Bu şehir bana fazla geliyor

Avea Harbiye Açık Hava Konserleri 2010'da Bülent Ortaçgil 40. yılında, kendi deyimiyle arkadaşlarıyla sahnedeydi. Şarkı sözü tartışmalarında kötüye rağbet gösterenlerden şikâyetçi. Sorunun kötü şarkı yapılmasında değil, onun dinlenmesinde olduğunu vurgulayan Ortaçgil, yeni albümüyle hayranlarının karşısına çıkmaya da hazırlanıyor. Bu kez 15 kişilik bir yaylı grubuyla daha klasik tınılı şarkılar geliyor.

Bu şehir bana fazla geliyor
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 25.07.2010 - 17:23

Bülent Ortaçgil, kırkıncı sanat yılında Avea Açık Hava Konserleri’nde hayranlarıyla buluştu. 40 yıl... Dile kolay. Onu şevkle takip edenleri bırakın sevmeyenler bile mutlaka bir tane Ortaçgil şarkısını alır, dinler durur. İlk dinlediğinizde hiç duymadığınız bir söz öbeğini üç yıl sonra dinlediğinizde fark edersiniz. Belki de sırrı budur, hepimizin bir şarkısını bilmemizin, sevmemizin. Benim için de geçerli, Bülent Ortaçgil'i keşfedeli çok olmadı, mesafeli durduğum bir isimdi eskiden. Her şey günün birinde “Her neyse” şarkısını dinleyince değişti. Şimdi, Değirmenler'i, Eylül Akşamı’nı, Yüzünü Dökme Küçük Kız’ı, Günaydın’ı, üst üste onlarca kez dinliyorum. İnsan olgunlaştıkça dinliyor Ortaçgil‘i, benim kanım bu. Kendisine sorarsanız, o da katılıyor buna...

- 40 yılınızı doldurdunuz. Bu 40 yılın bize ve size kazandırdığı herkesin kendisine ayırdığı bir Ortaçgil şarkısı olması olabilir mi sizce de?

- Öyle ya da böyle hâlâ bu piyasalarda sürttüğüme göre, evet. 40 yıl çok uzun bir süre. O yüzden beni sevmeyenler bile en azından bir tane şarkıma ilgi duymuşlardır. Bu anlaşılabilir bir şey 40 yıla bakınca. Beni müzisyenler de, sözlerimi dinleyenler de çok sever. Çünkü müzisyenler müzik tarafından anlıyor, sözlerimi dinleyen insanlar da başka taraftan etkileniyor. Herkes sevecek bir yan buluyor demek ki, bundan da ben kârlı çıkıyorum. (Gülüyor)

- Peki kendinizi şarkı sözü yazarı olarak mı tanımlardınız yoksa müzisyen mi?

- Ben yıllar içinde baştan tamamen cahil olduğum müzik tekniğini öğrendim. Artık kendime rahatlıkla eşlik edebilecek miktarda çalıyorum. Ama yine de kendimi şarkı sözü yazarı olarak görüyorum.

- Şiir olarak görmüyorsunuz yani şarkı sözlerini?

- Şiir, edebiyatın bence en zor, en seçkin dalı. Herkes ben şairim diyemez. Ama şarkı sözlerim de boş bir balon değil. Şiirsel öğeler kullanıyorum ama şiir değiller. Zaten şiirin müziğe de ihtiyacı yok.

- Son şarkı sözü tartışmaları konusunda ne diyeceksiniz?

- Mehmet Tez’in yazısını okudum. Elif Şafak ne dedi bilmiyorum. Kim bilir niye söyledi o lafı? Çünkü “kötü iş yapılmasın” diye bir şey yok. Kötü iş yapılır ama kimse dinlemez. İşin garip tarafı bizim ülkede kötü işler rağbet görüyor. Reklamla kafalarına çakılan şeyleri dinliyor insanlar. Birilerinin milletin diline takılsın da hep beraber söyleyelim diye atasözlerini bir araya getirip yazdığı bir sürü şey var. Ben bunları eleştirmiyorum, bunları dinleyenlere kızıyorum. Çünkü her yaş grubunun, her müzikal zevkin, her sosyal statünün bir beğenisi vardır. 12 yaşındaki genç kızla 60 yaşındaki adamın zevki aynı olamaz. Eller havaya müzikleri 15 yaşında güzel ama 16 yaşına bastığın zaman başka bir şey dinlemen lazım. Türkiye’de 45 yaşındaki adam ceket sallıyor o müzikte. Bu onun sorunu bana sorarsanız.

- Eh dinleyen var ki yapılıyor...

- Bunun üzerine laf bile etmem. Müzikten herkes kendi dağarcığı, beğenisi kadar anlıyor. Bunun ölçütü yok. “Benim yaptığım değerlidir, sen Serdar Ortaç’ı dinleme beni dinle” mi diyeyim insanlara? Onları da dinleyen var ki, kimse sus demiyor. Hatta müzik sektörü canlılığını ve sürmesini onlara borçlu. Kimsenin seviyesini yargılayacak hakka sahip değilim. O da söz mü kardeşim demem ben, hareketimle onu dinlemediğimi belli ederim.

- Siz ne dinlersiniz?

- Ben sözsüz müzik dinlemeyi tercih ederim. Çeşitli dönemlerde çeşitli şeyler dinledim, Türkiye’den az insanı takip ettim. Müziği öğrendikten sonra caza ilgim arttı. Enstrümanı iyi çalan insanlardan aldığım zevk arttı. Müzik dinlemeyi iş olarak kabul ediyorum. Arabada müzik dinlemekten, konuşurken fonda müzikten hoşlanmam. Eskiden Erkan Oğur’la barlarda, bir fon yerine konuyor olmaktan rahatsız olurdum, agresif davrandığım da olmuştur insanlara.

- “İnsan şarkı sözü yazarken dünyayı değiştirmek istemesi lazım” demişsiniz.

- Tüm sanat dalları öyle. Bir şey yapıp yayınlama güdüsü hayatta eksik olan yanlarınızı dengelemekten çıkar. Yaşayamadığınız zaman yazıyorsunuz. Yaşayanlar yaşıyor zaten.

- Mutluluk yazdırmaz diyorsunuz.

- Aynen öyle. Zengin olduktan sonra yazamayan insanlar vardır mesela...

- Sizi yazmak için ne dürter?

- Genelde bir formülüm yok, aslında eskiden 10 dakikada yazardım. Değirmenler mesela, 12 dakikada yazılmıştır. Eylül Akşamı’yla iki buçuk yıl uğraştım. Tamam oldu diyene kadar uğraşıyorum. Zamanla daha zor şarkı yazmaya başlıyorsun, beğenmiyorsun. Ama Bozburun’da kalsam yazar olurdum bak.

- Neden Bozburun’a yerleşmeyi düşünmüyorsunuz?

- Yok, o da çok inziva olurdu. Son 20 yıldır altı ay İstanbul, altı ay Bozburun’dayız. Çok beğenip ben burada yaşarım diye düşündüğüm bir yerdi. İmkânlarımızı zorladık, yavaş yavaş, paramız oldukça yaptık. İstanbul yaşamına artık ayak uyduramıyorum. Bu şehir bana fazla geliyor, temposu, kalabalığı, aptalca harcanmış zamanları... Zaten Kanlıca’da oturuyorum, o da Bozburun’dan çok farklı değil. Sakinlikten hoşlanıyorum, bu hıza dayanamıyorum, naturam bozuluyor. İstanbul, ne yazık ki canlılığın, ekonominin, sanatın, her şeyin merkezi.

- Peki gerçekten sakin misiniz?

Bir eşimle konuşun bakalım neler diyecek. (Gülüyor) Bazen çok anlaşılmaz tepkiler veriyorumdur ama genelde mantıklıyımdır, yumuşağımdır, ölçüp biçerim, herkese karşı açığımdır. Kavga etmekten nefret ederim, hayatımda da hiç etmedim. En azından son 40 yıldır etmedim.

- Duvarlarınız var mıdır? Hayatınızdaki insanlar o duvarları kolay aşabiliyor mu?

- Evet var ve ben o duvarları her zaman desteklerim. Bir dönemden sonra insan yeni insan istemiyor hayatında. Çünkü her yeni insan yeni problem demek bence. Bana yakın olanlar yakınımdadır. İlk tanıdığım insanlara kesin bir sansürüm vardır, kimse yaklaşamaz yanıma. Suratsızımdır da.

- Cüneyt Özdemir'in “Ben Bülent Ortaçgil’i neden severim” yazısını okudunuz mu?

- Yok okumadım. İdolleştirilme fikri bana göre değil. Kendimi yücelterek hiçbir yere varmadım ben, tam tersine, tepeme basarak bir sürü yere varmış olabilirim. O egomu hep frenlemeye çalıştım.

- Yeni albüm projesi var mı?

Ortaçgil'den yeni şarkıları isteyenler için 10 tane hazır. Ama değişiklikler var, projenin ana öğelerinden biri, 15 kişilik bir yaylı grubu. Daha klasik tınılı şarkılar dinlenecek. Yoksa Ortaçgil şarkıları aynı.

- Sizden sonra gelen biri var mı Türk Müziği’nde?

- Benim veliahtım falan yok. Zaten bunun kararını dinleyici verir. Aslına bakarsan herkesten bir tane var. Bundan sonra da başka insanlar başka şarkılar yazacaklar. Türk alışkanlığının kötü yanı “Benimle oynar mısın”ı beğendiyse diğer şarkıların da onun gibi olsun istiyorlar. Müzisyene değişik bir şey yapma, deneme şansı tanınmıyor. Ben her bir albümde değişen zevkimin şarkılarıma yansıması gerektiğini düşündüm.

- Ama herkes arabesk söylüyor mesela şu an? Bu da değişiklik. Dinleniyor da...

- A bilmiyordum. Onların amacını bilmiyorum tabii. Samimi, kendileri gibi olan insanların gerçek olduğuna inanıyorum. Hayatımda hiçbir zaman bir arabeskçiye iyi ya da kötü demedim. İkinci bir İbrahim Tatlıses yok mesela. Müslüm Gürses’i entelleştirmeye çalışınca adam kendisi olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşüyor. Işın Karaca’nın arabesk söylemesi de öyle bir şey. Kimse inandırıcı bulmayabilir bu tavrı. Ama Işın Karaca öyle biri değil, anlatabiliyor muyum? Benim türkü söylememe benzer bu. Dinleyici samimiyetini, o hayatın içinden gelip gelmediğini anlıyor. Ben arabeski sevmiyorum, bana hiçbir şey ifade etmiyor. O duygu bana alçaltıcı geliyor. Müzik olarak yargılamıyorum, sadece o düşünce biçimi bana tuhaf geliyor. O çilekeş bir şey. Ben de acı çekiyorum ama o acıdan zevk almıyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler