Bir çağdaş sanat seçkisi
Leonardo da Vinci'nin kült yapıtı La Giaconda namı-değer Mona Lisa 1911'de Louvre Müzesi'nden çalındığında büyük olay olur. Kimin, nasıl çaldığı, nereye götürdüğü gibi sorular bir yana Picasso'nun bile sorguya çekilmesi bu ünlü yapıtın ne denli önemli olduğunu bir kez daha kanıtlar adeta. Ancak, bu hırsızlık olayının en önemli ayrıntılarından biri Louvre'a gelen ziyaretçi sayısının azalması değil, çoğalmasıdır. Bir zamanlar Mona Lisa'nın asılı olduğu "boş duvarı" görmek için ziyaretçiler uzun kuyruklar oluşturur. Bu olay, bir sanat yapıtının etrafını saran miti, onu salt bir yapıttan öte başka bir 'şeye' çeviren herşeyi ne kadar da güzel özetliyor...
Müzelerin sanat yapıtına yüklediği olumlu ya da olumsuz anlamlar, izleyicinin müze atmosferi içinde birden bire değişen algısı hem sanatçıların, hem de kuramcıların uzun süredir üzerine düşündüğü, tartıştığı konuların başında geliyor. Mona Lisa’nın varlığıyla olduğu kadar yokluğuyla da varolabilmesini içinde bulunduğu atmosferden soyutlayarak değerlendirmek mümkün değil kuşkusuz. Müzelerin yapıtlar üzerinde sihirli bir değnek etkisi yarattığını kim inkar edebilir ki? Louise Lawler’in İstanbul Modern’de açılan “Suyun Bir Arada Tuttuğu” adlı sergide yer alan işi bir kez daha müzelerin bu sihirli değnek işlevini hatırlatıyor. Lawler’in bir müzede sanat yapıtının bir zamanlar asılı olduğu duvarı ve çivileri fotoğrafladığı 2002 tarihli “Abbau” çalışması sanatın “bir varmış bir yokmuş” halini gösterirken, boşluğun algılarımız üzerindeki etkisine de dikkat çekiyor.
Başarılı bir seçki
İstanbul Modern’in bu yeni sergisinin tek ilgi çekici yanı Lawler’in bir müzenin boş duvarını fotoğraflayıp bunu yine bir müze mekânında sergilemesi değil elbette. Verbund Koleksiyonu’ndan 39 sanatçının yer aldığı “Suyun Bir Arada Tuttuğu” başlıklı sergi, asıl itibariyle, 1970 sonrası çağdaş sanatın usta isimlerinin işlerinin yer aldığı başarılı bir seçki aslında... Cindy Sherman’dan Gordon Matta-Clark’a, Nan Goldin’den Sarah Lucas’a, Bernd-Hilla Becher’den Gabriel Orozco’ya pek çok önemli ismi içinde barındıran bu sergi özellikle tarihsel bir kesit sunması ve bunu didaktik olarak da desteklemesiyle öne çıkıyor. Performans ve Mekânlar/Yerler başlığıyla iki tema ekseninde ilerleyen serginin Performans bölümü, 1970’lerden itibaren feminist söylemi benimseyen ve kendini sanat yapıtının öznesi/nesnesi olarak konumlandıran kadın sanatçıların işlerini içeriyor. Kadının toplumsal konumundan kimlik sorunsalına, bedenin algılanışından kadının toplum tarafından nasıl kodlandığına kadar pek çok problem feminist söylemin dili ile görünür kılınıyor. Bu bölümün baş oyuncusu hiç kuşkusuz Cindy Sherman. Yapıtlarını ilk kez bu denli geniş çapta izleyebildiğimiz Sherman, sayısız kimliğe büründüğü fotoğraflarıyla neden efsaneleştiğinin de yanıtını veriyor. 1970’li yıllarda ürettiği İsimsiz Film Kareleri adlı fotoğraf çalışmalarıyla medyada ve sinemada kadının stereotip olarak nasıl canlandırıldığını ve algılandığını gösteren Sherman, bir bakıma, 20. yüzyılın kültür yaşamını da irdeliyor bu fotoğraflarıyla. İngilizlerin Tracey Emin’den sonra adı en çok telafuz edilen ismi Sarah Lucas maskülen oto-portreleriyle, Birgit Jürgessen ise kadının yerleşik kodlarını eleştirdiği oto-portreleriyle karşımıza çıkıyor. 1972’de kaleme aldığı Kadınların Sanatı manifestosunda “Kadınların geleceği, kadınların tarihi olacak” diyen Valie Export da kadına dair hemen herşeyi sorunlaştırdığı yapıtlarıyla feminist söylemi görselleştiriyor. İlk kez Santral İstanbul’daki Modern ve Ötesi sergisinde izleme olanağı bulduğumuz Nil Yalter’in 1974 tarihli ilk videosu olan “Başsız Kadın/Göbek Dansı” ise, kadının toplumsal konumuna ilişkin, varolan değerleri sorgulayan güçlü bir eleştiri içeriyor. Oryantalist bakışın Türk kültür yaşamı ile neredeyse özdeşleştirdiği göbek dansının yerleşmiş kalıplarını kıran bu çalışma, çağdaş Türk sanatında daha sonraları kimi sanatçılarda göreceğimiz “kadının adı yok” metaforunun ilk örneklerinden biri ayrıca.
Yapıtın mekanla ilişkisi
Serginin Mekânlar ve Yerler başlıklı ikinci teması ise sanat yapıtının mekânla girdiği ilişkiyi, mekânı algılayışını ve bunu yeniden nasıl konumlandırdığı üzerine şekilleniyor. Gordon Matta-Clark’ın 1974’te galericisine ait bir evi ikiye böldüğü “Bölme”si ve aynı anda bir kaç katı birden görmemizi sağlayan “Barok Ofis”i anarşist-mimarinin en çarpıcı örneklerinden. Ernesto Neto’nun Freud Müzesi için yaptığı içine girilemez ama etrafında dolaşılabilir naylon kafesi, Fred Sandback’in ince iplerle mekân içinde oluşturduğu yeni mekânları, Bernd ve Hilla Becher’in 19. ve 20. yüzyılın endüstri yapılarını fotoğrafladıkları çalışmalar ilk akla gelenler.
Lawrence Weiner’in 1993 tarihli işinden ödünç alınarak başlığa taşınan “Suyun Bir Arada Tuttuğu” sergisinin küratörlüğünü Gabriele Schor ve Levent Çalıkoğlu üstleniyor. Bu sergi, çağdaş sanat tarihinin bir bölümünü yeniden ve yakından görmek, okumak için gerçekten bir fırsat. Günümüz sanatının hangi dönemeçlerden bugüne ulaştığının, hangi meselelerin arkasından yol aldığının ipuçlarını veren bir sergi “Suyun Bir Arada Tuttuğu”...
İstanbul Modern “Suyun Bir Arada Tuttuğu”\t 10 Eylül 2008 - 10 Ocak 2009
Meclis-I Mebusan Cad. Liman İşletmeleri Sahası Antrepo No: 4 Karaköy-İstanbul
Tel: 0212 334 73 00
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Araştırma: Olası bir savaşta Türkiye'nin kaybı ne olur?