Depodan koleksiyona Müze-i Hümayun
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde 20. Avrupa Arkeologlar Birliği Kongresi ile eş zamanlı olarak 11 Eylül’de “Mendel-Sebah Müze-i Hümayun’u Belgelemek” sergisi açıldı. 11 Ocak’a dek sürecek olan sergi ve katalogu ünlü tarih bilimci Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Edhem Eldem hazırladı.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde 20. Avrupa Arkeologlar Birliği Kongresi ile eş zamanlı olarak 11 Eylül’de “Mendel-Sebah Müze-i Hümayun’u Belgelemek” sergisi açıldı. 11 Ocak’a dek sürecek olan sergi ve katalogu ünlü tarih bilimci Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Edhem Eldem hazırladı.
Fransız arkeolog Gustave Mendel'e 1912-1914 yılları arasında üç cilt olarak hazırlatılan ilk kapsamlı kataloğun çalışma yöntem ve tekniğini anlatan sergi, Osman Hamdi Beyin fakir, yasa ve yönetmenlikten yoksun bir durumda devraldığı müzeyi nasıl kurumsallaştırdığını gösteriyor.
2013 yılında Paris'te Ulusal Sanat Tarihi Enstitüsü'nde gerçekleşen "Eski Eserlerin Parıltısı" isimli sergi ve derlemeden ilham alan “Mendel-Sebah Müze-i Hümayun’u Belgelemek”sergisi, müzenin bilimsel işlev ve tarihine kendi mekanında, 1400'ün üzerinde eser ve bunların tamamına yakınının Sebah fotoğraf stüdyosuna çektirilmiş fotoğraf ve cam negatifleriyle görünürlük kazandıran” orjinal” bir sergi.
11 Ocak’a dek sürecek olan sergi ve katalogunu hazırlayan Prof.Dr. Edhem Eldem ile bu proje bağlamında konuştuk.
Müzeyi kurumsallaştıran Osman Hamdi bey, ekibinde yer alan kardeşi Halil Edhem, oğlu arkeolog ve mimar Edhem Hamdi, damadı Vahid beyler aile büyükleriniz. Müze tarihi ile ailenizin tarihi kesişiyor…
Evet, ama bu işi yapmamım nedeni değil. Vurgulanmaya değer görmüyorum. Tabii, arkeoloji üzerinde yaptığım her çalışmada her taşın altından bir şeyler çıkıyor. Sadece bir katalogun ortaya çıkması gibi basit gelebilecek bu durum bile aslında çok katmanlı, uzun bir süreç. 1860’lar da iyi kötü bir kataloglanma çabası var ve ancak 1914’te sergiye konu olan dişe dokunur 1400 eseri içeren üç ciltlik bir katalog ortaya çıkabiliyor. Bu müzeleşmenin, kurumsallaşmanın ne kadar zor, zahmetli, ne kadar uzun sürdüğünü gösteriyor.
Osman Hamdi bugüne göre çok daha özgür çalıştı diyebilir miyiz?
O bir yanılsama. Nedeni de şu. Bu müzenin ziyaretçisi yok. Arkeolojinin gerçekten gelişmeye başlaması ve devlet tarafından önemli bir faaliyet olarak görülmesi, müzenin gezilmeye başlaması çok geç, 30’larda 40’larda başlıyor. Osman Hamdi, arkeolojinin A’sının okunmadığı bir ülkede, eninde sonunda 15 kişilik bir ekip ile memleketin bütün arkeoloji ve mirası meselesindem sorumlu. Aslında istedi gibi at koşturuyor, bu anlamda özgür. Bugün bir müze değil de bir Kültür Bakanlığının kapsamı söz konusu. Ve bunu çok ufak bir bütçeyle ama doğrudan doğruya sarayla teması olarak yapıyor. Bugün hangi müze müdürü böyle bir binayı inşa ettirmeyi hayal bile edebilir. Mukayese etmek o bakımdan tehlikeli. Bugün Türkiye’de bambaşka bir dönem var, çok çok farklı bir birikim söz konusu, problemler şimdi de var ama başka türlü.
“O zaman şaşırtıcı olan yurt dışı hariç hiç yansıması olmayan, ziyaretçisi olmayan bir müze” diyorsunuz. Peki Osman Hamdi herkesi böyle bir müzenin kurumsallaşmasına nasıl ikna etmiş?
Çünkü Tanzimat biraz bu, bazı kurumların olmasının gerektiğine, dostlar alışverişte görsün bile olsa, inanılıyor. Bazıları hakikaten öyle kalıyor. Bazıları ise arkasında ciddi bir çalışma olduğu için bambaşka bir yöne gidiyor. Müze bunun iyi bir örneği. Avrupada müze var mı? Bizde de olsun. 1946’da kuruldu deniyor ama o müze değil bir tür depo. 1880’e kadar da büyük ölçüde öyle kalıyor. 1881’de müzenin başına getirilen Osman Hamdi’nin bence dehası çok iyi organizatör ve tanıtımcı olmasıdır; yabancılara, saraya müthiş bir tanıtım çalışması yapıyor, kaynak yaratıyor, Fransız arkeolog Gustave Mendel’e katalog yaptırma, fotoğrafçı Pascal Sebah ile anlaşma yapma, Nemrut Dağı’na çıkma,, kanun çıkartma gibi tek tek doğru adımlarla kurumlaşmaya doğru gidiyor. Bence, bütün bunları yaparken de arkeolog ve müzeci kimliği ile ressamlığını karıştırmayan Osman Hamdi çok şanslı bir insan çünkü kabiliyetli olduğu, bir dereceye kadar ehil olduğu, değer verdiği dünyayla yani Batı ile eklemlenen, ona mevki, itibar ve görünürlük kazandıran büyük bir iş yapıyor , üstelik resim yapmaya da vakti kalıyor.
Kongre ile serginin çakıştırılmasının katkısı oldu mu?
Şu anda müzenin restorasyon ve güçlendirme nedeniyle gösterecek az şeyi kaldı, üçte ikisi kapalı. Dolayısıyla bu kongrede bir varlık göstermesi gerekiyordu. Bu sergi müze açısından bir artı oldu. Benim açımdan hakikaten bu işten anlayan büyük bir kitleye ulaştı. Sergi müzenin benim gibi bir tarihçi için en cazip olan kütüphane ile sergi salonları arasında kalan ve eski düzeni muhafaza edilen, ziyaretçiyi konuya daha da yaklaştıran üst katında açıldı. Böyle komplike bir sergiyi çok hızlı yapmak zorunda kaldık. Bunda koordinatörlüğü üstlenen, serginin her noktasıyla ilgilenen, bilgisi yapıcılığıyla işleri kolaylaştıran müdür Zeynep Kızıltan’ın büyük katkısı oldu.
“19.yy başında resimli taştır bizi ilgilendirmez alın götüründen aman ha tek bir parça buradan çıkarsa kıyameti koparırım” a geliniyor. Bu bilinçlenme yaygınlaşabildi mi?
Türkiye’de bu hala ciddi bir sorun. Çoğunluk bu geçmişi gerçekten kendinden saymıyor, benimsemiyor. Ve ilgisi turizm, paraya tahvil etme gibi çok daha pragmatik değerler üzerinden…
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- Esad'a ikinci darbe
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!