Arınç: BDP'li kadın vekillere çok beddua ediyordum

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Ben bir BDP'li kadın milletvekiline çok kızıyordum, çok beddua ediyordum. Halen milletvekili bu insan ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim, şimdi artık kızmıyorum" dedi.

Arınç: BDP'li kadın vekillere çok beddua ediyordum
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 16.12.2012 - 15:07

TOBB tarafından düzenlenen ''Yeni Yüzyılda Medya ve İletişim Arama Konferansı''na katılmak üzere Bolu'da bulunan Arınç, Kanaltürk Ankara Temsilcisi Faruk Mercan'ın sunduğu ''Ankara'nın Nabzı'' programında soruları yanıtladı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Ben bir BDP'li kadın milletvekiline çok kızıyordum, çok beddua ediyordum. Halen milletvekili bu insan ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim, şimdi artık kızmıyorum. Çünkü 17 yaşındaki bir genç kızken Diyarbakır Cezaevi'nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki o kadar kendisini zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım'' dedi.

''Kürtlüğü inkar ederseniz çözüm olmaz''

Hrant Dink'in eşi Rakel Dink'in, Dink'in cenazesindeki ''Bir çocuktan, bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamamız gerekiyor'' sözlerini anımsatan Arınç, şunları kaydetti:

''İşte Abdullah Öcalan da aynen öyle, belki bir karanlığın kurbanı olarak bu yollara götürülmüş, sevk edilmiş, içinde MİT'in parmağı da olabilecek şekilde, başkalarının da desteklemesi suretiyle şimdi İmralı'da, 11-12 seneden beri tecrit halinde yaşayan bir insan. Ama bir çocukluğu, bir gençliği var. Türkiye'de yaşayıp da idam sehpasına gidenlerin, Hüseyin İnanlar ile Yusuf Aslanlar ile pek çoğuyla tarihte yolu kesişmiş bir insan olarak söylüyorum, Kürtlüğü inkar ederseniz, senin dilin yoktur derseniz, var diyenlere de cezaevi yoluna gösterirseniz bu işin çözümü olmaz.

Ben bir BDP'li kadın milletvekiline çok kızıyordum, çok beddua ediyordum. Halen milletvekili bu insan ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim, şimdi artık kızmıyorum. Çünkü 17 yaşındaki bir genç kızken Diyarbakır Cezaevi'nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki o kadar kendisini zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım. Çünkü Diyarbakır'dan cezaevinden çıkanların yarısından fazlası dağa gitti, yarısından fazlası da dağdakilere övgüler düzüyor. İnsanlara zulmederseniz, haksızlık, fena muamele yaparsanız bunun karşılığı sabır gösterenler de reddedenler de bunun hesabını sormaya kalkanlar da olabilir.

Biz Türkiye'de, 'Ben Kürdüm' diyen insanın rahatlıkla bunu söyleyebileceğini çünkü bu ülkede bin yıldır Kürtlerin var olduğunu, onlarla müşterek bir tarihimiz ve kaderimiz olduğunu, Cumhuriyeti birlikte kurduğumuzu söylüyoruz. Bu AK Parti'nin başarısıdır.

Kürtçe için bugün seçmeli dersleri koyduysak, bir TRT kanalını sabahtan akşama kadar verdiysek, 29 tane yerel ve bölgesel televizyona anadilinizde istediğiniz yayını yapabilirsiniz dediysek, 'Ben Kürt kimliğim var, ben hiçbir hakkımı alamadım' diyen insan yalan söyler. 'Ben şunları istiyorum' diyen herkes anayasal ve hukuki haklarını tamamen AK Parti hükümetleri döneminde almış durumdadır. Şimdi karşımızda Kürt meselesinden ziyade bir terör meselesi var, onu da inşallah çözeceğiz.''

''Size üç arkadaştan bahsedeyim; Durmuş, Yakup, Abdullah''

Türkiye'nin en önemli sorununun hala terör olduğunun belirtilmesi ve ''Niçin bu işi bir tam olarak sonuçlandıramıyoruz?'' sorusu üzerine Arınç, geçmişte ''Türkiye'de Kürt sorunu vardır'' diyen ancak harekete geçmeyen siyasetçilerin aksine kendilerinin sorunun çözümü yolunda adım attıklarını ifade etti.

Kürt kimliğini ve etnisite farklılığını ret ve inkar politikalarının 1980 öncesinde çok yoğun bir şekilde yaşandığını, 80 sonrasında da devam ettiğini belirten Arınç, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okuduğu dönemi anımsatarak, Türkiye'nin kayıp bir nesille karşı karşıya kaldığını, üniversite hayatında kurulan tuzakların bazılarının kaybolmasına yol açtığını ifade etti.

Anadolu'dan gelen bazı gençlerin çeşitli yöntemlerle farklı yönlere çekildiğini dile getiren Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Size üç arkadaştan bahsedeyim; üç kişi Anadolu'dan gelmişler, birisinin adı Durmuş, birisinin adı Yakup, birisinin adı Abdullah. Tapu Kadastro Meslek Lisesi'nde arkadaşlık yapıyorlar. Lise Ankara'da, Maltepe'de, Demirtepe tarafında bir yerde. Okulun karşısında da yurt var. Anadolu'dan gelen bu öğrenciler bu yurtta bir aradalar. Üçü namaz kılıyorlar, üçü de inançlı insanlar. Çok iyi arkadaşlıkları var, Maltepe Camisi'ne gidiyorlar, ders çalışıyorlar. Hepsi Anadolu'dan gelmiş, ailesinden bu eğitimi almış veya bu gelenekleri yaşatan insanlar.

Sonra yıllar geçiyor; bunlardan birisi yurt dışında tahsil yapan, Hukuk'ta okurken benim de bir yıl arkadaşlığımı yapan Durmuş Yılmaz olarak Türkiye'de Merkez Bankası Başkanı oluyor. Uşaklı Durmuş Yılmaz, o üç arkadaştan birisi. İkincisi Yakup İnce, Konya'dan yetişmiş bir mühendis, 30 yıldır Medine-i Münevvere'de mühendis olarak çalışıyor. Üçüncüsü de Abdullah, Abdullah Öcalan. Tapu Kadastro Meslek Lisesi'nin öğrenci yurdunda, birbirlerini çok seven, namazı beraber kılan, orucu beraber tutan, iftarlara, sahurlara beraber kalkan bu insanların hayatları hangi noktada kesişmiş, hangi noktada ayrılmış. Türkiye'nin son 50-100 yılını bu tablonun içinde görebilirsiniz.''

 

Aslında basın özgürlüğü var


Konferansla ilgili bilgi veren Arınç, birilerinin veya kolayca rapor yazanların zannettiği, düşündüğü gibi Türkiye'de basın özgürlüğünün yerlerde sürünmediğini söyledi.
''Aslında basın özgürlüğü var'' diyen Arınç, bunun kısıtlandığı noktaları görmek için terörle Mücadele Kanunu'na ve Türkiye'nin gerçeklerine bakmak gerektiğini belirtti.

Arınç, bu konuların iyice araştırılması gerektiğini vurgulayarak, şunları söyledi:

''Ama bir konuda iddialıyım. Hiçbir gazeteci, sayısı önemli değil, 100-200-300-500, bir kişi bile olsa, gazetecilik mesleğini yaptığından dolayı, içeride olmamalı, hürriyeti engellenmemeli. Gerçekten gazetecilik mesleğini ifa etmesinden dolayı mı bir kısım insanlar mı içeride. Yoksa birtakım kanunların, yazılı hukukun yasak ettiği, men ettiği konuları işlediklerinden veya böyle bir suça dahil olduklarından dolayı mı? Orada tarafsız ve objektif bir gözle, hukuki açıdan bir değerlendirme yapmak lazım. Bunu da yapmaya çalıştık.''

''3 dönem yasağını dört gözle bekliyorum''

''12 Eylül askeri darbesinin ardından, Milli Selamet Partisi İl Başkanı iken parti tabelasını indirmenizi istiyorlar, her şey bitti diyorlar. Tabelayı indirmeyi reddediyorsunuz. 70'li yıllarda başlayan siyasi hayatınız boyunca, il başkanlığı tabelasını indirmemeniz, 40 yıl sonra bu noktada olmayı bekliyor muydunuz?'' sorusu üzerine siyasete başladığı dönemi anlattı.

12 Eylül darbesinin ardından il başkanı olduğu Milli Selamet Partisi'nin kapatıldığını, kendisine siyasi yasak getirildiğini ifade eden Arınç, geçen sürecin ardından parlamentoda 5. dönemini yaşadığını, siyasette her noktada bulunduğunu kaydetti.

''3 dönem yasağını dört gözle bekliyorum, bundan da memnunum'' diyen Arınç, siyasi hayatta ne yapabilecekse yapmaya çalıştığını dile getirdi.

Arınç, şöyle devam etti:

''Ümit ediyorum ki arkadan gelecek çok değerli insanlar var. Parti içinde çok deneyimli arkadaşlarımız var. Onlar AK Parti'nin başarılarını bundan sonra da devam ettirecekler. Gözüm arkada değil, Allah ömür verirse, bu dönemin sonunda siyasi hayata en azından bir mola verme ihtiyacını hissediyorum. Milletvekilliği veya belediye başkanlığı noktasında hiçbir görevi kabul etmeyeceğimi ifade ettim. Eğer izin verirlerse, partide de genel merkezde de taşra teşkilatında hiçbir görev almam. Buna ihtiyacım var. Başkalarının da ihtiyacı olduğu gibi. AK Parti Türkiye'de her zaman başa güreşecek, iktidar olacak. Şahıslara bağlı bir siyaset anlayışını bir kenara koymamız lazım. Gelenler, inşallah gidenlerden daha başarılı olacak.
Türkiye'de siyasetin yozlaşmasının veya siyaset kurumunun giderek güçsüzleşmesinin arkasında lider sultası var, parti içi demokrasinin olmayışı var. Lider ve çevresindekilerin, partiye hakim olması ve başkalarına bu alanı boş bırakmamak gibi bir kaygıları var. Hele bir uygulayalım bakalım. Bakarsınız ileride böyle bir şey doğru değilmiş, çok faydasını görmedik diyenler, daha sonraki dönemlerde başlarının çaresine baksınlar. Ama biz Allah kısmet ederse,ömrümüz de olursa 2015 seçimlerinde en azından ara vermek gibi bir ihtiyacı hissediyorum.''

''O maskaralıklarla karşılaşmıyoruz''

Bülent Arınç, hükümete geldiklerinden bu yana geçen sürede, siyasi başarının yanı sıra demokratikleşme, özgürlükler alanında ve dış politikada da önemli gelişmeler sağlandığını anlattı.

Arınç, ''Yasa değişikliklerinden temel zihniyet değişiklilerine kadar ve Türkiye'de o 10 yıl içerisinde, yurt dışından gelip de kulağımıza eğilerek, 'Türkiye'de darbe olacak mı?' diye soran, yüzümüzü kızartan yabancı misafirlere kadar şimdi artık bu tür maskaralıklarla karşılaşmıyoruz'' diye konuştu.

Darbe teşebbüsleri, cuntacılık faaliyetlerinin bugün yaşanmadığını, bunların sorumlularının büyük kısmının da yargılandığını söyleyen Arınç, ''Ama en azından yargının artık bu işleri sorgulayıp, daha sonra yeni komisyonlarla 28 Şubat sürecinin incelenmesi, bir taraftan da 12 Eylül'ün artık yargı noktasında, yataklarından bile sorgulanabilecek duruma gelen darbecilerin hazin sonunu hep beraber izliyoruz'' dedi.

12 Eylül davasını izlerken neler hissettiğinin sorulması üzerine de Arınç, 12 Eylül darbesini yapanların kendilerini koruyacak hükümleri anayasaya koyduklarını, 12 Eylül 2010 referandumundaki halk oylamasıyla bunun değiştirildiğini anlattı.

Bunun üzerine soruşturmanın başlatıldığını ve konseyin hayatta kalan 2 üyesiyle ilgili dava açıldığını anımsatan Arınç, şöyle konuştu:

''Ne söyledikleri önemli değil, Türkiye için bu manzara önemli. Artık darbeciler yargılanabiliyor. Batının çok önce başardığı ve artık darbe sözünü tarihe gömdüğü bir zamanda biz aradan 32 sene geçtikten sonra darbecileri yargılayabiliyoruz. Verilecek cezadan da yattıkları yataklarında alınan ifadelerinden de daha önemlisi, darbenin artık suç olarak görülmesidir. Geçmişte darbecilere alkış tutanların da utanıp şimdi bundan nedamet duyması en azından büyük bir kısmının ve darbecilerin yargılanmasını alkışlamasıdır. Bundan sonra ümit ediyorum ki artık durumdan vazife çıkararak veya 'Cumhuriyetimizi korur ve kollarız' diyerek harekete geçecek artık bir unsurun kalmamış olduğudur.''

''Bunların hiçbirisinin şu bardak kadar kıymeti kalmadı''

AKP10 yıllık döneminde, kapatma davasından, 27 Nisan bildirgesine kadar yaşanan süreçlere ilişkin soru üzerine Arınç, ''Meclis Başkanı sıfatımız, Başbakan, Başbakan olmasına rağmen çoğu zaman bizi yalnız bırakırlar veya gülümsemeyen, tepeden bakan ifadeleriyle kendilerince bize tafra yaparlardı. İsim isim bunları söyleyebiliriz, ama artık bunların hiçbirisinin şu bardak kadar kıymeti kalmadı'' dedi.

Meclis Başkanı olduğu dönemde, komutanların yaptığı ziyaretin çok kısa tutulduğunun hatırlatılmasına karşılık da Arınç, şunları söyledi:

''3,5-4 dakika mıydı, saat tutmadım, ama çok kısa olduğunu hatırlıyorum. Onun arka planında ne olduğu da çok yazıldı. Şahsen üzülmüştüm. İlk tebrik etme ziyaretine gelip de böyle bir tavır içinde olmalarına. Sayın Özkök'ün o davranışın içinde bulunan Genelkurmay Başkanı olarak çok da memnun olmadığını anlıyordum. Yani diğerlerinin tavrını belki onaylamıyordu. Ama bir komuta kademesi olarak bana ilk geldiklerinde böyle bir mesaj vermek istemiş olabilirler. Ama benim vicdanım müsterih. Ben onlara daha güzel bir mesaj verdim. O ziyaretin iadesini yaptığım zaman her birinde en az yarım saat kaldım. Özellikle Şener Eruygur'da biraz daha fazla kaldım. Onunla ne konuştuğumuzu veya annemin Manisa'daki evini aratmak istemesinin altında ne yattığını sağlığına kavuştuğu zaman konuşacağım. Şimdilik sağlığına kavuşmadığı görülüyor. O günleri yaşadık, eğilmedik, bükülmedik, korkmadık. Türkiye'nin böyle bir sınavdan geçeceğini biliyorduk. Çok şükür bunları kötü bir hatıra olarak anıyoruz.''

Sorular üzerine, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, 27 Nisan bildirisi ve Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararıyla ilgili süreci de anlatan Arınç, TBMM'de 367 yeter sayısı bulunamayınca, sürecin sonunda ağustos ayında Cumhurbaşkanının seçilebildiğini söyledi. Arınç, ''4 aylık bir gecikmeye yol açtı yüzde 47 oy oranıyla ikinci seçimleri almamızda halk üzerinde çok olumlu etkisi oldu'' dedi.

''Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçiminin doğal adayı konumunda herhalde'' denilmesi üzerine Arınç, ''Yorumu siz yapın. 1,5 sene var diyelim. Bu günden şu adaydır, bu aday olacak diye konuşmak doğru değil. İnşallah çok güzel bir seçim olacak. Çok güzel, çok iyi, çok başarılı bir Cumhurbaşkanı, ilk defa halkın oylarıyla seçilmiş olacak'' dedi.

Arınç, ''Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında zaman zaman üslup farklılıkları ortaya çıkabiliyor. İlişkilerinde başta olmayan şimdi olan bir şey görüyor musunuz?'' sorusuna karşılık, farklılık görmediğini söyledi.

Cumhurbaşkanı ve Başbakanın anayasada tarif edilen görevlerinin farklı olduğunu belirten Arınç, farklı konular, görüşler olsa bile sonuçta karar alma noktasında Başbakan Erdoğan ile ayrı düşmediklerini ifade etti. Arınç, parti içindeki farklılıkları zenginlik olarak gördüklerini anlattı.

''Taraf gazetesini çıktığı günden beri beğeniyle takip ediyorum''

Taraf Gazetesi'ndeki istifalara ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine Arınç, gazeteyi çıktığı günden beri takip ettiğini ve beğendiğini söyledi.
Kendisinden Taraf gazetesini bir cümleyle tanımlaması istendiğinde söylediği ''Bitaraf olan bertaraf olur, ben tarafım'' sözlerini hatırlatan Arınç, ''Son zamanlarda bazı yazıları, başlıkları, manşetleri sebebiyle doğrusu hayal kırıklığına uğradım'' diye konuştu.

Bu konuyu gazetenin Ankara temsilcisi ve bazı yazarlarıyla da konuştuğunu dile getiren Arınç, şunları kaydetti:

''Toplumda veya medya camiasında 'eksen kayması mı var Taraf'ta' diye eleştiriler de oldu. Onlar da 'Altan'ın şahsından kaynaklanan birtakım şeyler olduğunu, ama gazetenin çizgisinin, doğrultusunun değişmediğini ifade ettiler. Başbakanımızla ilgili yazılanlar, AK Parti hükümetleriyle alay eder tarzda veyahutta bazı icraatlar sebebiyle çok acımazsızca, üslup çok önemli burada. Eleştirilere her zaman açığız, ama insanı veya bir partiyi, kuruluşu, bir görevliyi yok edecek tarzda manşet atılması, onu toplumun gözünde nefret edilecek birisi haline getirilmesi bence gazetecilik de değil. Çok aşırılığa gittiler. Bu sebeple bazı eleştirilerimi bazı yazarlar üzerinden yaptım, ama Sayın Altan ile bunu konuşmadım. Onun yazılarını önceleri o kadar çok beğenirdim, bunları her zaman internetten elde etmek de mümkün, ama sanki kessem de saklasam ve yeri geldiğinde sadece bu konuşları bir yerde okusam diye aklımdan geçerdi. Şimdi hala da çok güzel yazıyor ama eleştirilerinde, acımasızlığında da sınır tanımıyor.''


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler