Biz gözlerimizle konuşuruz
Mahin Sadri, İran Devrimi’nden sonra doğmuş bir kadın tiyatro yazarı. Aynı zamanda şair ve oyuncu. “Kendini bir şeyin ardına gizlemek kültürümüzün bir parçası” dese de o görünür bir şekilde hayatı sahnesine taşıyor. Ayrıntılar üzerine yazmayı seviyor, çünkü bu onu heyecanlandırıyor. Şüphe ve belirsizliğin sanatı beslediğini düşünüyor.
Belgesel tiyatroya İran’dan farklı bir bakış açısı getiren kadın yazar Mahin Sadri “Kuartet-Kuzeye Yolculuk” adlı oyununda; toplumun iki farklı kesiminden, biri kadın diğeri erkek iki katilin hikâyesini anlatıyor. “Ve Diğer Şeyler Topluluğu” tarafından düzenlenen “Yeni Metin Yeni Tiyatro” projesi çerçevesinde İstanbul’a gelen Mahin Sadri, 1979 Rasht doğumlu. 2000 yılında Gilan Genç Film Festivali’nde en iyi film ödülünü “Triumph of the Will” ile aldı. İlk yönetmenlik deneyimini ise Amir Reza Koohestani ile birlikte çalıştığı Meeting Point 5 Festivali’nde ilk gösterimi yapılan “Dry Blood & Fresh Vegetable-Kurumuş Kan ve Taze Sebze” isimli projesiyle yaşadı. Şimdi ise Fransız, Japon ve İranlı yönetmen ve aktörlerin ortak yapımı “Des Utopias” adlı belgeseli yayına hazırlıyor.
- “İran’da kadın olmak” ayrı bir durum. Bir kadın olarak var olabilmek, kendini anlatabilmek daha sancılı. Siz bu süreçleri nasıl yaşadınız?
Mahin Sadri: Ben devrimden sonra doğdum. Fark ettiğim kadarıyla kadınlar devrimden önce de örtünüyor ve başlarını kapatıyorlardı. Kendini bir şeyin ardına gizlemek bizim kültürümüzün bir parçası. İran edebiyatı da bu tür şeylerle dolu. Aşk sizin çok ötenizde bir şey ve her zaman sevdiğiniz kişiye ulaşamayabiliyorsunuz. Tiyatroda kadınlar vücutlarını gösteremiyorlar ve herhangi bir şekilde dans edemiyorlar. Hissettiklerini yüzünde yansıtmayı öğreniyorlar. Bu yüzden biz de gözlerimizle konuşuyoruz.
- “Triumph of the Will” (İradenin Zaferi) adlı ilk filminizle ilk ödülünüzü aldınız. Bu gerçekten de iradenin bir zaferi olsa gerek...
- Evet, öyle düşünüyorum. Bu ödülü almadan önce sinema üzerine ders almamıştım ve bana bu filmi yapmam için yardım edecek kimse yoktu. Fakat hikâye Leni Riefenstahl’ın Nazizm hakkındaki görüşlerini eleştiriyordu. Benim filmim kargaların tarladaki ürünleri yemesini engelleyen bir adam hakkında ve bu yüzden adam bir korkuluk yapıyor fakat kargalar tekrar tekrar ürünlere saldırmaya devam ediyor. Bir tane daha korkuluk yapıyor fakat o da işe yaramıyor ve son olarak hiçbir ürünün olmadığı yıkık bir çiftlik görüyoruz ve kargaların sesi tek yaşam belirtisi.
- Peki, ya yazarlık?
- Ayrıntıları yazmak beni heyecanlandırıyor. Ayrıntıları tarif etmede yetenekliyim fakat ayrıntıları birbirine bağlamak ve bunlardan bir yapı inşa etmek öğrenmem gereken bir şey.
- Bir de oyunculuk var. Bunlar arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
- Öncelikle bir şeyler üretme sürecini anlamaya ve bunlar arasında kendi yolumu bulmaya çalıştım. Hiçbir sanat dalı birbirine benzemiyordu ve bu çok karmaşıktı. Ben kendimi dinlemeyi tercih ettim. Yaptığım filmden tatmin olmadığım ilk an onu ne yapacağımı bilmiyordum. Çünkü bundan önce yazdığım şiirleri beğenmediğim zaman buruşturup çöpe atabiliyordum fakat bu bir film ve birçok kişi emek harcıyor ve birçok paralar harcanıyor dolayısıyla o kadar kolay yakamıyorsunuz filminizi değil mi? Fakat değişik sanat dallarında çalışmamdan anladığım şu ki en önemlisi yaptığın sanatın özünü kavramak. Buna göre anladım ki şiirin özü sözcükler, sinemada düzenleme, resimde çizgiler, kolajda ise malzemeler. Sinema oyunculuğunda zekâ ve tiyatro için oyunculukta ise yoğunlaşma gerektirir.
- Hayatla çarpışmayı, hayatla bir derdi anlatmak için pek çok anlatı türü var. Hangisi istediğinizi anlatmaya daha yakın?
- Şiir yazmayı seviyorum. Teknik çok karmaşık değil ve kelimeler sadece aracı. Ayrıca hayatınızdaki her şey sizi etkiliyor. Eğer zihniniz karışır veya kaybolursanız şiirinizi okuyan biri bunu satır aralarınızda kolaylıkla fark edebilir. Şiir şüphe ve belirsizliklerle ilişkilendirilen bir sanat dalı. Bence daha şüpheci olan daha iyi bir şair olabilir.
- Amir Reza Koohestani ile yoldaşlığınızdan bahseder misiniz?
- Amir Reza Koohestani İran için çok önemli bir oyun yazarı ve yönetmen. Onunla tanıştığım gün en önemli izlenimim çok dürüst ve cesur olmasıydı. Yedi yıldır çalışıyoruz ve ondan öğrendiğim en önemli şey kendine ve diğerlerine karşı dürüst olunması gerektiği, yeni deneyimlerle karşılaşmakta cesur olmak ve üreteceğiniz şeyin üzerinde yoğunlaşmak.
- “Kuartet-Kuzeye Yolculuk” iki katilin hikâyesi. Kurguyu bilmeyenler için hem çekici hem de ürkütücü. Oyunda toplumun ve yeni sosyal yaşam tarzının bir eleştirisi de var mı?
Oyun iki kısımdan oluşuyor; ilk kısımda erkek tarafından aktarılıyor olanlar, ikinci kısımda ise cinayetin nasıl olduğunu iki genç kızın ağzından duyuyoruz. Adamın hikâyesi Tahran’ın kenar mahallelerinde geçiyor. Kadının hikâyesi ise toplum tarafından sevdiklerini öldürmek zorunda bırakılmasıyla ilişkili. Yani hikâyeler birbirinden tamamen farklı; kadının hikâyesi daha psikolojik ve derin. Adamın bulunduğu taraf daha dış dünya ile ilgiliyken kızın bulunduğu taraf daha çok iç dünya ile ilgili. Bu yüzden toplumun farklı kesimlerinden, ailelerinden gelen iki katil hakkında iyi bir öykümüz var.En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Edirne'de korkunç kaza
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı