Denizyolları Hastanesi
Denizyolları Hastanesi her nasılsa çok yakın zamana kadar devlet malı birçok diğer kuruluşlar gibi özelleştirilmedi ya da düpedüz satılmadı. Ama küçüle küçüle şimdi içinde nerdeyse “in cin top oynuyor” deyimine uygun bakımsız, yoksul ve insanı hüzünlere boğan bir hale geldi.
Yüksek Denizcilik Okulu giriş imtihanlarını kazanmış elli genç Tophane’deki Denizyolları Hastanesi’ndeki polikliniklerin önünde kuyruk olmuşuz. Giriş sınavını kazanmakla iş bitmiyor. O günlerin deyimiyle “tam teşekküllü hastaneden” sağlam ve denizde çalışabilir durumda olduğumuza dair “heyet raporu” almak da işin olmazsa olmazı. Hariciye, dahiliye, cildiye derken en önemlisi göz, kulak ve asabiye bölümlerinde muayeneden geçiyoruz. Bu işlemler bir haftaya yakın zaman alıyor. Hastanede “heyet günleri” var. Hastane tüm ticaret filosu -şehir hatları da dahil- personelinin başı ağrısa, dişi çekilecek olsa gidip tek kuruş harcamadan derdine çare bulduğu yer. Ameliyatlar, uzun süren tedaviler, acil vakalar için deniz adamlarının çoluk çocuğu ile koştuğu şifa bulduğu bir sağlık kurumu. Onca başvuruyu karşılayan, her gün denizlerden gelen hasta, yaralı bir sürü insanın ihtiyacını karşıladığı o günlerin şartlarında bakımlı, organize, tertemiz ve bizlerin hiçbir yerinde kusur bulamadıkları için denize gönderilmemizin onaylandığı çok önemli bir sağlık kurumu. Denizyolları Hastanesi. Bu kuruluş her nasılsa çok yakın zamana kadar devlet malı birçok diğer kuruluşlar gibi özelleştirilmedi ya da düpedüz satılmadı. Ama küçüle küçüle şimdi içinde nerdeyse “in cin top oynuyor” deyimine uygun bakımsız, yoksul ve insanı hüzünlere boğan bir hale geldi. İsminin sonuna da hastane yerine galiba sağlık ocağı falan gibi bir deyim getirildi.
Her neyse, asıl amacımız artık son günlerini yaşayan bir hasta görünümündeki bu kurumun geçmişine, Osmanlı’nın son yıllarına doğru kısa bir yolculuktu. Abdülhamit’in uzun yıllar süren padişahlık süresinde ve Vahdettin’in malum yönetiminde asıl İstanbul Limanı olarak bilinen yer Boğazın Marmara’ya açıldığı, köprüden batıya Sarayburnu, aksi yönde de Tophane’ye kadar uzayan Haliç girişini de kapsayan alandı. Ancak gemiler, yanaşacağı rıhtımlar yerine Kızkulesi, Haydarpaşa ve Kabataş önlerinde demirler, kömür getiren gemilerse Kuruçeşme’deki iskeleye yanaşır ya da açıkta demirleyip sıra beklerdi. Sözü tekrar hastaneye getireceğimiz için Tophane ve daha ilerisinde birkaç eski sahil vinci ve gerçek yük boşaltma ihtiyacını karşılamaktan oldukça uzak, orada sıralanmış birkaç antrepodan başka bir şey yoktu.
Kırım Savaşı esnasında kıyılarımızın henüz fenerlerle donatılmamış olması nedeni ile birçok gemisi karaya giden, batan Fransız donanmasından bir komutan Marius Michael (sonradan kendisine padişah tarafından “paşa” unvanı verildi), Fransız ve Osmanlı hariciyesi ile yaptığı yoğun çalışmalar sonucunda tüm Anadolu kıyılarının fenerlerle donatılması işinin Fransızlara verilmesini gerçekleştirdi. Bununla da kalmadı adı geçen Mişel Paşa daha sonra İstanbul’daki Rıhtım ve Antrepo şirketlerini de kurarak idaresi için de padişahtan icazet almayı başardı. Sözünü ettiğimiz ve antrepoların bulunduğu rıhtım da keza Fransızların idaresi altındaydı.
Yazımızın asıl konusu olan hastane değil de bugünkü binasının var oluşu Osmanlı’nın son yıllarına kadar geri gidiyor. Araştırmalarımızda bu tarih 1841 olarak ortaya çıktı. Dahası, Anadolu’nun nerdeyse yarısı ve başkent İstanbul işgal altındayken bu binanın giriş katları boyunca uzanan hacminde, bir Fransız atlı birliğinin atları barındırılıyor –yani bir tür hara- üst katlarda da bu birliğin subay ve erleri yaşıyordu. Kurtuluş Savaşımızı izleyen zafer ve TBMM’nin kurulması, işgal kuvvetlerinin “geldikleri gibi” geçip gitmelerinden sonraki Cumhuriyet hükümetlerinden birinin, 23.12.1934 tarih ve 2665 sayılı olarak, çıkardığı kanunla anılan binanın ve üzerinde bulunduğu Tophane rıhtımının idaresi Maliye Bakanlığı’na daha sonra da Münakale (Ulaştırma) Bakanlığı’na bağlandı. Genç Cumhuriyetin “muasır medeniyetin” de üstüne çıkmayı amaçlayan icraatları birbiri peşinden ve gittikçe artan bir coşku ile ilerlerken 1 Temmuz 1941 yılında 1593 sayılı Hıfzıssıhha Kanunu ile, anılan bina 25 yataklı olarak “Denizyolları ve Limanları Hastanesi” ismiyle yeni bir hizmet dönemine girdi.
“Denizciliği milli bir ülkü” olarak işaret eden ve onu başarmayı hedef gösteren o mucize kahramanın tarihteki yerini almasından sonra her bakımdan gelişen bu sağlık kurumu denizciliğimizle birlikte onun personelinin sağlığına yönelmiş bir devlet kuruluşu olarak o yılların her türlü hizmeti verecek donanıma sahip kıymetli uzmanları ile modern bir hastane olarak özellikle biz denizcilerin hayatındaki yerini aldı. Giderek her türlü ameliyatın yapıldığı tam teşekküllü 100 yataklı bir hastaneye dönüşen hastanenin bir denizci olarak ufkun ötelerindeki sularda çalışırken evdekilerin sağlığını da emanet ettiğimiz bir yer olarak anılarımızda yer etmiş olması çok doğaldı. 1950’lerde hastane binasının alt katlarında bir yerde birkaç yıl PTT’nin paket postanesinin yer almasını da bugünmüş gibi anımsıyorum. Geçenlerde bir doktor dostumu ziyarete gittiğimde yürüdüğüm koridorlar, o nice dertlerin dindirildiği artık bomboş duran koğuşlar ve elli dokuz yıl önce “denizci olabilir” diyerek bizi okulumuza gönderen başlı başına bir tarih olan o binadan tarifsiz duygularla ayrıldım...
Oktay Sönmez Denizci Yazar
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!