‘Asıl hikâye bizi tutsak alan anlarda’ (21.09.2020)

Can Gazalcı’nın yeni romanı “Meyname”, meyhaneleri dolaşarak babasından iz arayan bir adamın yaklaşık 60 yıllık zaman dilimi içinde kendinden önceki iki nesilden can acıtan sırlar bulmasını anlatıyor. Gazalcı’nın yazımı on üç yıl alan romanı, dinlediği yüzlerce anıya, gözlemlediği onlarca mekâna, kulak verdiği sayısız sohbete yaslanan sarsıcı bir kurguyla ilerliyor. İnsanı tutsak kılan “an”ların peşine düşen yazar; üç kuşağın, büyük sevdalardan süzülüp gelen tarihinin yeniden yazıldığı romanında, bir günlük çerçevesinde insan denilen muammayı çözümlüyor. Geçmişin ömür boyu mıh gibi yürekte deruni aşklarını “Meyname”nin merkezine konumlarken bir yandan 1960’lardan kalma tarihi meyhanelere bir yolculuk sunuyor.

‘Asıl hikâye bizi tutsak alan anlarda’ (21.09.2020)
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.09.2020 - 14:07

Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ

“Meyname”, meyhaneleri dolaşarak babasından iz arayan bir adamın yaklaşık 60 yıllık zaman dilimi içinde kendinden önceki iki nesilden can acıtan sırlar bulmasını anlatıyor. Can Gazalcı’nın yazımı on üç yıl alan romanı, dinlediği yüzlerce anıya, gözlemlediği onlarca mekâna, kulak verdiği sayısız sohbete yaslanan sarsıcı bir kurguyla ilerliyor.

İnsanı tutsak kılan “an”ların peşine düşen Gazalcı; üç kuşağın, büyük sevdalardan süzülüp gelen tarihinin yeniden yazıldığı romanında, bir günlük çerçevesinde insan denilen muammayı çözümlüyor. Kimi istikameti alkole doğru tam yol çizmiş insanları ezber bozan yaşamlarından önemli kesitlerle aktarıyor.

Sürprizli, hüzünlü, inceden kanayan; geçmişin mektuplu, ömür boyu mıh gibi yürekte deruni aşklarını romanının merkezine konumlarken bir yandan 1960’lardan kalma tarihi meyhanelere bir yolculuk sunuyor.

Adeta envanterini çıkardığı tarihi mekânlarda okuru, onlarca klasikleşmiş sanat müziği eserleri eşliğinde maharetli garsonlarla, rakı üstatlarıyla tanıştırıyor, sofralarına konuk ediyor. Kaybolan doku, yaşam biçimleri, mekânlar, bellekle yüzleştiriyor.

Can Gazalcı ile “Meyname”yi konuştuk.

- Bu romanı on üç yılda yazdığını belirtiyorsunuz girişte. Bu zaman aralığı romana nasıl yansıdı? Bir de romanın sonunda yer alan “2006-2019, Ankara, Konya, Bodrum, Erzurum, İstanbul, İzmir, Ankara, Fethiye, Ankara, Mersin, Ankara, Çalıkuşu.” dipnotu... Bu hatta mı yazdınız romanı?

Çok haklısın, bu kadar yılda insanın hayata bakış açısında da değişiklikler oluyor, dili kullanımında da... Romanın en çok günlük hayat gözlemlerine dayandığına inanırım. On üç yıl boyunca üzerinde devamlı çalışmasam da beni ve dış dünyayı yenileyen gözlerimle her yıl, başına oturup yazdıklarımı yeniden gözden geçirip geliştirmeye çabaladım. Romanın sonuna not düştüğüm şehir isimleri, romana yeni unsurların katıldığı yerleri işaretliyor, sondaki Çalıkuşu ise Meyname’ye noktayı koyduğum Ankara’nın tarihi meyhanesidir.

HEM ZEHİR HEM PANZEHİR GÜNLÜKLER...

- Romanınız başlarda tek gibi görünse de aslında çok aşamalı bir yapıda gelişiyor. Kaderin her türlü sillesine şerbetli olan meyhane adamlarını bile dikkate kesen, arka plandaki ezber bozan öyküler silsilesiyle hem zehir hem panzehir niteliğindeki günlükler; Barış ve Yeşim başta pek çok kişinin hayatını kökten değiştiriyor. Barış, babası Mustafa ve Asude arasındaki aşkı anlatan günlüklerin izini dedektif gibi sürerken buldukları karşısında neye dönüşüyor?

Hem zehir hem panzehir nitelemeni çok sevdiğimi söylemeliyim. Romanı ruhuna girerek okuduğunu gösteriyor ki benim için çok sevindirici. Doğrusu Barış’ın babasının peşindeyken nasıl bir sürprizle karşılaştığını anlatıp okurun keyfini kaçırmak istemem fakat şunu vurgulamak isterim. Barış dönüşen bir karakter ve bu dönüşümü perişan olarak yaşıyor, kaybettiği hiçbir şey yok, yeniden eski hayatına dönebilir ama dönemiyor, kendisini derinden sarsan olaylarla karşılaşan hiç kimse, hayatına eskisi gibi devam edemez. Zaten roman en çok bu tutsaklıkları anlatıyor. Bizi “an”lar tutsak alıyor, her insanın bu anlarının peşine düştüğünüzde herkesten bir roman çıkar, bu anlar hem biriciktir hem de araya karbon kâğıdı konulmuşçasına ilk insanlardan bu yana sürer gider. Meyname’de “an”lar başka “an”ları tetikliyor ve bir bakıyorsunuz ki o anlar ömür olmuş.

‘HEPSİ GERÇEK HAYATTAN ESİNLİ’

- Çoğu istikameti alkole doğru tam yol çizmiş yaşamlardan her bir kesitte ezberi bozuluyor okurun. Her an yeni bir gelişme ile karşılaşıyoruz. İmlediğiniz gibi romanınızda bir tane bile “kötü” karakter yok. İşin insan denilen muammayla... Bunu açar mısın?

Öykü de roman da öncelikle insanın çözülememiş gizemlerine ışık tutmalıdır bence. Gizemi çözemez ama onu bize gösterir. Çözülememiş derken neyi kast ediyorum. Anlaşılmaz, belki hepimizin gösterdiği, tanık olduğu ama bir türlü açıklayamadığımız davranışlarımızı... Meyname’nin okurlarından bazıları “Hayır canım bu kadar da olur mu, mümkün değil böyle bir şey, kimse böyle yapmaz” diyecektir. Bunu derken de aslında kendini de zaman zaman böyle davranışlar gösterdiğini bilecektir ya da bunları yapmanın tam kıyısından döndüğü zamanları... Ve onlara bir yanıtım daha vardır: O kadar inanılmaz gelmesinin nedeni hepsinin gerçek hayattan esinlenerek yazılmış olmasıdır. İşte muamma burada...

İyi-kötü meselesine gelince... Evet çevremizde gerçek kötüler de yok değil ama büyük çoğunluğumuz “birbirimizin” kötüsüyüzdür. Bir de kimseyi kötü bulmayıp hayatını çektiği acılara göre biçimlendirenler var. Yalnızlıkla büyük acılar çekiyorlar. İşte onlar en çok yazmaya değer olanlar bana göre.

KANAYAN, DERUNİ AŞKLAR

- Tıpkı “Meyname”nin sürprizli bir o kadar da hüzünlü, inceden kanayan, mektuplu, deruni aşk hikâyeleri gibi... Ömür boyu mıh gibi yürekte...

Meyname, böyle bir okuma yapıldığında gerçekten birden çok aşk hikâyesinin birbirlerini etkilemesi olarak ele alınabilir. Birlikteyken karşılıklı olan, birlikte olmadan karşılıklı olan, birlikte olsalar da tek taraflı yaşanan, bazen de hiç birlikte olmadan sürüp giden aşklar var Meyname’de... Biri olmazsa diğeri olmayacak şekilde ilerliyor hikâye.

- Devrin şartlarını ünlerken, müstakbelde kalakalan meyhaneci ve İmam dünürler eliyle iki farklı hatta karşıt dünyayı çarpıştırıyorsunuz. Özellikle Kavruk, İmam, Mustafa, Nimet, Asude, Kadir ile Barış, Yeşim ve arkadaşları hikâyenin geçmiş-bugün zaman dilimlerinden dalları okura her an bir üste çıkabilen alt metinler şeklinde aktarılıyor... Böyle diyebilir miyiz?

Teşekkür ederim aynı zamanda böyle iyi bir okur olduğunuz için. İki farklı dünyayı çarpıştırırken yukarıda değindiğimiz kötü olmama durumuna da çıkıyoruz aslında. Bu iki dünyadaki babalar çocuklarını korumak peşindeler. Ve aslında ikisine de sorsanız asıl saldırının karşısındakinden geldiğini söyleyeceklerdir. Evlatlar söz konusu olduğunda hemen her zaman işler karışır, onlara iyilik yapıyoruz zannederken hayatlarını bir ömür boyu biçimlemeye ne kadar hakkımız var, çocuklar da ailelerine hangi noktada dur diyecekler? Bu belirsizlikler bizim gibi farklı kültürlerin bir arada yaşadığı toplumlar için büyük bir sorun olmaya devam edecek gibi görünüyor. İşin içine aşk girdiğinde ise maalesef bu müdahalelerin sonuçları çok acı olabiliyor. Romanda işte bu acıyı çeken karakterler var. Yeni kuşaklar ise birbirlerini hatta karşısındakinin ailesini anlamaya çalışıyor, bir umut filizlendiriyorlar içimizde.

‘TARİHİ MEYHANELER BİTİYOR’

- Barış’ın en eski akşamcılara babasının fotoğraflarını gösterip, Asude’den bir iz bulmak umuduyla Ankara’nın 60’lı yıllardan kalma tarihi meyhanelerini araştırmaya karar vermesi... Tarihi mekanlarla, maharetli garsonlarla, rakı üstatlarıyla tanışıyor Barış ve arkadaşı Hakan. Fark edilmeyecek gibi değil o kaybolan doku, yaşam biçimleri, mekanlar, bellek... Hakan’ın dediği gibi “Bir daha yaşanmayacak şeyler bunlar”. Yerine gelen yenileri ise global, hani tatsız tuzsuz, biz değil... Roman bu noktada binbir öyküyü barındıran, pek çok efsane müdavime de evsahipliği yapmış ve çoğu artık kaybolup gitmiş o eski meyhanelerin, gece kulüpleri ve mekânların envanterini çıkarıyor adeta değil mi?

Haklısınız, bir zamanların Ankara’sındaki meşhur mekânları ve bugün yerlerinde neler olduğunu araştırırken bu değişen kültürü de görmüş oldum. Benim kuşağım -43 yaşındayım- hâlâ meyhanelere gitmekten zevk alıyor. O eski tadı veren yerler de giderek azalıyor ama yok değiller. Birçok şehirde en az bir tane bulmak mümkün. Fakat şu an üniversitede olanların bizim yaşımıza geldiklerinde meyhaneden hoşlanıp hoşlanmayacağını kestiremiyorum doğrusu. Birbirini anlayabildiğin, dinleyebildiğin, karşısındakinin gözlerinin içine bakıp hüznünü, keyfini görüp paylaşabileceğin bir yer Meyhane. İnsanı çözen bir hâli var. Bizler daha çok yalnızlığa mahkum edilirken, en iyi, en birinci kendimiz olduğumuz, birbirimize kazık atmanın makbul olduğu habire bize fısıldanırken elbette meyhane kültürü de değişiyor. Birbirlerini anlamaya çalışmadan bir mekânda sallanıp durmayı tercih etmek zorunda kalanlara kızamıyorum çünkü bu çok daha korunaklı. Ama acı.

AKŞAMCILAR...

- Meyhane, akşamcı kültürüne ilişkin tespitlere de yer veriyorsunuz... Sofralarına tanıklık ettiğiniz Ankara’nın çeşitli meyhanelerindeki akşamcılara nasıl bir dünya sundular size? Ayrıca birkaç akşamcı hikayesi de konumluyorsunuz metne kısa bir aralıkta. O kadar canlı yazılmış ki ne kadar kurgu ne kadarı gerçek bilemiyor insan..

Sezginiz tamamen doğru. Akşamcı olmayan ama gittiğimiz zaman da meyhanenin hakkını veren dostlarım arasında geçti yıllarım. Onlar sayesinde de yeni dostlar edindim. Fakat roman için ben de Barış gibi meyhaneleri dolaştım. Dediğiniz gibi aslında romanda kısa bir bölüm ama o bölüm için birçok neşeli-hüzünlü anı dinledim. Romana yansıttığım kimi anılara sadık kaldım, kimilerinde dinlediklerimle yeni şeyler kurguladım.

- Kitabınıza esin olan alemi, alemin sıradan insan krallarını, raconlarını anlatır mısınız? Akşamcıların davranışlarının birbirlerine ne kadar benzediğini fark edip şaşırıyor okur da Barış gibi. Nedir bu kültürün değişmeyenleri?

Tavırlarının birbirlerine ne kadar benzediklerinden haberleri yok. Akşamcılar, çok nezaketli insanlar. Yanlarına yanaşıp bir şey söylediğinde kendilerini korumaya almıyorlar, masalarına oturup sohbetlerine karışmak istediğimde bir kez olsun reddedilmedim. Ama ağızlarının tatlarını kaçıracak, mahremiyetlerini bozacak kadar da ileri gitmedim. Sofra arkadaşlarını çok seviyorlar ve kolluyorlar. Dert dinliyorlar, çaresiz dertlerde konuyu değiştirip sizi rahatlatıyorlar, neşelenmeyi de biliyorlar, insanın olduğu her yerde her türlü insanı görmeniz mümkün ama büyük çoğunluğu kimseye büyüklük taslamıyor; hayat yorgunu insanlar akşamcılar. İnsandan vazgeçmemişler ama.

‘MEYNAME’NİN SİNEMAYA UYARLANMASINI DÜŞLÜYORUM’

- Romanın eski türkülerini, şarkılarını ve şiirlerini de sormak isterim: Okuma boyu maziden eşlik ediyorlar duygu durumlarına. Ya aşk oluyor konusu, ya ayrılık. Dertililerin imdadına koşuyor, duygularına tercüman oluyor...

Sanat müziğini meyhane için vazgeçilmez buluyorum. Ama hiç müzik istemeyen akşamcılar da var. Dediğiniz gibi aslında karakterlerin ve ortamın duygu durumunu verebilmek için kullandım eserleri. Romana yerleştirilen şarkılar ve sözleri tesadüfi seçilmiş değildir, okurun gözüne sokmadan ama o anki duygu durumunu dolaylı da olsa anlatan parçalardır. Ayrıca sinemaya uyarlanması gibi bir düşüm var Meyname’nin, orada da çok farklı bir tadı olacaktır. Bu söyleşi öncesi tesadüfen Yılmaz Erdoğan’ın Ekşi Elmalar filmini bir kez daha izledim, değişip dönüşen hayatları çok iyi anlatıyor o film. Meyname bambaşka bir konuda benzer bir çaba içerisinde. Ben de bir gün beyazperdeye bu hikâyenin aktarılabileceğini düşünüyorum.

‘HAYAT DERTLENİLMEYECEK GİBİ Mİ?’

- Romanın metaforik kertesinde rakının DNA’sı Anasonya İmparatorluğu’nun “hem fena hâlde federe hem su götürmez üniter yapısına” isyanı romanın merkezinde olmamakla birlikte yerli yerince.. Hani şerefine kaldırılmıyor kadehler! İçip güzelleşen deyişlerle örülü değil romanınız. Alemin düşünenleri keyiflenmeyi iyi bilmekle birlikte sıklıkla dertleniyor akıp giden hayata ve gidişata. Diyaloglarda da izi açıklıkla sürüldüğü üzere hayatın sorgusu kadehin dibinde değil ta başında da yine yerli yerince... Alayına isyan tokuşuyor kadehler hayli zaman... Ne der yazarı?

Bu güzel tespitlerin bu harika söyleşide kalması için yanıtlıyorum sadece: Aynen, içip içip efkârlanmıyor meyhaneciler, zaten çok dertliler, çok. Hayat dertlenilmeyecek gibi mi?

Meyname / Can Gazalcı / Edebiyatist Yayınevi / 288 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon