Dördüncü Yargı Paketinden Çıka Çıka Ne Çıktı?
Demokrasi ile yönetilmeyen, rejimin adının “seçilmiş otoriterlik” ya da “hibrid” yani melez olduğu, tüm gücün tek bir elde toplandığı, İnsan Hakları Kurumu’nun bile iktidara bağlı olduğu ifade özgürlüğünün, hukuk devleti ilkelerinin geçerli olmadığı bir ülkede, bireysel hak ve özgürlükler güvence altına alınabilir mi?
Dördüncü yargı paketi TBMM’ye geldi. Şimdiye dek birbiri ardına gelen üç yargı paketine karşın Türkiye’de insan hakları, demokrasi alanlarında bir ilerleme değil, hatta gerileme görülüyor. Uluslararası insan hakları örgütleri ve bağımsız araştırmacıların raporları, AİHM istatistikleri bunu gösteriyor. O zaman yargı paketlerinin amacı ne? Türkiye’deki mevcut sorunlara çözüm getirmek mi? Yoksa dış görünümü kurtarmak için usta bir elden çıkmayan kozmetik değişiklikler yapmak mı?
Üç pakette olduğu gibi dördüncü paketle de ikinci amacın daha ağır bastığı görülüyor. Paketin olumlu ve olumsuz yönleri var. Ancak olumlu yönleri sorunları çözecek nitelikte değil. Zaten gerekçede de vurgulanan amaç sorunlara çözüm getirmekten çok “ülkemizin AİHM kararları açısından görünümünün daha iyi bir noktaya taşınabilmesi”(!).
İktidarın demokrasi \tanlayışı
Bir de paketlerin hazırlanma yöntemi var. Her şeye muktedir, her şeyi en iyi bilen, tüm doğruları kendinde toplayan “demokratik” bir hükümete sahip olduğumuzdan, bu tür yasalar meslek odalarına, üniversitelere, ilgili sivil toplum örgütlerine danışılmadan Adalet Bakanlığı bürokratları tarafından hazırlanarak Meclis’e getiriliyor. Muhalefete danışmak elbette söz konusu değil. Sivil toplum muhalefete danışmak gibi demokratik yöntemler “zayıflık” olarak görülüyor. Meclis’teki görüşmelerse bir formalitenin yerine getirilmesi için gerekli. Her türlü yasa ile de dayatmayla geçirilecek. Oysa, tasarıda olumlu diyebileceğimiz birçok unsur, ana muhalefet partisinin yeni yasama döneminde verdiği önerilerde de var. İşkence suçlarında zamanaşımının kaldırılması ya da tutukluluğun devamı ile ilgili karar verilirken duruşma yapılması gibi. Bu konularda iktidar ve muhalefetin ortak hareket edebilmesi olanağı vardı. Ama iktidarın demokrasiyi seçim sandığının ötesinde taşıyamayan demokrasi anlayışı, bu tür uzlaşılara olanak vermiyor.
Tutukluluk sorununa \tçözüm getirmiyor
Dördüncü yargı paketini değerlendirirken yasanın içerdiği hususlar yanında dışarda bıraktığı hususları da göz önünde bulundurmak gerekir. Yasa bu haliyle tutukluluk sorununa çözüm getirmemekte, milletvekillerinin tutuksuz yargılanmasını sağlamak gibi, halkın iradesine saygı göstermek gibi bir kaygı taşımamakta, Terörle Mücadele Yasası’nın ifade özgürlüğü açısından doğurduğu sakıncaları gidermemekte, protesto nedeniyle cezaevinde bulunan öğrencilerin durumunda bir değişiklik getirmemekte.
Tasarı, Terörle Mücadele Yasası’nın (TMY) 6 ve 7. maddelerinde yaptığı değişiklikle terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarına “cebir, şiddet veya tehdit” unsurlarını eklemiş. Ancak TMY’nin ifade özgürlüğü açısından doğurduğu en önemli sakınca, yasanın 1. maddesindeki terör tanımının çok geniş olmasından, neredeyse her türlü eylemi kapsamına almasından kaynaklanmakta. Örneğin devletin ekonomik düzenini değiştirmeye çalışmak, devlet otoritesini zaafa uğratmak, genel sağlığı bozmak gibi eylemler terör eylemleri olabilir. Bunlar için ille de şiddet kullanmak gerekmez. Baskı, korkutma, yıldırma, sindirme, tehdit yöntemlerinden birine başvurmak yeterli. Ayrıca TMY’de terör suçu devlete karşı işlenen bir suç. Oysa uluslararası literatürde terör suçu sivil insanlara karşı düzenlenen suç niteliğinde. Dolayısıyla maddedeki terör tanımı değiştirilmedikçe, TMY’de yapılan değişiklikler yetersiz kalmaya mahkûm.
Kaldı ki TMY 7. maddedeki değişiklikler maddenin kapsamını genişleterek iyileşme değil, kötüleşme getirmekte. Terör örgütünün propagandasını yapmak suçuna iki önemli ek yapılmış. Birincisi “toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi” ibaresi eklenmiş. İkincisi, “örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin taşınması”na ilişkin maddeye bir de “asılması” sözcüğü eklenmiş. Başka bir deyişle, bir kişi evinin balkonuna terör örgütüne ait bir resim ya da işaret asarsa bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilir.
Ayrıca maddedeki değişiklik kendi içinde bir çelişki yaratıyor. Suçun oluşması için cebir, şiddet, tehdit yöntemlerine başvurulması gerekiyor. Ancak bu yöntemler olmasa bile, örgüte ait amblem, resim, işaretlerin asılması ya da slogan atılması suç oluşturan eylemler olarak kabul ediliyor.
Buna karşılık, basın ve ifade özgürlüğü açısından büyük bir sorun yaratan TCK 220. maddenin 6 ve 7. fıkralarına 4. yargı paketinde dokunulmamakta, 6. fıkra örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenleri, 7. fıkra ise örgüte dahil olmamakla birlikte örgüte yardım eden kişileri örgüt üyesi olarak iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırıyor. Nedim Şener, Ahmet Şık ve pek çok gazeteci bu suçlardan yargılandı ya da mahkûm edildi. Protesto eden öğrencilere uygulanan maddeler de bunlar. Bu suçlarda kişilerin örgüt üyesi olduğunu kanıtlamak yükümlülüğü yok. Suçun işlenip işlenmediği yargıcın takdirine kalmış. Yargıca bu denli güçlü bir takdir yetkisi verilmesi Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Hammarberg’in raporunda da eleştiriliyor.
Tutuklama konusu da aynı. CMK 105. maddeye getirilen değişiklikle tutuklamanın devamı kararının dosya üzerinden değil, duruşma yapılarak verilmesi öngörülüyor. Bu olumlu bir adım olmakla birlikte, AİHM’den çıkacak ihlal kararlarını etkilemeyecek. Dördüncü yargı paketini hazırlayanlar AİHM’nin Cahit Demirel/Türkiye ve benzer kararları okusalar bunun neden böyle olduğunu anlarlardı. İhlal kararlarına yol açan tutuklama sürelerinin uzunluğu, katalog suçlar nedeniyle kaçma ya da delilleri karartma tehlikesi incelenmeden tutuklamanın devamı kararı verilmesi, yasanın açık hükmüne karşın yargıçların büyük bir inatla klişe gerekçeler yazmaktan vazgeçmemeleri ve buna karşı HSYK’nin önlem almaması, kararlarda diğer adli koruma önlemlerine yer verilmemesi, kısıtlama kararlarının tutuklulukla ilgili adil bir yargılama yapılmasını önlemesi gibi nedenlerle dördüncü yargı paketinin tutukluluk konusunda bir iyileştirme getirmesi beklenmemeli.
Sonuç:
TCK 318. maddede yapılan değişiklikle maddeden “askerlik hizmetlerinden soğutma” çıkarılmış, yerine “bu hizmeti yapmaktan vazgeçir(me)” konulmuş. Bununla neyin değiştiğini anlamak güç. Ama herhalde maddenin yeni şekliyle vicdani reddi kabul ettiği söylenemez.
İşkence suçlarında zamanaşımının kaldırılması elbette olumlu bir adım. Ancak kasıtlı adam öldürme ya da insanlığa karşı işlenen suçlar için de geçerli olmaması büyük bir eksiklik.
Demokrasi ile yönetilmeyen, rejimin adının “seçilmiş otoriterlik” ya da “hibrid” yani melez olduğu, tüm gücün tek bir elde toplandığı, İnsan Hakları Kurumu’nun bile iktidara bağlı olduğu ifade özgürlüğünün, hukuk devleti ilkelerinin geçerli olmadığı bir ülkede, bireysel hak ve özgürlükler güvence altına alınabilir mi?
Dördüncü yargı paketi, diğer 3 paket gibi bunun olanaksız olduğunu göstermekte.
Rıza TÜRMEN CHP İzmir Milletvekili
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Edirne'de korkunç kaza