Diyarbakır’ın kanlı yalnızlığı
Toplumları sarsan siyasi cinayetlerden sonra düzenlenen cenaze törenlerinde, kitlenin cevabı sloganlarda ve konuşmalarda dile getirilirken; annelerin, babaların, çocukların, eşlerin acıları sloganların gür haykırışları altında sanki görünmez olur.
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin cenaze törenine katılanlar ise ailesinin, çocuklarının, arkadaşlarının yanı sıra bütün bir kentin cinayete yönelik siyasi mesajlarının yanında “acılı” bir haykırışına tanıklık etti.
Vedat Aydın tedirginliği
Elçi’nin cenazesi 1991’de faili meçhul bir cinayette öldürülen Vedat Aydın’ın kitlesel cenazesini çağrıştırıyordu. Bu çağrışımın ucu, Aydın’ın cenaze töreninde kalabalığın üstüne ateş açılmasına da varıyordu. Sokağa çıkma yasakları ve çatışmalar nedeniyle çok değil 5 ay öncesindeki “barış” ortamından eser kalmayan Diyarbakır’da Elçi’nin cenazesi nedeniyle de büyük bir tedirginlik yaşanıyordu. Zırhlı araçlarla alınan geniş “güvenlik” önlemleri, uzun namlulu silahların yanı sıra ellerinde tuttukları tabancalarla da korku veren polislerin yürüyüşün başlarında kitleye oldukça yaklaşmaları bu tedirginliği artıyordu. Sabah saatlerinde kent boş ve Pazar gününün de etkisiyle neredeyse bütün dükkanlar kapalıydı. Kente sinen korkuya rağmen yüzbinlerce insan cenazeye katıldı. Polis, kitleyi uzaktan izledi ve hiçbir şekilde müdahalede bulunmadı. Cenaze “olaysız” tamamlandı ve çatışmalar cenazeden sonra, akşam saatlerinde çıktı.
Tesadüf mü kurgu mu?
Cenazede en çok konuşulan konu öldürülme anını gösteren görüntülerdi. Diyarbakırlılar Elçi cinayetinden önce yaşanan çatışmanın ve ardından saldırganların sokaktan kaçışı sırasında Elçi’nin kafasına kurşun isabet etmesinin “tesadüf” olduğuna inanmıyor. Halkın genel kanaati Elçi’nin CNN Türk’teki sözlerinin ardından hedef haline geldiği ve bir “kurguyla” öldürüldüğü yönünde.
Kasıt mı kaza mı?
Avukat arkadaşları ve baro yönetimi ise genel olarak olayın başlangıcının ve polisleri öldüren saldırganların Elçi’nin avukatlarla birlikte basın açıklaması yaptığı sokağa girmelerinin “tesadüf” olabileceğini düşünüyor. Ancak görüntülerin “analizine” dayanan baskın kanaat, Elçi’yi vuran silahın kesinlikle polis tarafından ateşlendiği yönünde. Olayın başlangıcına dair iki ayrı görüş var ama avukatlar da silahın Elçi’yi vurmak amacıyla “kasıtla” ateşlendiği görüşünde. Avukatlar arasında, vatandaşların hiç inanmadığı “Kaza kurşunu” görüşüne dikkat çekenler de var. Diyarbakır’ın önde gelen avukatlarından biri de Elçi’nin “yanlış zaman ve yanlış mekanın” kurbanı olmasının ihtimaller dahilinde olduğunu ancak bunun için soruşturmanın sağlıklı biçimde tamamlanmasının beklenmesi gerektiğini söylüyor.
Elçi neden öldürüldü?
Elçi’nin “kasıtla öldürüldüğünü” düşünenler çoğunlukta ve bunun için 3 gerekçe gösteriliyor: 90’lı yıllardan bu yana JİTEM başta olmak üzere karanlık çetelerin üzerine giden avukatlık pratiği, CNN Türk’te hakkında dava açılmasına neden olan sözleri ve sokağa çıkma yasağı yaşanan yerlerde yaşanan insan hakkı ihlallerini ortaya çıkaran raporları. Baro Başkan Yardımcısı Ahmet Özmen, bu raporların ulusal ve uluslararası alanda gördüğü ilginin Elçi’yi hedef haline getirdiği görüşünü dile getiriyor.
Sloganlar…
Sloganlar, kitlelerin “özlü görüş beyanları” olarak önemlidir. Bu cenazeye katılan yüzbinlerce Diyarbakırlı, suyun öte yanındakilerin belki de hiç hoşuna gitmeyecek “görüş beyanlarında” bulundular. “PKK terör örgütü değildir” görüşünü dile getirdiği için hedefe konulan Elçi’nin cenazesinde, PKK’yi öven çokça slogan atıldı. Ayrıca savaş ve çatışma, hayatını hak ihlalleri ve barış davasına adayan Elçi’nin cenazesinde “intikam” sloganlarının atılmasının zeminini de yaratmıştı ne yazık ki…
Acının yorgunluğu
Cenazede Kürt siyasetçilerinin yüzüne vuran acı, sadece Elçi’nin kaybı değil, savaşın ve ölümlerin yarattığı “acı yorgunluğunun” da dışa vurumu gibiydi. Elçi’yle birlikte Diyarbakır’da avukatlık yapan Selahattin Demirtaş ve Meral Danış Beştaş’ın gözyaşları ise daha önce “Biz 90 kuşağı, yaşadığımız her günü artı sayarız” diyen Demirtaş’ın sözlerini anımsatıyordu.
Devletsizlik…
Demirtaş’ın “Kürt halkı biliyor ki, Tahir’i öldüren devlet değil, devletsizliktir” sözlerini takip eden “Çünkü biliyoruz ki barış elçisi başkanımızın arkasından söylediği “Oh olsun’ diyen maalesef on binler de var. Ankara’da bu acıyı yüreğinde hissetmeyen bir yönetim var. Nasıl devletimiz diyebiliriz?” cümlelerinin ifade ettiği bir ağırlık vardı Elçi’nin cenazesinde. Öfkeli sloganlar atılsa da Elçi uğurlanırken Diyarbakır “kanlı yalnızlığının” yasını da tutuyordu.
Güvencin kardeşliği…
Hrant Dink ve Tahir Elçi, sadece cinayetten sonraki görüntüleri ile değil, temsil ettikleri değerlerle de örtüşüyordu. Belki bu yüzden Elçi’nin eşi Türkan Elçi, onu öte tarafta karşılayacak faili meçhul mağdurlarının “Kaldı mı senin gibi kınalı güvercinler?” diye soracağını söylüyordu. Ağabeyi Ahmet Elçi’nin sözleri de bu benzerliğe bir göndermeydi adeta: “Tahir sosyalistlerin, Ermenilerin, Asurilerin tüm Kürtlerin kardeşiydi. Bir Kürt aydın olarak devlet tarafından katledildi.”
Her şeyi unutturan çığlık
Siyasete, savaşa barışa dair onca söze ve slogana rağmen, Elçi’nin öldürülmesinin, bir cana kıyılmasının anlamını, acısını en çok hissettiren ise kızı Nazenin’in babası defnedilirken bağırdığı “Baba” haykırışlarıydı.
Örtüdeki değişim
Elçi’nin naaşı sabah saatlerinde Selahaddin Eyyübi Hastanesi’nden alınırken tabutun üzerinde Diyarbakır Barosu’nun logosu bulunan bir bayrak vardı. Tabut cenaze aracına konulduğunda örtü üzerinde duaların olduğu geleneksel dini örtüye dönüştü. Ama Koşuyolu Parkı’na vardığında tabutun üzerinde “sarı kırmızı yeşil” bir bayrak yer alıyordu.
‘Boyun eğmedim’
Elçinin fotoğraflarının yer aldığı dövizlerin ve yaka kartlarının üzerinde “Boyun eğmedim” ve Kürtçe “seni unutmayacağız” yazıldı.
Bir garip ‘silahlı’ vatandaş
Bağlar Dörtyol’da şüpheli bir araç nedeniyle yürüyenler durdu. Aracın sahibi bulunduktan ve araç çekildikten sonra yürüyüş devam etti. Yürüyüşün 7. Kolordu Komutanlığı’na yaklaştığında ise polisler alarma geçti. Bu sırada komutanlığın karşısındaki refüjde bulunan biri kadın biri erkek 2 kişinin etrafı polisler tarafından sarıldı. Bu sırada zırhlı bir araç da şüpheli kişilerin yanına geldi. Ancak polisin kimlik sorduğu kişi kimliğini gösterdikten sonra, belindeki silahı da polislere gösterdi. Bu kişinin asker ya da polis olduğu anlaşılınca polislerden biri “silahını yerine koy” dedi. Bu kişinin silahını beline koyduktan sonra yol kenarında “vatandaş” gibi yürüyüşü izlemeye devam etmesi dikkat çekti.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü