugs: Exploding The Antidepressant Myth” (Hükümdarın Yeni İlaçları: Antidepresan Efsanesini Yıkmak) The Bodley Heat yayınevinden çıktı.
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı