Çok 'Yaşşa'r Kemal
Edebiyatın çınarı Yaşar Kemal 'Bir Ada Hikâyesi' dörtlemesini tamamladı.
'Evrende iki sonsuz doğurgan yaratıcı güç vardır. Biri insan, öbürü doğa. İnsan, yaratıcılığını yitirdiği gün, doğa yaratıcılığını bitirdiği gün her şey bitecektir. Doğa da insan da yok olacaklardır. Biz, sosyalistler olarak insanları yitirmiş oldukları yaratıcılıklarına kavuşturmak amacındayız. Yeryüzünde en büyük çabamız budur. Çünkü sömürgenlerin ilk ve başlıca işleri insanları kişiliklerinden sıyırmak olmuştur.'
Yaşar Kemal'in 1971'de Abdi İpekçi'ye verdiği röportajdan'
'Ben de kendimi azıcık bir yazar sayıyorsam, insan gerçeğine bilinçli olaraktan miti, düşü getirdiğimdendir.'
Yaşar Kemal (Fethi Naci'nin 1993 tarihli röportajından)
'Doğanın en küçük parçasının bile bir kimliği, bir kişiliği var. Yıllarca ben Savrun Çayı kıyılarında dağlara yürürken doğayla iç içe yaşadım. Pirinç tarlalarında yıllarca su kontrolörlüğü yaptım da... İşte o zamanlar yavaş yavaş, bir daldaki bir çiçeğin öbürüne benzemediğini, bir çimenlikte hiçbir yaprağın, bir köredeki hiçbir karıncanın, bir pınarın, Toroslardan ovaya inen Savrun Çayı gibi birçok çayın hiçbirinin biribirine benzemediğini gözlemledim. Bunların hepsini de Savrun Çayı'ndan öğrendim. Sonra düşüncelerimi geliştirdim.'
Yaşar Kemal (Fethi Naci'nin 1993 tarihli röportajından)
Adaya sığınan çeşitli kökenlerden insanlar, Poyraz Musa'nın desteğiyle yaşadıkları bütün acılara karşın yepyeni bir yaşama merhaba diyorlardı. Hakiki yaşamın misyoneri gibiydi Poyraz Musa' Gönüllü, mütevazı, gençten ermiş, denizden, yıldızdan, topraktan, kumdan, güneşten, alacakaranlıktan, akşamüstünden alıp insana yeldeğirmeninde kardığı, elediği, incecik, saf, töz umutlarını sere sere veren, veriveren bir Hızır'dı düpedüz... Çok şey değiştirmişti Ada'daki hayatlarda çok!
Hayatın sıfır noktasından bir merhaba!
An be an rengârenge keseduran denizden, bir kayıktan bakmaktır bu kitap hayata... Dalgalarda belli belirsiz sallanarak ama hiç yerinde saymayarak; onlar kadar özgür olamayacağını bile bile balıkların düşüne ortak olmaya çabalayarak, bekleyerek, imrenerek, kıskanarak ama severek illa ki... Deryalarca severek... Ağacına, alacakaranlığına, sisine kurban bir adada insan kalarak' Yabana dönüşmeyerek, gönülden saf aşkı ötelemeyerek, ıskalamayarak' Ve beklemeyi başı dikçe bilerek...
Yaralar kapanırken!
Bu yazıya daha geniş konu olacak dörtlemenin sonuncusu olan 'Çıplak Deniz Çıplak Ada'ya gelince' Şöyle başlayalım sürçülisan etmemeyi umarak' Bu son kertede, geçmişin yaraları kapanmaya yüz tutmuş ama izleri kalmıştır' Ağaefendi'yle güzelliğinin namı öte diyarlara taşmış Kazdağlı Melek Hatun, Poyraz'la Zehra, Ali Hüseyin'le Nesibe muradına erecektir; Lena Ana'nın hasretle yollarını beklediği kayıp oğulları da geri dönmüştür ama balıkçıların reisi Hıristo'nun başına beklenmedik bir olay gelir. Öncesinde ise'
Korkular mıh gibi pusuda!
Bir dalıp uyanırlar, pınarın kıyısında som mavi kanaryamsı zurba kuşları cıvıl cıvıldır ve Ada maviye kesmiştir... 'Buranın kuşları hep mavi. Buraya gelmekle çok çok iyi ettik, bütün dünya mavi. Nasıl döndüğümü, nereye gittiğimi bilemiyor kaçıyordum' diyerek kaygılarından anlık da olsa sıyrılabilir Kerim. Anlık... Roman boyunca da böyledir bu, kaygılarından anlık sıyrılabilir kahramanlar, peşi sıra, ense kökünde mıh gibi pusuda korkuları, dertleri, mazileri vardır çünkü...
Dikkat şeyh var!
Arap, Çerkez çocuklarıyla birlikte Kürt çocuklarını da yetiştirmiştir Şeyh. Nişancı ustaları da bir Kürttür. Kerim de bir Kürt kadar Kürtçe de öğrenmiştir. Şimdi ise bir yandan Nişancı Veli'den, bir yandan Poyraz Musa'dan korkmakta ve saklanmaktadır Perihan'la. Ama ne olursa olsun Kerim'in sonunda Şeyh'in çok düşman olduğu, o kurşun geçmez Emir'in baş adamı Poyraz Musa'yı öldürmekten başka çaresi yoktur.
'İnsanlıktır bu içlerinde ne kadar kötüsü varsa ondan daha çok da iyisi var.' Bu Nişancı Veli, Kızıldeniz'i pek iyi bilir. Yemende askerken denizsizliğe dayanamayarak firar etmiştir. Bütün Anadolu'yu geçerek geldiği kasabada âşık olmuştur sonra ve kök salış o salıştır. Bir dağda, kayalıkların içinde, ceviz ağaçlarının altında, kayalık cehenneminin tam ortasında yine denizsiz yaşar ama karasevdalısı, eşi Sultan'ı yanındadır ya vız gelir! Bu yaşında levent gibi üç oğlunu alan koca Allah'ın armağanıdır bu ada ona'
Poyraz Musa hakkında bilmedikleriniz!
Sen dur Kavlakoğlu, hele sen dur!
Gelelim İsmail Çavuşa... İngiliz gemilerini attığı güllelerle denizin dibine gönderen bir destan kahramanıdır o. Ağaefendi için Nico ne kadar yüceyse İsmail de bir o kadar yücedir. İsmail Çavuşun can düşmanı Kavlakoğlu Remzi Beyi de herkes bilir. O bir Yunan dostudur, yanardönerdir üstelik. Bir gün Yunan dostu, bir gün vatanseverdir! İsmail'e de işkence ettiren odur. İlerde, İsmail'in arkadaşı, bilgece er kişi Hristo Reis'ten öğreniriz ki çok yaşayası Hayri Efendi namı alıp yürüyen İsmail'i ne yapıp edip kurtarmıştır elinden. Beter olası, ciğeri parçalanası, her devrin adamı Kavlakoğlu korku içinde koruması Karadonlulara sığınarak tetikte yaşamaktadır işte bu yüzden... Derdi düşü mebus olmaktır ki kimseler ona dokunamasın! Sen dur Kavlakoğlu, hele sen dur! Ağaefendi ona köpürür ki ne... Onu bir tek zeytin ağacı sakinleştirir.
'Yerin dibine batsın bu sürgünlük, yerin dibine batsın bu savaşlar.' Çığlığı mı ürkütmüştür ağacı, yoksa baltalı gelecekten midir kaygısı sade? Hadi biz ağaca sığındık, ya ağaç? O kime sığınacak? Sonraları ağaçla konuşmaya gitmeleri de hep bundandır ya.
'(...) Bu dünya çürümüş bir dünyadır. Ben ne yaptım ki insanlara beni yurdumdan yuvamdan ettiler, ağlarım, atlarım mor menekşe bahçeli konağım kaldı. Başıma neler neler geldi. Daha da sürüm sürüm sürünüyorum. Dünya budur Ali Çavuş, budur işte. Bu savaşlar bu savaş olmasaydı biz yurdumuzdan olur muyduk. Böyle rezil, perperişan edilir miydik, soylu atlarımız Akdeniz kıyılarına götürülüp satılır mıydı?'
Dünya nedir efendiağa?
Sözü balla kesemese de onaylayarak devralır Kör Salih Çavuş: 'Dünya budur Efendiağa dünya budur. Hayri Efendinin çocuklarının şehit olduğu haberi duyulunca bütün Ege kan ağladı. (...) Ne oldu, olan onlara oldu, Hayri Efendinin boynu bükük, iki eli koynunda kaldı. (...) O bundan sonra yaşamaz ki. Ayağa kalkmış yürüyen ölüdür o. Biz yaşıyor muyuz ki. Bizim gördüğümüz savaşı yaşayanlar diri mi sanki. Hayri Efendinin çocukları bizim alaydaydı. (...) Onların yerine ben öleyim dedim. İki tuvana delikanlı. Daha tomurcukta iki çiçek.'
'Ne çok genç öldü, ne kadar. Savaştan geri kalanlar da iflah olmazlar. Bizim de yüreklerimizde ne kadar acı var, ne kadar acı. Ne kadar utanç var içimizde ne kadar.'
Allah senden razı olsun Hristo Efendi!
Günlerden bir gün tanışır zeytin ağacının orada, ekmeğinin peşindeki balıkçı Hristo Reis ile Ağaefendi. Can ciğer olurlar. 19 yaşından beri Reis'tir Rum âşık Hıdır'ın oğlu balıkçı Hristo. Her milletten sayısız balıkçı yetiştirmiştir. Anlatılagelir ki Çanakkale kahramanı İsmail'e de o öğretmiştir balıkçılığı. İsmail'le birlikte düşmanı perişan etmişlerdir. Mübarek insandır, candır, ciğerdir. Allah ondan razı olsundur. Mübadeleden kaçmış yurdunda kalmıştır.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Edirne'de korkunç kaza