Balbay'la Bir Gezi'nti
Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Genel Kurul’a sunduğu uluslararası hukuk ilkelerine göre “suç oluşturan bir eylemde bulunan kimsenin, devlet başkanı ya da sorumlu hükümet görevlisi olması, bu kimseyi uluslararası hukuka göre sorumluluktan kurtarmaz”.
Cumhuriyet’te okudum, Balbay, 5 Ağustos’ta Silivri’ye “Gelemeyenler yüreğini yollasın” diye haber salmış. Yüreğimiz nice yıldır onlarla oralarda atıyor zaten. Yalçın Küçük’lerle, Mustafa Balbay’larla, Doğu Perinçek’lerle atıyor. Tarikat ve cemaatlerin kuşatıp teslim alamadığı bilim adamları, Kemal Gürüz’lerle, Mehmet Haberal’larla, Fatih Hilmioğlu’larıyla atıyor. “Ulusal”lığı “mikrop” olarak çığlıklayanların kargışladıklarıyla, Ergenekon’a sıkıştırılmış, Balyoz’a boyanmış, 28 Şubat’a uzatılmış komutanlarla atıyor kalbimiz.
Sincan konuşmasında, Erdoğan’ın, “Gerekirse kurşun da sıkar” dediği, polisin bilerek ve hedef gözeterek sıktığı kurşunla cansız düşenlerle, sokak aralarında pusuya düşürülerek ve sopalarla dövülerek öldürülen gençlerle atıyor kalbimiz. Başları hedef alınarak yakın mesafeden atılan gaz bombalarıyla öldürülenlerle, doğrudan yüzlerine sıkılan zehirli biber gazıyla boğulanlarla, gözlerinden olanlarla, sakat kalanlarla atıyor kalbimiz.
Hilafete köprü, halifeye saray, hurafeye saltanat, “üç kıta yedi iklime hükmetmek” için, “kendilerinin” olacak olan bir anayasa için, imparatorluğun başkentinde, “Allah’ın görevlendirdiği kul” olarak Erdoğan’ın hedeflediği “başkanlık” yoluna ve önüne, topsuz-tüfeksiz, silahı ses, mermisi söz olan bir “halk”ın çıkması “terör”, bu halkın kendisi “terörist” sayılmış, Müslüman Kardeşler’in dini lideri Karadavi’nin fetvasında dillendirildiği gibi, gücünü halkından değil, “rabbinden” alan Erdoğan’ı protesto etmeye kalkışmanın “günah” olduğu vurgulanmıştı.
Ama, Kazlıçeşme’deki konuşmasında da yinelediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti, laik, sosyal bir hukuk devleti” ve Erdoğan, bu laik, sosyal hukuk devletinin başbakanıysa, insanlığa karşı suçların işlenmesinde, emir ve talimat vermiş olan Erdoğan’ı protesto etmek, “günah” değil, insanın insanlık, yurttaşın yurttaşlık görevidir. Dinsel, mezhepsel, etnik, siyasal, ideolojik farklılıkları ayrımcılığa ve düşmanlığa dönüştüren bir iktidara ve onun mutlak başkanı olan başbakanına, elbette, onun ezmeye, yok etmeye çalıştığı dinden mezhep taraftarları; laik eğitimden yoksun bırakılmaya zorlanan, gençler, gelişmenin ve özgürleşmenin temeli sanatı yokumsayanlara karşı, sanatçılar, yazarlar karşı çıkacaktı, tarikat ve cemaat yanlıları, cami imamları değil.
‘Yurttaşlık hukuku’
Uluslararası hukuk, insanı temel öğe alır; insanı, salt insan olarak insanlık açısından korur. Buna, insanın, insan olarak insana sahip çıkması da denebilir.
Ulusal hukuk, özünde uygar ulusların kendi aralarında paylaştığı bir hukuktur ve bir bakıma “yurttaşlık” hukukudur, insanı, yurttaş olarak korur. Uluslararası hukuk, ulusların birlikte paylaştıkları hukuktur, ulusal-üstü hukuktur. Burada yurttaş, insan olarak ve insan hakları korunarak korunur.
Devlet, “ulus-devlet” olarak yurttaşını, yurttaşlık hakları açısından korur. Salt insan olduğu için değil, yurttaşını insan olduğu için ve insanı yurttaş olduğu için korur. Bu devletin ulusal görevidir. Devletin, insanı, insanlığın üyesi olarak koruması ise evrensel görevidir. Evrensel görev, uluslararası antlaşma ve sözleşmelerle belirlenmiş ve pekiştirilmiştir.
Uluslararası hukuk ilkeleri
Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Genel Kurul’a sunduğu uluslararası hukuk ilkelerine göre “suç oluşturan bir eylemde bulunan kimsenin, devlet başkanı ya da sorumlu hükümet görevlisi olması, bu kimseyi uluslararası hukuka göre sorumluluktan kurtarmaz”.
“Savaş ve İnsanlığa Karşı Suçlara Zamanaşımı Uygulanamazlığına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin 2. maddesinde, “İnsanlığa karşı suçların işlenmesi durumunda, bu suçların işlenmesine elebaşı ya da suç ortağı olarak katılan ya da başkalarını doğrudan kışkırtan ya da sonucu ne olursa olsun bu suçların işlenmesi için gizli anlaşmaya girişen devlet makamlarının temsilcileri ve özel kişilere ve bu suçların işlenmesine göz yuman devlet yetkililerine bu sözleşmenin hükümleri(nin) uygulanacağı” koşulu yer alır.
1 Haziran 2005’te (yani AKP iktidarı döneminde) yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Ceza Yasası’nda, iç hukukumuzda “Uluslararası Suçlar” arasında yer alan “İnsanlığa Karşı Suçlar”, “siyasal, felsefi, ırki ve dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenen suçlar” olarak tanımlanmış, siyasal, felsefi, ırki ve dini nedenlerle “a) kasten öldürmek, b) kasten yaralamak, c) işkence ve eziyet yapmak, köleleştirmek, d) kişi hürriyetinden yoksun kılmak, insanlığa karşı suçların başında yer almış, ayrıca, kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, “belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümlerinin uygulanacağı” hükmüne yasada yer verilmiştir.
Zeytinburnu Kazlıçeşme mitinginde, “gücünü rabbinden, desteğini milletten” alan, dünyada eşi bulunmaz bir “Başbakan” olduğunu söyleyen Erdoğan, “Şu 18 günde hukukun, demokrasinin dışına çıkılmasına asla müsaade etmedik” diyecek, şu anda hastanelerde üç kişi bulunduğunu söyleyecektir. Bunlardan biri Erdoğan’ın “komiseri”dir. “Akşam ona kurşunla ateş açtılar!” diyordu. Kimdi ateş açan, neden ateş açılmıştı, bunu söylememişti. “Bir diğeri de diyor, ayağından yaralandı. Bir sivil vatandaşımız da biber gazından, gözünden yaralandı.”
“Şu 18 günde” değil, 16 günde, Türk Tabipleri Birliği’nin “Gezi Raporu”nda verilen rakamlara göre, 4 ölü, 63’ü ağır 5 bin yaralı vardı. Ne komiser vardı içlerinde kurşunla yaralı, ne de ayağından yaralı polis… Cumhuriyet, TTB’nin raporunu, “TTB’nin Gezi Raporu korkuttu”, “Savaş sonrası gibi” başlıklarla vermişti.
Çocuklarını yitiren anneler, babalar, kardeşlerini yitiren kardeşler, avukatları, “katil Erdoğan” diyor ve kargışlıyorlardı. Katil, Erdoğan mıydı, onu söylemek doğal ki bize düşmez. Söz konusu olan, insanlık suçu işlenip işlenmediğidir. Ceza Yasası’na göre siyasal, felsefi, etnik ve dinsel nedenlerle, bu kasıtlarla öldürmek, yaralamak ağır insanlık suçudur. Yalnız insanlar öldürülmemiş, yaralanmamış, siyasal, felsefi, etnik ve dinsel (mezhepsel) nedenlerle işlenmiştir bu suçlar. Bu suçları kimin emriyle, kimlerin işlediğine karar verecek olan yargıdır.
Muzaffer İlhan ERDOST TİHAK / Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı
En Çok Okunan Haberler
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!