Dünyayı dehşete düşüren olay: ‘The Salisbury Poisonings’
2018’de Salisbury’de iki Rus ajanının ölü bulunmasıyla başlayan olaylar zinciri soğuk savaş sonrası yaşanan en büyük uluslararası skandallardan birine dönüşür. Bir iddiaya göre kimyasal bir terör saldırısının tetiklediği ve tüm Salisbury’nin karantinaya alınmasıyla devam eden olay hakkında iki eski gazetecinin kaleme aldığı bir senaryodan yola çıkılarak çekilen “The Salisbury Poisonings” adlı mini dizi BluTV’de izleyiciyle buluştu.
Aslında dış politika ve dünya meseleleri gibi konularda dikkatli okurlarımız iki yıl kadar önce gazetemiz sayfalarında çıkan bir haberi ve ardından gelen yankıları anımsayacaktır. İngiltere’nin Salisbury kentinde güpegündüz bir parkta ölü olarak bulunan iki Rus vatandaşının bulunmasıyla başlayan tuhaf olaylar zinciri tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilgi görmüş ve uzmanlık alanı dış haberler olan gazetecilerin gündemine girmişti. Çok kısa bir süre içinde Sergei Skripal ve kızı Yulia Skripal’ın aslında çift taraflı çalışan Rus ajanları olduğu ve muhtemelen Rusya tarafından Novichok adı verilen son derece güçlü bir kimyasal zehirle öldürüldükleri haberleri yayılmış ve akabinde İngiltere ve Rusya arasında hızla tırmanan bir gerilim ve diplomatik bir düello başlamıştı. Theresa May ve Vladimir Putin arasında süren sert diyalog bir süre sonra yumuşamış ve tuhaf bir biçimde olay kapanmıştı; tabii ardında türlü yorum ve teori bırakarak.
BBC yapımı “The Salisbury Poisonings” (“Salisbury Zehirlenmeleri”) adlı 4 bölümlük mini dizi işte bu olayı ele alıyor ve işin diplomatik kriz tarafından ziyade günümüzde de bir hayli karşılık bulan “sağlık” yönüne odaklanıyor. Dizi gösterime girmeden birkaç gün önce dijital ortamda yapılan basın toplantısına biz de katıldık ve dizinin yönetmeni Saul Dibb, senaristleri Declan Lawn ve Adam Patterson ile oyuncu kadrosundan isimlerin olduğu geniş bir ekibin söyleyeceklerini dinleyip notlarımızı aldık.
Dizide Mark Addy önemli rollerden birini üstleniyor
SIRADAN KAHRAMANLAR
Öncelikle belgesel alanında da birçok önemli işe imza atan yönetmen Saul Dibb dizinin bir casus hikâyesi olmadığının altını çiziyor: “Bizim için önemli olan Salisbury’de yaşayan insanların hayatlarının nasıl etkilendiğini, hatta sonsuza kadar nasıl değiştiğini göstermekti. Çünkü Novichok ile zehirlenmiş olsalar da olmasalar da hepsinin ve ailelerinin hayatlarına bulaşmıştı bir kere. Ama karakterlerimiz yıkılmak yerine içlerinde belki kendilerinin bile farkında olmadıkları bir güç bularak savaşıyorlar; zehrin kaynağını bulup salgını kontrol etmeye çalışıyorlar, insanları korumaya uğraşıp, hayatta kalmaya gayret ediyorlar. Tüm bunları yaparak aslında kahramanlaşıyorlar.”
Dizinin senaryosunu kaleme alan iki eski gazeteciden Declan Lawn olayların gerisindeki insan hikâyelerini öne çıkarmaya gayret ettiklerini söylüyor ve ekliyor: “Araştırma yapmaya başlar başlamaz daha önce kimsenin duymadığı inanılmaz hikâyelerle karşılaştık. Sıradan kamu görevlilerinin birçok insanın hayatını kurtarmak için yaptığı olağanüstü işleri gördük ve tabii hayatları bu olaydan derin biçimde etkilenmiş kişilerle görüştük. Sıradan kahramanlık diye bir şey varsa o da buydu işte. Yani sıradışı zamanlarda çok önemli işler başaran ve müthiş baskı altında birçok hayat kurtaran sıradan insanlar…”
Dizinin diğer senaristi Adam Patterson ise dramatik yapıyı kurmakta ilk başlarda zorlandıklarını gizlemiyor: “Biz olayı bildiğimiz için açıkçası buradan nasıl bir drama kuracağımızı önce bilemedik. Sonra Salisbury’de bir hafta geçirdik ve insani düzeyde anlatılmamış büyük bir hikâye olduğunu fark ettik. Orada haftalarca kaldık ve insanların hayatlarını kurtarmak için özveriyle çalışan bireylerin varlığını keşfettik.”
“The Salisbury Poisonings” iki düzlemde ilerliyor. Bir yanda zehirle bir şekilde temas eden ve ya hayatını kaybeden ya da ağır hasta olarak hastaneye kaldırılan, yani zehirden doğrudan etkilenen insanların hikâyelerini izliyoruz; bir yanda da bu zehire karşı bir tedavi geliştirmeye çalışan, her şeyin nasıl başladığını anlayıp salgını kontrol altına almaya çalışan ve insanların sağlığına kavuşması için canla başla mücadele eden bireylerin eylemlerine tanık oluyoruz.
Rafe Spall dizide polis dedektifi Nick Bailey rolünde
KURMACA DEĞİL, GERÇEK KARAKTERLER
İki Rus ajanının evine giderek farkında olmadan zehirle temas kuran polis dedektifi Nick Bailey rolünde son zamanlarda birçok yapımda adını gördüğümüz Rafe Spall var. Spall gerçek ve hayatta olan bir karakteri canlandırmanın kendisi için farklı bir deneyim olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Büyük bir sorumluluk hissettim elbette, beni bu projeye çeken şeylerden biri buydu. Anlatılması gereken bir hikâyeydi bence. Sadece jeopolitik açılımları yok, bir de insani tarafı var burada anlatılan hikâyenin. Role hazırlanırken elbette hem Nick ile hem de eşi Sarah ile oturup konuştuk. Tabii hassas bir durumdu, yani çok kişisel konulara girip yanlış sorular sormak da istemedim açıkçası. Onları huzursuz etmek en son istediğim şeydi. Nick ile buluşmak benim için bir anlamda bir saygı sunmaktı.”
Olayın merkezindeki karakterlerden, Halk Sağlığı Kurulu Başkanı Tracy Daszkiewicz’i canlandıran Anne-Marie Duff (üstte) hayatta olan gerçek bir kişiyi canlandırmanın güçlüğünü anlatırken “Sürreel ama bir o kadar da korkutucu” diyor ve ekliyor: “Daha önce hiç yaşayan birini canlandırmamıştım. tarihte yaşamış karakterleri oynadığım olmuştu ama çağdaşım ve hayatta olan birini ilk kez oynadım. Oyunculuk anlamında bir meydan okuma içeriyor elbette. Yani gerçek bir kişiyi canlandırdığınız için belli bir oranda taklit yapmanızı bekliyor insanlar ama ben bundan kaçındım elbette, çünkü önemli olan oynadığınız kişinin ruhunu yansıtabilmek. Öte yandan gerçeğe de çok yakın kalmalısınız, zira en ufak bir yanlışınızda olayı gerçekten bilenler kalkıp da aksini ileri sürerek sizi utandırmasın.” (gülüyor)
Trajik bir şekilde ölen Dawn Sturgess'i dizide MyAnna Buring canlandırmış.
Dizinin belki de en trajik karakteri olan Dawn Sturgess erkek arkadaşının ona hediye ettiği bir bilezik yüzünden zehirle temas eden ve bu yüzden ölümle pençeleşen bir kadın ve onu canlandıran MyAnna Buring de benzer bir şekilde taklitten kaçındığını söylüyor. “Önemli olan Dawn Sturgess’in gerçek bir insan olduğunu izleyiciye hissettirebilmekti” diyen Buring oynadığı karakter hakkında basında çıkan birçok yanlış bilgiyi de düzeltmesi gerektiğini hissetmiş. “Onun uyuşturucu bağımlısı ve evsiz olduğu yazılmıştı gazetelerde” diyor ve devam ediyor: “Sanki yaşam biçimi yüzünden başına gelmiş gibi gösteriliyordu her şey. Ölümü önemsizleştiriliyordu. Oysa bu doğru değildi elbette. Bir kere Dawn evsiz değildi, uyuşturucu bağımlısı hiç değildi. Evet ruhsal sorunları olan bir kadındı, bu da onu çok zorluyordu tahmin edeceğiniz gibi. İçki problemi de vardı ama hayata düzene sokmak için çok uğraşıyordu. Onu seven bir hayat arkadaşı, onu seven bir kızı ve arkadaşları vardı ve ölümü etrafındaki herkesin hayatında önemli bir boşluk yarattı.”
SALGINLA PARALLEKLİKLER
Dizinin yönetmeni Saul Dibb anlattıkları hikâyedeki karantina bölümlerinin günümüzde yaşanan koronavirüs salgınıyla taşıdığı paralelelikler sorulduğunda şöyle cevap veriyor: “Biz şubat sonlarına doğru tüm kurguyu bitirmiştik. O zamana kadar hâlâ normal bir hayatımız vardı. Elbette başlayan bu koronavirüs karantinası bizde garip bir duygu da yarattı, her şeyin bu kadar benzer oluşu tüyler ürpertici bir durumdu açıkçası.”
“The Salisbury Poisonings” BluTV’de izlenebilir.
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'