'Bireylerle ortak dünya' için

Edebiyat kuramcısı-eleştirmen Tzvetan Todorov, besteci Bernard Foccroulle ile felsefeci Robert Legros, Sanatta Bireyin Doğuşu'nda resim, müzik ve düşüncede öznenin gelişim serüvenini tartışıp günümüze ışık tutuyor.

Yayınlanma: 04.08.2011 - 09:18
Abone Ol google-news

Ortaçağ'ın büyük kara deliğinin içinden insan onuru gibi bir ışık da çıkar. Bunun gelişiminde sanat önemli bir görev üstlenir. Tanrı ve Tanrısal olanın (ya da kabul edilenin) yerini insan merkezli bir bakış açısı alır. Bir anlamda yeryüzüyle beraber birey önem kazanır. Gerçeklik, 'hakikatin' önüne geçer ve birey (özne) resimlenmeye başlar. Tzvetan Todorov, Bernard Foccroulle ve Robert Legros resim, müzik ve düşüncede bu gelişimin boyutlarını incelerken masaya bilgi ve deneyimleriyle oturuyor.

 

Anlatım dili yaratmak

Todorov, eski dönemlerde resimle ilgili en çok malzeme sunanın Romalılar olduğunu söyler, çünkü püsküren Vezüv hemen her şeyi koruma altına alır. İsa'yla beraber, bireyin var oluşu da resmedilişi de Tanrı üzerinden yürümeye başlar.

Ortaçağ'da insanı silikleştiren düzene karşı Todorov, Ockhamlı William'ın adını ortaya atar; dünyanın işleyişinin Tanrı'nın düzenine boyun eğmediğini savunan William, duyulara atıf yapar. Bir bakıma, görünür olana saygınlığını iade eder. 'Tanrının iyiliğinden yansıma taşımayan yaratık yoktur' kabulü de sallanmaya başlar. Görülenin çizilme süreci bu sancılarla gelişir.

Todorov, bireyi tablolara yerleştirme işinde kuyuya taş atan isimlerin Robert Campin ve Jan van Eyck olduğunu söylüyor. Onlar sayesinde, ressam da çizdiği kişiler de birey (özne) biçiminde algılanmaya başlar. Rönesans'ın kapısını ardına kadar açan etkenlerin başında da işte bu gelir.

Resim tarafında durum böyleyken müzik cenahında Bernard Foccroulle'ün sesi duyulur. Aslında gelip dayandığımız nokta, hep bir anlatım dili kotarmakla bağlantılı. 'Müzikte, bireyi ve onun duygularını aktaracak bir dil nasıl yaratılabilir?' Soru bu. Bunun için yol belliydi zaten, kutsal olanın geri çekilişinden hareket edilecekti. Benzersiz birey, böylelikle müzik diline de bulaşır. Opera ve konserlerdeki çeşitlilik bu dilin serpilmesini sağlar, bireyin duyarlılığı seslendirilir: Modern müzikte konu ve alıcı artık bireydir.

Tekseslilikten çoksesliliğe uzanan süreçte, modern döneme dek bestecinin adı belirsiz. Çünkü o, yaratıcı olarak kabul edilmez. O dönemde topluluğun ruhunu dile getiren besteci, 'biz'e hizmet etmekle yükümlü. Foccroulle, bunu kırmayı başaran ilk ve en önemli ismin Monteverdi olduğunu muştular; madrigalleri ve operalarıyla bireyi müzikal dünyanın merkezine koyan besteci, solo sesler ve müziği tiyatroya dönüştürmesiyle bireyin heyecanını dile getirir. Öte yandan Monteverdi, besteci olarak kişisel görüşünü sunar; soliste heyecanını ve insanın durumunu ortaya koyma olanağı tanır. Aklı ve duyarlılığıyla müzikte kendini bulmaya yönelen dinleyiciye, kendi aklı ve duyumsayışıyla katkı verir.

SEÇEN VE YARGIYA VARAN İNSAN

Robert Legros, konuyu genelleştirmesi ve biraz da soyut hale getirmesiyle Todorov ve Foccroulle'den ayrılıyor. Ancak bu, taban tabana zıt fikirleri savunma değil, yöntem ya da izlenen yol bağlamında bir ayrılık.

Legros, hümanizmanın 'insanın insanlığı' veya 'insanın özü' izleğinden hareketle, aidiyetlerinden ve kuşatılmışlığından sıyrılan bireyin var oluşu sorunsalına eğiliyor. Buna hak, eşitlik ve özgürlük gibi kavramları da katarak ilerliyor, yani eskiden insana yakıştırılmayan ama onun baştan sahip olması gereken öz nitelikleri.

Özne haline gelmeden önce kişinin 'ne olduğu aidiyetlerine göre, ne olması gerektiği doğumla belirleniyordu.' İnsanın, özel ve benzersiz olarak algılanması; bireyleşmesi ya da özneye dönüşmesinin koşulu, ona önceden anlam yüklenememesinde aranmalı. Legros'un 'herhangi bir aidiyet veya sınıf bağlamında önceden tanımlanamaz' dediği öznenin tam karşılığı da bu: Seçen ve yargıya varan birey.

Tanrıdan ve derebeylerinden koparak özgürleşen ve özgünleşen öznenin düzeninde her birey, kendiliğinden düşünüp yargılar, kendisi harekete geçer ve sonunda benlik duygusunun ayırdına varır. Legros'a göre 'özneliğin deneyimlenmesi' buna denk düşer. Bu, 'demokratik insan deneyimi' anlamına gelir. Burada 'öteki'ni, benzersizliği ya da insanlığı içinde algılama söz konusu.

Her üç isim de kendi uzmanlık alanlarıyla bağlantılı biçimde bireyin ortaya çıkışını aktarırken belli birkaç örnek sıralar: Örneğin Todorov, edebiyatta Daniel Defoe'yu ve romanı Robinson Crusoe'yu bireyselliğin miladı sayar. Legros Dante, Luther, Descartes ve Voltaire'i önümüze sürer. Foccroulle ise Monteverdi, Aziz Bernardus ve Albert Dürer'in ismini sayar ilk anda.

Tüm bu isimlerin, öznenin doğuşuna bir şekilde katkı sunduğu tartışmasız. Bu katkı, 'ben' ile 'biz'i sağlam bağlarla birbirine tutturan bir kültürün temelini atmada; Tavoillot'nun da dediği gibi 'bireylerle ortak dünya'nın oluşumunu sağlayan bir yaşam alanı için verilen emekte aranmalı.

alibulunmazcumhuriyet.com.tr http://bulunmazali81.blogspot.com

Sanatta Bireyin Doğuşu/ Tzvetan Todorov, Bernard Foccroulle, Robert Legros/ Çeviren: Esra Özdoğan/ Yapı Kredi Yayınları/ 112 s.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler